Aramco Suudiler için Kâbe’den daha kutsal. Suudi Arabistan’ı Aramco ile fetheden Amerikalılar için de öyle. Aramco’nun Suudi Arabistan’a “hülle” ile giriş hikayesi çok ilginçtir.
Suudi Arabistan deyince akla gelen iki şey petrol ve Kâbe, yani hac ve umre. Krallığın gelirleri de neredeyse sadece bu iki kalemden (petrol ihracatı ve hac) oluşuyor. Amerikalıların Suudi Arabistan’a giriş nedenleri malum, ancak giriş döneminde emirin vizyonu “hac gelirlerine alternatif yaratmak” ile sınırlıydı.
Bu hikayeye girmeden önce bazı rakamlar verelim:
Aramco bu yılın ilk yarısında 46.9 milyar dolar net gelir açıkladı. Yıllık yaklaşık 90 milyar dolar.
Suudi Arabistan için ikinci büyük gelir kalemi ise hac ve umre. Krallığın bu iki kalemden geliri 2017’de yaklaşık 12 milyar dolar olmuş.
Suudi Arabistan sanayiye çevirdiği hac ibadetini daha da geliştirmek ve yıllık gelirini 50 milyar dolara çıkarmak için yeni yatırımlar yapıyor. Kâbe’nin çevresin(d)e inşa edilen rezidanslar, oteller bu yatırımların bir parçası. Halen devam eden kota uygulamasında esnekliğe gidilmesi de düşünülüyor. Bununla beraber 100 bin yeni istihdam da sağlanacak.
Gelirlerine bakıldığı zaman Aramco’nun Kâbe’ye göre neredeyse 10 kat önde olduğu görülüyor. Geçmişte Kâbe Suudi krallarının tek gelir kapısıydı. Ancak özellikle Birinci Dünya Savaşı ve sonrası hac gelirlerinde büyük azalma oldu. Suudi Arabistan’ın ABD ile petrol macerasının arkasında bu azalmanın etkisi etkisi vardır.
Şimdi Aramco’nun Suudi Arabistan’a girişinin özet hikayesini anlatalım.
Ortadoğu’da ilk petrol çıkaranlar Amerikalılar değil İngilizler. 1909’da dönemin donanma bakanı Churchill’in stratejik bir kararla gemilerin yakıtını kömürden petrole çevirmesi ile İngilizler (daha önce petrol çıkarıyorlardı) 1913’te Anglo Persian Petroleum Company’yi (Anglo - Pers Petrol Şirketi - APOC) İran’da faaliyete soktu. 1912’de Abadan’a dönemin en büyük rafinerisini kuran APOC 1915’te İran petrolünü taşımak için British Tanker Company’yi kurdu ve ve böylece Ortadoğu’dan ilk petrol Batı’ya akmaya başladı.
1912’de petrol aramak üzere bir başka şirket daha kurulmuştu: Türk Petrol Şirketi (TPC). Şirketin adında Türk kelimesi geçiyordu ancak Türkler ile alakası yoktu. Dört ortağından biri İngiltere kontrolündeki National Bank of Turkey’di (sonradan Osmanlı Bankası). Diğer ortaklar İngiltere Hollanda ortaklığı Royal Dutch Shell, Alman Deutsche Bank ve şirketin fikir babası Kaluts Sarkis Gülbenkyan’dı.
APOC 1914’te Osmanlı Merkez Bankası’nın şirketteki hisselerinin yüzde 50’sini alınca şirketin büyük ortağı ve söz sahibi oldu.
TPC Birinci Dünya Savaşı nedeniyle iş yapamadı. Savaş ve sonrasında İngilizler ile Fransızların paylaşım hikayesi uzun, Almanlar yenilince şirketteki Deutsche Bank hisseleri Fransızların oldu, Fransızlar da sonradan Irak Petrol Şirketi adını alacak Türk Petrol Şirketi’ne yüzde 25 ile ortak oldu.
1886’da Almanya’da içten yanmalı ilk otomobil yola çıktıktan birkaç yıl sonra ABD’de Ford ilk otomobili üretti. Amerika’da petrol çıkaran onlarca firma vardı ancak 1850’lerde petrol çıkarmaya başlayan Amerikalıların petrol faaliyetleri 1900’lerin başına kadar kendi memleketleri ile sınırlıydı.
