Suudilerin başına ne gelir?
Kralları öldüğünde yas ilan edilen ülkede yaşıyoruz. Ve fakat Suudi Arabistan’ın halinden, Suudi hanedanının konumundan ve çevirdiği işlerden rahatsız olan Müslüman sayısı Kâbe gören otelin minibarındaki içki şişelerinden daha az. Zira Türk İslâmcısı Suudilerden gelen parayla Halep’i fethedecekti.
Bir vakit Suriye haberlerinde adı genellikle “kıdemli muhalif” diye anılan Mişel Kilo, ilginç bir şahsiyet. İçsavaşlı son döneme, hattâ önce IŞİD (Irak ve Şam -Levant- İslâm Devleti) diye tanıdığımız, sonra halifelik ilan edip “İslâm Devleti” olan örgüt ortaya çıkana kadar bu ülke ile doğru dürüst ilgilenmediğim için Kilo hakkında bilgim pek az. Dünyada sayısı giderek azalan bir “aydın” türüne mensup, sanırım. Müzmin muhalif, gençken komünist partisi üyesi, sonradan daha geniş, çoğulcu çözümler peşinde koşmuş, hapse girmiş çıkmış, Batı’da yaşamış, yazmış çizmiş, kitaplar çevirmiş. Hıristiyan. Son fasılda, Suriye Ulusal Koalisyonu diye adlandırılan muhalifler heyetinde yeraldı, Rusya’nın bir ara ‘cihatçılar dışında muhalif muhatap bulur muyuz’ diye giriştiği çabalar sırasında adı duyuldu. Moskova’ya gidip görüşmeler yapan heyetteydi. Muhalefetin silahlı cihatçıların denetimine girmesinden rahatsızlığını dile getirdi durdu, ama sonuç alamadı. Anlayabildiğim kadarıyla, seveninden çok düşmanı var. Çünkü hem baba-oğul Esad’larla hep meselesi olmuş hem de “Suriye’ci”. Hattâ bu yüzden -Kürtlerin özerk bölge benzeri hakları olmadığıını, Suriye’yi bölmeye çalıştıklarını söylemişti- Kürt siyasetçileri tarafından “ırkçı” olmakla suçlandı. Bir ara, Suriye’ye sokulan silahların “kaybolması” meselesini gündeme taşımış, bazı silahların Türkiye’ye geri sokulup satıldığını ileri sürmüştü.
(Biraz araştırdım, özellikle aktarmam gereken başka bilgiye rastlayamadım. Hakkında daha fazla bilgisi olanlar nasılsa onu da beni de Esad’çı veya cihatçı diye suçlayarak bilgi eksiğimizi gidereceklerdir.)
'BAŞLARINA GELECEĞİ GÖRECEKLER'
Bir süredir aklıma takılan konuda ettiği mühim söze denk gelince Mişel Kilo’ya kulak verdim. Hıristiyan yazar, “Suudi Arabistan’daki kardeşlerimiz,” demişti, “…halen yaşıyorlarsa sadece paraları olduğu için… fakat sonunda başlarına geleceği görecekler.”
Kilo, Suudilerin “siyaset seviyesinin altında” bulunduklarını ileri sürmüş, “demokrasi onlara uymaz,” diye konuşmuştu, “İslâmî hükümet sistemi de uymaz”.
Türkiye’de pek çok kişinin, Suudilere laf edilirken herhangi bir “İslâmî hükümet sistemi”nin kayırıldığını düşünerek derhal duymazdan geleceği bu sözü Kilo, Suudilerin Suriye’ye ettiği kötülüğe atfen söylemiş olabilir. Çünkü, “İslâm ve Arap dünyasındaki en iyi ülkeyi, adı Suriye olan o ülkeyi mahvediyorsunuz!” diye çıkışıyor onlara.
Ancak şahsen benim aklıma getirdiği şey bundan ibaret değil. Merak ediyorum, siyasetle, Ortadoğu ile, hattâ siyasetsiz alanda dünya ile ilgilenen herhangi birinin zaman zaman şu soruyu sormaması mümkün müdür: Suudi Arabistan bir nedir?
Çeşitlendirebiliriz: Petrol parasıyla sözümona İslâmî rejim kurmuş, Kâbe’nin etrafına iğrenç gökdelenler dikmiş, Hac’dan kazandığı parayla İngiltere’de mahalle, İsviçre’de şato alan, özel uçakla Fransa’dan maden suyu, bilumum gâvur diyarından eskort kadın getiren, helalarında en nadide mermerlerin, altın kaplama kapıkolları ve muslukların bulunduğu, dünyanın en pahalı, en lüks malikânelerinde sefa süren, emperyalistlerin finansörü bu hanedan neyin nesidir?
