SYRIZA paradigmasının sonu: 'Sermayeyle çatışmayı göze almayanlar neoliberalizmin ‘insani’ bir yüzü olurlar'
Eğer bir kırılmayla başa çıkmaya hazır değilseniz sonunda en iyi ihtimalle kendinizi insan yüzlü bir neoliberalizmi uygularken buluyorsunuz. Sonunda ‘sol’ değil, ‘merkez-sol’ ya da sosyal-demokrasinin aynı krizi yaşadığı bir anda ‘sosyal-demokrat’ olursunuz. Bu da sosyal-demokrat alternatifleri dahi neoliberalizm içerisinde bir temele oturtamama sorunudur. Şu an Avrupa’daki tüm büyük sosyal-demokrat partilerde yaşanan bu stratejik çıkmazı görebilirsiniz.
Türkiye’deki seçimler her ne kadar dış haberler gündemini bir süreliğine rafa kaldırmamıza sebep olsa da Avrupa’da da iki önemli seçim düzenlendi. Yunanistan’daki genel seçimlerin ilk turunda muhafazakar Yeni Demokrasi Partisi (ND) önemli bir zafer kazandı. SYRIZA ise çok ciddi kan kaybı yaşadı. İspanya’da düzenlenen yerel seçimlerde de Unidos Podemos[1] istikrarlı gerileyişini sürdürdü.
Ortaya çıkış itibariyle toplumsal hareketlerin ‘sol’ yansımaları olan bu hareketlerin, başkalaşması ve merkeze doğru sürüklenmesi bir ülkeye has bir şey değil. Neoliberal düzenin içerisinde sermayeyi doğrudan karşıya almadan bir alternatifin bir takım ‘reformlarla’ yaratılabileceği ihtimalini savunan tüm hareketler ciddi bir duvara tosladı. Türkiye’de de kimi aktörler ‘SYRIZA modelini’ solun önüne koymaya kalktı. Fakat aynı aktörler SYRIZA’nın merkez-sol’a kayıp çözülüşünden pek bahsetmediler. Şimdi hazır ‘özeleştiri’ ve ‘yeniden yapılanma’ gibi kelimeler gündeme geliyorken, SYRIZA’nın felaketini yeniden okumak daha doğru olabilir.
Biz de bu ihtiyaçtan yola çıkarak siyaset felsefesi profesörü Panagiotis Sotiris ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Seçimlerle birlikte Yunanistan’da parlamentonun yeni siyasi dinamiklerini konuştuk, Sotiris bu partilerin aldıkları oyları değerlendirdi. SYRIZA ve Podemos gibi hareketlerin nasıl ve neden sönümlendiğini konuştuk. Gerçek anlamda sol politikaların, sermayeyle kırılmalı ve çatışmalı bir süreci zorunlu kıldığını söyleyen Sotiris, “Eğer bir kırılmayla başa çıkmaya hazır değilseniz sonunda en iyi ihtimalle kendinizi insan yüzlü bir neoliberalizmi uygularken buluyorsunuz. Sonunda ‘sol’ değil, ‘merkez-sol’ ya da sosyal-demokrasinin aynı krizi yaşadığı bir anda ‘sosyal-demokrat’ olursunuz.” İfadelerini kullandı. Yunanistan, Türkiye ve bütün dünyada solun devrimci ufkunu genişletmek -ya da hatırlamak- için de önemli tespitlerin bulunduğu söyleşimizin, güncel tartışmaları derinleştirmesi dileğiyle.
‘SYRIZA ALT SINIFLARIN DESTEĞİNİ KAYBETTİ’
Öncelikle seçimlerin ardından öne çıkan başlıklar sizin için neler oldu? Bize ülkedeki siyasi aktörlerin seçimlerin ardından durumlarını nasıl özetleyebilirsiniz?
Yunanistan 21 Mayıs'ta bir seçim yaşadı. Çünkü seçimler nisbi temsil sistemine dayanıyor, bu yüzden de seçim sonuçları itibariyle ikna edici olmadı, hükümet henüz kurulmadı. 25 Haziran'da bir seçim daha yaşayacağız. Bu seçimlerse daha az nisbi temsile dayanacak, büyük ihtimalle bir hükümetin kurulmasıyla sonuçlanacak.