Ancak diğer yandan kendi petrol kaynaklarının tükeneceğini sanıyordu, ayrıca Irak’ta bulunan İngiliz - Fransız ortaklığını kendi pazarları açısından tehdit olarak görüyordu.
ABD’lilerin Avrupa’nın kapısını çalmaları o yıllara rastlar. ABD’nin Londra Büyükelçisi İngilizlere 1899 tarihli “açık kapı politikası” kararlarını hatırlatarak “diğer devletlere verilen hakların” Amerikalılara da verilmesini talep etti. İngilizler bir süre direndi ancak sonunda 1928’de Amerikalıları Irak Petrol Şirketi’ne ortak ettiler (Şirket 1927’de petrol çıkarmaya başlamıştı).
Amerikalılar ortaklığa dönemin en büyük beş Amerikan şirketinin ortaklığı ile kurulan “Near East Development Corporation – NEDC” konsorsiyumu ile girdi. Bu şirketler Standart Oil New Jersey, Standart Oil Newyork (SOCONY), Gulf Oil, Pan American Petroleum ve Atlantic Richfield şirketleriydi.
TPC’nin diğer ortakları Anglo Persian Petrol şirketi, Royal Dutch/Shell ve sonradan TOTAL adını alacak olan Fransa’nın Compagnie Française Des Pétroles firmaları olmuştu ve hisseler eşit şekilde dağıtılmıştı. Bu ortaklık ile Amerikalılar da Ortadoğu’ya ilk adımlarını atmış oldu.
TPC’nin adı 1929’da “Irak Petrol Şirketi (Iraq Petroleum Company – IPC) olarak değiştirildi.
Böylece Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu petrollerini aralarında paylaşmaya başladı. Öyle ki başka devletlerin o bölgede arama yapması için aralarında Kızıl Hat (Red Line) anlaşmasını imzaladılar.
Anlaşmaya göre ortaklar Anadolu’yu ve Arabistan Yarımadası'nı kaplayan coğrafyada (Kuveyt hariç) diğer ortakların onayı olmadan petrol arama – çıkarma işi yapamayacaklardı.
Anlaşma ile küresel güçler arasında Irak petrolleri için ateşkes sağlanmış gibiydi. Görünürde sorunlar bitmişti ancak gizli hesaplar devam ediyordu.
20'nci yüzyılın başında İran ve Irak’a odaklanan üçlü o yıllarda Arabistan Yarımadası'nın bir petrol denizi olduğunu keşfetmemişti.
Ta ki Yeni Zelandalı – İngiliz maden mühendisi Frank Holmes 1922’de o dönemde İngilizlerin kontrolü altındaki Emir Bin Suud’tan gayri resmi arama iznini alana kadar.
Emir Suud 1923’te resmi izni verince Holmes İngiltere’deki firması aracılığıyla ortak arayışına girdi.
Ancak İngilizlerin görevlendirdiği bir başka mühendis Arabistan’da petrol aramanın “kumar olduğunu” rapor edince bankalardan destek göremedi ve arama işleri kendiliğinden sona erdi.
Holmes bunun üzerine Bahreyn’e yöneldi ve Bahreyn emirinden arama izni almayı başardı.
Holmes bu kez Amerikan şirketleri ile masaya oturdu ve 1929’da Gulf petrol şirketi Holmes’un teklifi ile ilgilendi ancak bir sorun vardı: Gulf şirketi Kızıl Hat anlaşmasının taraflarından olan Amerikan konsorsiyumunun (NEDC) bir üyesiydi ve diğer şirketlerin engeliyle karşılaştı.
Bunun üzerine tarihin en büyük hüllelerinden biri gerçekleşti: Bahreyn’de arama yapmasına izin verilmeyen Gulf şirketinin hisseleri, anlaşmaya taraf olmayan Standart Oil Of California (SOCAL) şirketine devredilerek Amerikan şirketlerinin önü açıldı.
SOCAL şirketi tarafından kurulan Bahreyn petrol şirketi (BAPCO) 1932’de Bahreyn’de petrol buldu.