O emperyalistler ki, ezcümle okuryazar hilebaza göre İslâm âleminin bugünkü halinin yegâne sorumlusudurlar…
Ve fakat Müslümanların parasıyla türlü rezilliği yaşayan ve yaşatan Suudiler hiçbir halttan sorumlu değildir.
Kralları öldüğünde yas ilan edilen ülkede yaşıyoruz. Ve fakat Suudi Arabistan’ın halinden, Suudi hanedanının konumundan ve çevirdiği işlerden rahatsız olan Müslüman sayısı Kâbe gören otelin minibarındaki içki şişelerinden daha az. Zira Türk İslâmcısı Suudilerden gelen parayla Halep’i fethedecekti. Hattâ, ayaklanıp Ortadoğu’yu Osmanlı, Arapları Türk hükmü altından çıkarmaya önayak olmuş hanedanın parasıyla bölge çapında bir Sünnî uyanışına liderlik edecekti.
Suudi Arabistan, benim için bile bir “namus meselesi”yken, Türk İslâmcısının böyle bir derdi yok. Başkalarında böyle meselelere yolaçan mekanizmaların ondaki yakıtı menfaat, zira.
SUUDİ KAFASIYLA İD KAFASI
Niye “namus meselesi”dir Suudi Arabistan? Cevabım ağır ve iddialı: insan olan böyle hisseder. “Bütün” değilse de, kabaca “kötülüklerin anası” sınıfına sokulabilecek bir “şey” bu. Egemen kıldıkları ideoloji, yani aslında düpedüz bir “İslâm yorumu”, bugün halifelik sahibi “İslâm Devleti” (DAİŞ-IŞİD) gibi bir gaddarlık şahikasına hayat verdi. (İD’in en tepedeki din âlimi, “müftüsü” Türki el-Binali Suudi vatandaşı. Suriye El-Kaide’sinin -eski El-Nusra, şimdi Şam’ın Fethi Cephesi- en üst düzey isimlerinden Muhammed el-Muheysini, kezâ. Şimdi bu örgüt ile birleşen Cünd-ül Aksa’nın kurucusu Şeyh Abdülaziz Katari de öyle.) Bu yeter.
Suriye’ydi, Irak’tı, Ortadoğu’ydu, bütün bu konularda mâkûl, sağduyulu konuşan pek çok Müslüman âlim, mevzu Suudilerin Vahabî yorumuyla Selefîliğin “İslâm Devleti” yorumu arasındaki bağlantıya gelince susup havalara bakıyorlar. (“İD kafası” ile genelgeçer İslâmî eğitim ve anlayışların tehlikeli ilişkisi konusunda Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun yazısını okumanızı tavsiye ederim: IŞİD sadece canımızı yaktığında mı hatırlaacak?)
Suudi hanedanı ve kurdukları düzen hakkında temiz hislerimi yeterince açığa vurdum. Şimdi bunları kenara koymanızı rica edeceğim. Çünkü gireceğimiz alanda duygulara yer yok. Çünkü siyaset ve savaş alanına geçiyoruz. Orada da mâlûm, duygulara yer yoktur, ölen sayı, öldüren vazifelidir, şehitlere ihtiyacımız var, vs.
PARA SUYUNU ÇEKERSE?
Mişel Kilo, Suudiler için, “başlarına geleceği sonunda görecekler” derken ne kastediyor? El-Kaide’nin önce Irak’ta öylesine güçlenmesinden, bilahare Suriye’de emirlik kurmasından, “İslâm Devleti” örgütünün bu kadar yaygın bir coğrafyaya dehşet saçabilmesinden sonra, sanırım pek çok kişi gibi benim aklıma da, “Suudilerin sonu” başlıklı bir senaryo düşmeye başladı. Bunun izlenmesi zor, çok kanlı, çok feci bir son olacağını sanıyorum. (Hayır, böylesini temenni ettiğim için değil. Hâlâ, Suudi Arabistan’da bile, birilerinin çoğulcu, demokratik, kitlesel mücadeleyle herkes için daha iyi bir hayat oluşturmak için mücadele edebileceğini uman bir salağım.) Muhtemelen İD’in kadroları gibi gözü dönmüş, ölümü umursamayan, buna karşılık öldürmeye tutkulu birtakım cihatçı militanlar o saraya girecek ve… gerisini tasvir etmeye kalkmayalım artık.