İlk seçimlerin sonucu dikkate değerdi. Öncelikle tartışmalı protestolara rağmen hükümetteki sağcı Yeni Demokrasi Partisi (ND), yüzde 40’ı aşarak oldukça iyi bir sonuç aldı. Hem oy sayısında hem de oy oranında 2019 seçimlerine göre ciddi bir artış yakaladı. Bu açıdan seçimlerin tartışmasız galibi oldu. Aldığı oylarla sıradaki seçimlere rahat girebileceğini öngörebiliriz.
Tersinden, SYRIZA çok ağır bir darbe aldı. Sonuçlar SYRIZA için yıkıcı oldu. Çünkü yüzde 31’den yüzde 20’ye düştü. Bu çok büyük bir düşüş. Ayrıca SYRIZA ile ND arasındaki fark da böylece iyice artmış oldu: ND, SYRIZA’nın neredeyse iki katı oya sahip görünüyor. Neoliberal politikaları uyguladığı dört yıllık hükümet dönemin tüm bedellerine rağmen SYRIZA, 2019 seçimlerinde belli bir oy oranını koruyabilmişti. Şimdi ise kendisini bir ‘alternatif’ olarak sunma şansına sahipti. Son dönemde protestolar, hareketler, Yunanistan toplumunda yaşanan pek çok çatışma noktası vardı. İkna etmeyi başaramadı. Görece en güçlü olduğu şehirlerde, bölgelerde ve mahallelerde de kan kaybetti. Bu bölgelere bakıldığında özellikle alt sınıfların desteğini yitirdiği gözlemleniyor.
Bunun birçok nedeni var. Aslında bakarsanız SYRIZA herhangi bir alternatif üzerine çalışmadı. Hükümet adaylığına dair ne ‘radikal’ ne de ‘reformist’ bir alternatif sunmadı. Sadece mevcut hükümette duyulan hayal kırıklığı ile gelen ‘tepkisel oyları’ bekledi. Fakat bu beklentiler somutlaşmadı, alınan sonuç da bu oldu. Çünkü SYRIZA, tutarlı bir strateji yaratması çok zor olan bir parti yapısına sahip.
YUNANİSTAN’IN YENİ AŞIRI-SAĞI: ZAFER PARTİSİ
Sosyal-demokrat parti PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) oylarını arttırdı. Kayda değer bir artış değil ama yine de yeni liderleriyle birlikte daha iyi bir sonuç aldılar[2]. Memorandum dönemindeki liderin haricindeki bir siyasi jenerasyondan gelen bir nevi ‘temiz sayfa’ ve ‘temiz yüzdü’.
Komünist Parti (KKE) oylarını arttırdı. Hareketlerin içerisindeki güçlü varlıkları etkili oldu. Parlamentoda bulunan aşırı-sağ parti, bu seçimlerde de parlamentoda olacak gibi görünüyor.
Bunların haricinde Yanis Varufakis liderliğindeki Mera25 vardı ancak işler pek de yolunda gitmedi. Seçim barajı yüzde 3’ü geçmeyi başaramadı. SYRIZA’yı 2015’te terk eden bazı sol akımların varlığına rağmen, belki de önerilerinin yetersizliği ya da bu önerileri seçimlerle harmanlamada bazı eksiklikler yaşanmış olabilir.
Neredeyse parlamentoya giren başka bir sağ parti vardı: Zafer Partisi[3] (NIKI). Oldukça aşırı-sağcı ve dini bir hat izleyen bu parti, Ortodoks dini çevrelere yakın. Bazı aşı karşıtı akımları da içerisinde barındırıyordu -ki başlı başına çok ilginç bir olay. Kilisenin ‘seçmenleri’ yönlendirme kabiliyeti içindeki küçük bir kopukluğunu da gösteriyor.