Bahreyn’de petrol bulunması ile birlikte İngilizler ile Amerikalılar arasındaki gizli petrol savaşı aynı coğrafyanın batısına; Arabistan’a taşınmış oluyor ve Amerikalılar bu adım ile Irak’ta dahil oldukları Fransız – İngiliz petrol savaşında öne çıkmaya başlıyordu.
Emir Suud Bahreyn’de petrol bulunması üzerine yeniden umutlandı ve hakim olduğu topraklarda arama izni için yeniden pazarlıklara başladı. Pazarlığın tarafları Irak Petrol Şirketi ve Amerikan SOCAL şirketiydi.
İngilizler arama izninin Amerikalılara verilmemesi için çaba sarf etti ancak emir izni 1933’te Amerikan SOCAL şirketine verdi.
Anlaşma Amerikan şirketine 60 yıllığına petrol arama ve çıkarma izni veriyordu.
SOCAL’ın Arabistan’da petrol aramak için kurduğu California Arabian Standart Oil Company – CASOC şirketi 1938’de ilk petrolü çıkardı. Böylece Amerika yeni petrol kaynağına; hac gelirlerinin yetersizliğinden şikayet ettiği için daha önce İngiltere’ye el açan emir de dolarlarına kavuşmuştu.
Böylece 1930’ların sonuna gelindiğinde İran’daki sahalar İngilizlerin; Irak’taki sahalar İngiliz, Amerikalı ve Fransızların, Körfez ve Suudi Arabistan’daki petrol sahaları Amerikan şirketlerinin eline geçmişti.
O dönemde Amerikalıların Suudiler ile ilişkileri ise petrol şirketinden ibaretti. Öyle ki 1932’de ilan edilen Suudi Arabistan Krallığı’nda konsoloslukları bile yoktu.
Ancak 2. Dünya savaşı tam bir dönüm noktası oldu ve petrolün stratejik önemi kavranmaya başladı.
Birtakım gelişmeler sonucu Roosevelt 1943’te Suudi Arabistan’ın savunmasının ABD savunması için hayati önemde olduğunu ilan etti ancak Suudi Arabistan’ın ABD’ye tam teslimi 1945’teki meşhur Suudi Kralı - Roosevelt gemi buluşmasında oldu.
ABD savaş nedeniyle hac gelirleri azalan (o dönemlerde milyonlar değil yıllık 50 bin kadar hacı vardı sadece) Suudi Arabistan’a “yardım” için kesenin ağzını açmayı kabul etmişti. Buna göre askeri alanlar, yollar yapılacak ama en önemlisi Amerikalılar petrol sahalarını ve sahalardan çıkarılacak petrolün ulaştırılması güzergahlarını da inşa edecekti.
Kral bununla da kalmadı Mayıs 1954’te üç yıl süre ile Amerika’nın Dahran’a hava üssü kurmasına izin verdi. Böylece Amerikalılar (İncirlik’ten sonra) ilk kez Ortadoğu’da bir üsse de sahip oldular.
Aynı yılın mayıs ayında yeni başkan Truman ise Suudi Arabistan’a “yardım” programını onayladı.
ABD’nin Suudi Arabistan’a hülle yolu ile giren CASOC şirketi ise daha önce yani 1944’te Arabian - American Oil Company (ARAMCO) adını almıştı.
Aramco’nun ve Amerikalıların Suudi Arabistan’a girişlerinin çok kısa hikayesi böyle. Aramco şirketinin hisseleri yıllar içinde tamamen Suudilerin oldu. Ancak bu şekilde “sağıldığı” sürece kimin elinde olduğunun ne önemi var? Bugün dünyada Coca Cola nasıl bir marka ise Suudi Arabistan’da Aramco öyle bir marka. Aramco Suudi Arabistan demek. Ve bugün Aramco Suudi Arabistan için sadece gelir değil koruma kalkanı da demek. İşte bu nedenle Suudi Arabistan’daki anlayışın yaratmış olduğu “Kâbe ile rekabette” Aramco açık ara önde. Suudiler ikisi arasında seçim yapacak olsa Kâbe’den vazgeçerler ama Aramco’dan asla!