İlk bakışta sanki böyle bir şey olmazmış gibi duruyor ya, bu yanılsamanın en büyük sebebi, Suudilerin dünyanın çeşitli yerlerindeki cihatçılara destek sağlıyor oluşu. Ancak Hac pazarlamacısı hanedanın bu desteği büyük ölçüde, silahlı cihatçıları kendinden uzak, kendine zararsız tutmak için verdiği hesaba katılmıyor. İD’inki gibi bir ideolojinin, yeri önceden hazırlanmış olduğu için, geçip en rahat kurulabileceği koltuklar bu ülkede. Tek engel, Mişel Kilo’nun işaret ettiği gibi, para. Suriye’de “sadece” 2500 Suudi cihatçı savaşçı varsa, bunun başlıca sebebi, “kutsal topraklar”da sürdürülen hayatı bırakıp şahadete koşmanın pek kolay olmayışı. Suudilerin çoğu lüks yaşamaya alışmış, İD’inki gibi bir rejim onları bozar.
Belki de sadece ekonominin giderek bozulmasından ve düzelmesi için ufukta ihtimal görünmeyişinden ötürü değil, bu sinir bozucu gelecek ihtimalinden ötürü de Suudi egemenleri paralarını süratle yurtdışına aktarmaya başladılar. Hanedan ve büyük işadamlarının zaten dünyanın pek çok yerinde yatırımları var, lâkin son dönemdeki para kaçışı hiç görülmemiş boyutlardaymış, söylendiğine göre.
Ekonominin bozulması, şüphesiz, cihatçı örgütlere Suudi toplumundan militan akışını hızlandıracak bir etken.
İD SUUDİ ARABİSTAN'DA: HENÜZ DEĞİL!
Peki, cihatçı örgütler Suudi hanedanının sonunu getirebilir, ülkeyi ele geçirebilirler mi?
“İslâm Devleti” ve halifesi Ebubekir el-Bağdadi, defalarca, Suudi hanedanını gayrimeşru ilan ettiler. Buna karşılık, İD bu ülkedeki eylemlerini açıkça üstlenmemeyi tercih etti? (Baraj sorusu: Örgüt başka hangi ülkede böyle yapıyor?)
Uzmanlar, İD’in Suudi Arabistan’da ciddî ve güçlü bir örgütlenmesi olmadığını, hücrelerinin iki-üç kişiden oluştuğunu, genellikle az sayıda tecrübesiz militanın tertiplediği eylemlerin, Şii bölgesindeki cami bombalamaları dışında amaçlarına tam ulaşamadığını, çünkü Irak ve Suriye’de savaşta pişmiş Suudi cihatçıların ülkeye dönüp burada etkin mücadeleye başlamadığını söylüyorlar.
Riyad askerinin polisinin 2014’ten bu yana İD ile bağlantılıdır diye yakaladığı insan sayısı beş yüz.
2016’nın Temmuz ayında İD, Cidde, Katif ve Medine’de intihar saldırıları yaptı. Cidde’de hedef ABD Konsolosluğu (iki polis yaralandı), Katif’te önce Şii camisi (yirminin üzerinde ölü), sonra pazar yeri (üç ölü), Medine’de ise Mescid-i Nebevi civarı (intihar bombacısı az ötedeki otoparkta pimi çekti, kesin hedef belirlenemedi, dört polis öldü) idi. 2016 Eylül’ünde, güvenlik kuvvetleri ve devlet dairelerine saldırma planları yaptıkları iddiasıyla 17 kişi gözaltına alındı. Ekim’de, Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri maçının oynanacağı stada bombalı saldırı yapacakları şüphesiyle dört kişi yakalandı.
İstihbaratçıların Suudi Arabistan içindeki İD örgütlenmesinin zayıflığı, militanların tecrübesizliği üzerine söyledikleri ve İD’in henüz buradaki eylemlerini açıkça üstlenmeyişi, ülkenin henüz tam teşkilatlı savaş hedefi haline getirilmediğine işaret. Öbür yandan, İD’in haritalarında burası, halifeliğin Necd ve Hicaz “vilayetleri” olarak görülüyor.
Suudi Arabistan, devlet ve ülke olarak belirsiz istikbalini, insanlık sorunu olarak hakkıyla ele alınmayı bekliyor.