Bir de Eski Meclis Başkanı Zoe Konstantopoulou tarafından kurulan parti[4] de iyi bir sonuç aldı. Bu oldukça ‘kişiye dayalı’ bir parti, herhangi bir programı ya da tavrı yok. Sadece Konstantopoulou’nun figürü tek başına bir çeşit tepki oylarını topluyor.
‘TRAJEDİLER SEÇİM SONUCUNU ETKİLEMEDİ’
Bahsettiğiniz çerçevede bundan sonra Yunanistan’ı nelerin beklediğini söyleyebiliriz?
Geçtiğimiz aylarda gördüğümüz özellikle de Tren trajedisi gibi bazı dinamiklerin seçimlerdeki siyasi dinamiklerle tutarsız olmadığı açıkça görülüyor. Bu, aynı derecede radikal ve inandırıcı bir alternatif sunabilecek siyasi bir gücün olmadığı gerçeğiyle ilgili.
Bu durum hükümete kendi seçmenini konsolide etme şansı verdi. Hükümet kendi ‘seçim ittifakı’ üzerine çalıştı, özellikle pandemi dönemi boyunca hem burjuvaziye hem de orta sınıfın bazı segmentlerine verilen devlet yardımları ile bir başarı elde ettiler. Aynı zamanda turizmdeki büyüme gibi elementler de söz konusuydu. Yunanistan, yüksek enflasyon oranına rağmen hâlâ ekonomik büyümeye ve azalan işsizlik oranına sahip. Yani hükümet de toplumsal ittifaklarını bunlar üzerinden kurdu. Bu gruplar toplum içerisinde azınlık olabilir. Ancak seçimlerde oldukça etkilidir ve sonuç da zaten bu yönde oldu.
‘OTORİTERLEŞME VE YAPISAL ÖZELLEŞTİRMELER BİZİ BEKLİYOR’
Muhtemelen önümüzdeki seçimlerde de buna benzer bir tablo göreceğiz. Güçler dengesinde büyük çaplı bir değişimin yaşanması zor görünüyor. SYRIZA’nın şu anki durumdan bir geri dönüş yapması çok zor. Muhtemelen görece rahat, çoğunlukla sağcı bir hükümet başa gelecek. Tabii bu da neoliberal reformlar için yeni bir raunt demek. Bahsettiğimiz reformlar, sadece şu ya da bu kamusal varlığın satışını değil, ‘özel ve müteşebbise ait ne varsa iyidir’ mantığına dayanan yapısal özelleştirmeleri de kapsayan reformlar.
Hükümet hali hazırda toplumsal hareketlere karşı otoriter ve baskıcıydı ama bu karakterinin önümüzdeki süreçte artacağını öngörebiliriz. Çünkü seçim süreci boyunca ‘arkadaş canlısı yüzlerini’ takınmaya çalıştılar ancak daha agresif olacaklar.
Diğer taraftan pasifleşmiş bir toplumsal ve siyasi durumdan oldukça uzağız. Toplumun geniş tabakalarına sunulanlar hâlâ yeterli değil: Güvencesiz çalışma koşulları, özellikle genç işsizlik oranları. Enflasyon nedeniyle yapısal bir güvencesizlik durumu söz konusu, bu daimî bir unsur. Ve tabii ki Avrupa Birliği’nin (AB) ne zaman kemer sıkma politikalarına döneceğine dair kesin bir kaygı var. Çünkü pandemi ve ardından gelen enflasyon krizinde AB, bütçe fazlası için gereklilikleri dalgalandırıyor. Mesela kemer sıkma önlemleri kapsamında muhtemelen 2024’te daha daraltılmış bir bütçe istenecek. Sıkılmış bütçeyi, enflasyonu ve AB ekonomisindeki resesyonu (örneğin Almanya şu an teknik olarak resesyonda) birbiriyle çarpın… Tüm bunlar genel toplumsal durumu daha az pozitif kılacaktır. Ve eğer hükümet tersine agresif önlemlerine devam ederse bu da yeni bir protesto hareketleri döngüsüne sebep olabilir. Henüz söylemek için çok erken ama yine de bu açıdan bakılabilir.
Tabii 2024’te önemli bir dönüm noktası olarak Avrupa Parlamentosu Seçimleri var, orada ifade edilecek dinamikleri izlemek oldukça ilginç olacak. Yine de benzeri bir siyasi varlık gösterilecek gibi duruyor çünkü muhtemelen SYRIZA’da bir seçim sonrası krizi yaşanacak ve inşa sürecine girebilir ki bu da sonrasında farklı bir manzara sunacaktır.
‘SOSYAL-DEMOKRASİNİN ÇIKMAZI’
SYRIZA’nın alternatif sunamayışından bahsettiniz. Buradan devam edebiliriz belki. Aslında bakarsanız SYRIZA’nın yaşadığı krizin küresel pek çok farklı örneği söz konusu. Öyle ki yapılan tartışmalarda bu durum kimi zaman ‘SYRIZA’laşma’ olarak doğrudan parti ismiyle anılıyor. İspanya’da Podemos yine en yakın örneklerinden bir tanesi. Bu gibi partilerin parlamenter sisteme fazla bel bağlamasını ve bir süreden sonra yaşadığı ideolojik bunalımı nasıl değerlendirmek gerekir?
SYRIZA, örneğin 2015’te gerekli olan bir kırılmaya tamamen hazırlıksızdı. İçerisinde bir toplumsal hareket yansıması ve siyasi/ideolojik radikalleşme unsurların varlığı olmasına rağmen gerçek bu. (Tabii şu anki hatları 2015’e göre çok daha farklı). Yani SYRIZA’nın bir stratejik hazırlık eksiği vardı. Çünkü örneğin o aşamada AB ile bir uzlaşı bulması mümkün değildi. O nedenle bir kırılmayı göze alamadı, AB ile olabilecek bir kırılma da buna dahil.
Bu da daha geniş bir soruya işaret ediyor. Gerçek anlamda sol ve radikal politikalar, yani geniş çaplı zenginliğin yeniden dağıtımı, kamu sektörünün geniş çaplı yaygınlaşması, işçilerin çalışma koşullarının gerçek anlamda iyileştirilmesi... Bunlar çatışmalı ve kırılmalı bir siyasi süreci gerektiriyor ve sermayenin güçleriyle ve devletlerin uyguladığı stratejilerle karşı karşıya gelmeyi içeriyor. Yunanistan’da bu, AB sorusu üzerinde yoğunlaştı ve diğer Avrupa ülkelerinde de benzer şekillerde oldu. Yine de aynı şekilde, eğer bir kırılmayla başa çıkmaya hazır değilseniz sonunda en iyi ihtimalle kendinizi insan yüzlü bir neoliberalizmi uygularken buluyorsunuz. Sonunda ‘sol’ değil, ‘merkez-sol’ ya da sosyal-demokrasinin aynı krizi yaşadığı bir anda ‘sosyal-demokrat’ olursunuz. Bu da sosyal-demokrat alternatifleri dahi neoliberalizm içerisinde bir temele oturtamama sorunudur. Şu an Avrupa’daki tüm büyük sosyal-demokrat partilerde yaşanan bu stratejik çıkmazı görebilirsiniz. Örneğin siz de aynı zorluğa sahipsiniz, sosyal-demokrat bir parti olmak ne anlama geliyor? Anti-neoliberal bir parti olmak bugün ne ifade ediyor?
‘KIRILMALAR İÇİN STRATEJİLERE İHTİYACINIZ VAR’
SYRIZA tüm bu sorunlarla karşılaştı, aynı zamanda kendini ‘muş gibi’ göstermeye çalışmadı bile. Bundan kastım özel önlemlerle bir alternatifin unsurlarını temellendirmeye girişmedi bile. Emekçi sınıflarla ilişkiyi korumaya yardım edecek örgütsel ve kurumsal formları yaratmadı, 2019’da hâlâ korunuyordu. Tüm bu unsurlar bugünkü krize katkı sundu. Seçimden gelen itiraz gerçek bir siyasi temele oturmadı. Tabii bu da, 10-15 yıl önce güçlenen ve bazı temel ihtiyaçlar adına hükümet gücünü hedefleyen ‘geniş anti-neoliberal cephe’ fikriyle temellendirilen sol kanat stratejinin sorununa işaret ediyor.
Her ne kadar SYRIZA bizzat yaşamış olsa da sorun tek başına ‘seçimcilik’ değildi. Evet, seçimi kazanabilirsin ve bu göz ardı edebileceğin bir şey değil. Ve tabii ki hegemonik kriz durumları ve çok güçlü bir siyasi temsiliyet temelinde tektonik değişimler yaşayabilirsiniz. Diğer taraftan bahsettiğimiz kırılmalar için stratejilere ihtiyacınız var. Şantajlara hazırlıklı olmalısınız, tüm engellere karşı hazırlıklı olmalısınız ve onlarla başa çıkabilmek için çözüm üretmelisiniz ve hareketin gücünü buna yardımcı olmaya çağırmalısınız.
Çünkü buna benzer bir şey henüz somutlaşmadı. Aynı problemi Podemos da yaşadı. Podemos da asla sosyalistlerin önde olduğu bir seçim gücü olmayı başaramadı, daha sonra sosyalistlerle ittifak yapmak zorunda kaldı şimdi de çok kötü yerel seçim sonuçlarıyla yüzleşiyor. Bununla birlikte ciddi bir liderlik krizi yaşıyor. Dolayısıyla bu siyasi paradigmanın yeninden gözden geçirilmesi gerektiği bir zaman dilimindeyiz.
‘DEVRİMCİ GELENEKLE BAĞ KURMAK KAÇINILMAZ’
Sosyal-demokrasinin ve SYRIZA, Podemos gibi hareketlerin yaşadığı krizden bahsettiniz. Böylesi bir kriz halinde, solun devrimci sosyalist safları güçlendirmesi mümkün olabilir mi? Söz konusu kriz, devrimci bir ufku beraberinde getirebilir mi?
Şu açık ki sol kanat stratejilerdeki yapılan her yeniden yapılandırma bir şekilde devrimci geleneğe bağlanmalı. Çünkü değişimi öngören her siyaset, aynı zamanda mücadele, çatışma ve uyuşmazlık siyasetidir. Sermayenin gerçek güçleriyle ve onun kurumsal çerçevesiyle çatışmadan da herhangi bir başarıya ulaşılamaz. Bu anlamda evet.
Yine de bunu her zaman devrimci sosyalist örgütlerde ya da basit bir devrimci yol çağrısında görebileceğimiz anlamına gelmiyor. Mesele 20. yüzyılın devrimci fikirlerini alıp onu tekrar etmek değil, şu an yeni bir yüzyılın içerisindeyiz. Ancak bir açıdan şunu anlamalıyız ki biz sol kanat bir stratejinden bahsettiğimizde bu bir devrime, bir yapısal değişim sürecine işaret ediyor. İlla ‘şiddetli’, ‘isyancı’ olmak zorunda değil. Ama biz eğer ki değişimin genişleyen çatışmasını konuşuyorsak, hâlâ devrimci gelenekle ve devrimci kavramsal temelle konuyu bağlıyoruz demektir, bu konuda katılıyorum.
Ekonomik, siyasi ve toplumsal krizin derinleşmesi kimi üstünkörü okumalarda amasız fakatsız solun saflarını güçlendirebileceği sıkça dile getirilen bir konu. Böyle bir potansiyelin varlığı bir tarafa buna bir kesinlik atfetmek sağın da aynı kaynaktan beslenebileceği gerçeğini hafife almak anlamına gelebiliyor. Son dönemde Avrupa’da yükselen ‘aşırı-sağ dalga’ bunun bir örneği. Türkiye ve Yunanistan özelinde de benzeri bir sağ-milliyetçi refleksin kuvvetlendiği gözlemlenebiliyor. Türkiye’de kimi çevrelerce ekonomik sorunların faturası mültecilere ya da ‘dış güçlere’ bu dille kesilebiliyor. Yunanistan’da bunun yansıması nasıl oldu?
Belirli bir milliyetçilik her zaman Yunanistan’ın siyasi manzarasının parçası oldu. Yine de egemen siyasi güçlerin, özellikle de ND’nin ele alış biçimi, emperyalizmle ilişkili, belli bir şekilde oluyor. Yansıttıkları milliyetçilik, ‘Yunanistan’ın Batılı ve Avrupalı bir ülke olduğu’ retoriği üzerine bina ediliyor. Başbakan [Miçotakis] bir ara ‘tarihin doğru yerinde olduklarını’ söylemişti. Bu da tabii [onlara göre] Rusya’ya karşı ABD ve NATO’da bulunmak anlamına geliyor. Milliyetçilik, geleneksel agresif şekilden ziyade daha çok bu şekle bürünüyor. Örneğin, mevcut hükümet Kuzey Makedonya ile yapılan Prespa Anlaşmasını[5] kabul etti ve herkes uyguluyor.
Bu bir unsur. Diğer taraftan mevcut hükümet her ne kadar geçmiş geleneksel hükümetlere kıyasla Türkiye’ye dair agresif retoriği görece daha az tercih ediyor olsa da, aynı zamanda ABD’nin içerisinde bulunan ve Türkiye’ye karşı konumlanan kimi diplomatik ve siyasi akımlarla kendisini ilişkilendirdi. Mesela Yunanistan Hükümeti’nin ABD Hükümeti’nden talep ettiği ‘Türkiye’ye son jenerasyon jet uçağı teçhizatının verilememesi’ konusu örnek gösterilebilir. Yunanistan dış politikasında bazı stratejik değişimler oldu. Örneğin İsrail ile yapılan bazı anlaşmalar ‘Türkiye’ye karşı bir denge oluşturma’ adı altında gerekçelendirildi. Her ne kadar farklı agresif retoriklerden kaçınsalar da bahsettiğimiz ‘agresyon’ tipleri bunlar. Yine de gerçek barışçıl çözümlere dair herhangi bir girişimleri olmadı.
Diğer taraftan milliyetçiliğin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı şeklinde de vücut bulduğu bir sorun söz konusu. Bu Yunanistan için hâlâ bir sorun ve her iki hükümet için de geçerli. Mevcut hükümetin oldukça agresif bir mülteci karşıtı siyasi hattı var, ‘Avrupa Kalesi’ politikasını uyguluyor ve ‘güçlü olup mültecilere karşı sert tutum alma’ retoriğini kullanarak siyasi çağrısının bir parçası haline getiriyor. Örneğin şimdi Evros[6]’ta bir duvar inşa ediyorlar ki bunun sadece meseleleri daha kötü hale getireceğini biliyoruz. Çünkü eğer Avrupa’ya kara yolunu daha zorlu hale getirirseniz, o zaman geriye sadece deniz yolu kalır ve deniz yolu çok tehlikelidir. Özellikle de Yunanistan Hükümeti ve yetkilileri uluslararası hukuku hiçe sayarak yasadışı geri itmeleri uyguluyor.
Yani evet, mülteci karşıtlığı milliyetçiliğin, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının bir göstergesi. Bu da ciddi bir sorun. Çünkü görünüşe göre aşırı-sağın retoriği artık sağın ve merkez-sağın politikası ve ilkesi olmuş durumda.
[1] Podemos’un kendisine göre daha solda kalan Izquierda Unida ile ittifakı
[2] Yunanistan’ın eski başbakanlarından Andreas Papandreu’nun PASOK, 2021 yılında başkan olarak 44 yaşındaki Nikos Androulakis’i seçti.
[3] 2019 yılında kurulan parti Mayıs 2023 seçimlerinde 2.92yüzde oy alarak seçim barajına takıldı.
[4] Özgürlük Rotası isimli parti, eski SYRIZA üyesi Konstantopoulou tarafından yönetiliyor.
[5] 2018 yılında SYRIZA hükümeti döneminde Yunanistan ve Kuzey Makedonya ile yapılan anlaşma. İki ülke arasında süregelen ‘isim sorununu’ çözmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda Üsküp yönetimi ülkenin adını ‘Kuzey Makedonya’ olarak değiştirmiştir.
[6] Yunanistan’ın Türkiye kara sınırındaki ilin adı. Edirne’ye komşudur.