İspanya’da 8 aydır hükümet yok. Geçtiğimiz hafta, merkez sağda yer alan Halk Partisi’nin (PP) azınlık hükümeti kurma girişimi yine sonuçsuz kaldı. Ülke bir yıl içinde üçüncü kez genel seçimlere gitmeye hazırlanıyor. Yani tam bir siyasi kilitlenme durumu var. Ancak bu süre, beklendiği gibi ekonomik sorunların daha ağırlaşmasına ve hatta yeni bir ekonomik krizin tetiklenmesine yol açmadı. Aksine, şaşırtıcı biçimde, İspanya ekonomisinde uzun süredir görülmeyen yıllık yüzde 3’ün üzerinde bir büyüme performansı yakalandı. Peki, nasıl oluyor da bu siyasi kilitlenme ortamında ekonomik başarı görülebiliyor?
AVRUPA'NIN KRİZİ VE İSPANYA
İspanya, 2008’de ABD’de başlayan krizin Avrupa’ya varması sonrası en çok etkilenen ülkelerden biri. Özellikle İspanya’daki emlak balonunun uluslararası krize paralel olarak patlaması ve konut kredisi alanların borçlarını ödeyememesi, krizin İspanya’da şekillenmesi açısından önemliydi. (1) Bu özel durumun yanında, Güney Avrupa ülkeleriyle benzer özellikleri, İspanya’yı kemer sıkma programlarının uygulanması ile karşı karşıya bıraktı. Kriz Avrupa’ya ulaştığında durum kabaca şöyle idi: Avrupa parasal birliği içinde yer alan ülkelerdeki emek üretkenliği farklılıkları, bu ülkelerin dış ticaret dengelerine yansıyordu. Genellikle, parasal birlik içindeki büyük ihracatçılara göre düşük emek verimliliği olan ülkelerde dış ticaret dengesi açık veriyor, bu dış açık da dış fazla veren ülkelerden borçlanılarak kapatılıyordu.
Somutlaştırırsak, İspanya gibi, Almanya’ya göre emek üretkenliği daha düşük olan bir ülke, dış ticarette Almanya’ya karşı sistematik olarak açık veriyor. Bu durumda ortaya çıkan dış ticaret açığı ise, yine Alman finans sisteminden borçlanılarak karşılanıyor. Krizin ilk dalgası geldiğinde, özel iflaslar kamu tarafından üstlenildiğinden, zaten iyi durumda olmayan kamu bütçesi daha da kötüleşti ve kamu borcunun ödenemeyeceği beklentisi krizi daha da derinleştirdi.
BİRİKİM MODELİ İHRACI
Avro’yu kullanan ülkeler kendi para politikalarını uygulama haklarını Avrupa Birliği Merkez Bankası’na (ABMB) devrettikleri için, kriz durumlarında kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillenecek bir para politikası geliştiremiyorlar. Kriz derinleştiğinde, İspanya için parasal birlikten kaynaklanan kısıtlar nedeniyle enflasyon yaratma seçeneği mevcut değildi. Bunun sonucunda Avrupa Birliği (AB) teknokratları tarafından formüle edilen kemer sıkma programı, özellikle borç sorunu yaşayan ülkelere koşullu krediler aracılığıyla dayatıldı. Bu süreç, Uluslararası Para Fonu’nun (International Monetary Fund, IMF) 1980’lerde Türkiye gibi ülkelerde uyguladığı koşullu krediler yoluyla model ihracı sürecinin bir benzeriydi. (2)
AVRUPA’DA KRİZ SONRASI SİYASET
Avrupa’da 2008’den bu yana Almanya dışında iktidar değişikliği yaşamamış ülke neredeyse kalmadı. Bunun anlamı, ekonomik krizin Avrupa siyasetindeki müesses nizamı sarsmış olmasıdır. Ancak AB’nin teknokratik kurumsal yapısı, sarsılan müesses nizamın sürdürülebilmesi adına, siyaseten farklı seçeneklerin önlenmesi için mükemmel bir işlev görüyor. Bu kurumsal yapı içinde kemer sıkma programı, Avrupa’da kriz sonrasında iktidara gelen hükümetlerin önüne konan tek seçenek halini aldı. Bunun en açık halini Yunanistan örneğinde gördük.
Yunanistan’da Ocak 2015’te gerçekleşen seçimler sonucunda iktidara gelen Syriza, 2008 krizi sonrası saman alevi gibi parlayıp sönen kemer sıkma politikaları karşısındaki sol tepkinin ilk kez iktidar olması anlamına geliyordu. Ancak Syriza’nın Troyka (Avrupa Birliği Merkez Bankası, Avrupa Birliği Komisyonu, ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan üçlü) ile müzakere yoluna gitmesi, sürecin kilitlenmesi anlamına geliyordu. Ocak-Temmuz 2015 arasında süren müzakereler sonucunda, Troyka’nın galibiyeti, Syriza’nın sert bir şekilde ezilmesi ile sonuçlandı. Sonuçta, kemer sıkma tedbirlerine itiraz ederek iktidara gelen Syriza, en sert kemer sıkma tedbirlerinin uygulayıcısı haline geldi.
FARKLI HÜKÜMETLER, TEK PROGRAM
Syriza’nın trajedisinde, Syriza liderliğinin herhangi bir B planının olmaması ya da Troyka ile görüşerek şartların esnetilebileceği şeklindeki naif bir çizgiyi savunması gibi zaaflar vardı. Ancak mesele basitçe Syriza liderliğinin zaafları ile sınırlı değil. Syriza deneyi, bize kriz sonrasında yeniden şekillenen Avrupa siyasetinin sola kapalı yapısını bir kez daha göstermiş oldu. Bugün Avrupa’da iktidara gelecek herhangi bir siyasi parti için, AB’de kalarak kemer sıkma politikalarından başka izlenebilecek herhangi bir ekonomi politikası mevcut değil. Dolayısıyla sosyal demokrat ya da daha solda yer alan siyasi seçenekler için, AB’de kalarak bu siyasi çizgilerini sürdürmelerinin imkanı oldukça sınırlı. Bu durum, İspanya’daki seçimleri de etkiliyor.
Aralık 2015 seçimlerinde, Podemos’un merkez sağ (PP) ile merkez solun (PSOE) hemen ardından yüzde 20’ye yakın oy alması ve sonrasında merkez sol ile koalisyon kurmayı reddetmesi, 1977’de Franko diktatörlüğünün devrilmesinden beri ilk kez seçimler sonucunda hükümet kurulamamasını beraberinde getirdi. Ancak Haziran 2016’da yapılan seçimlerde, yeni bir ittifak geliştirip Unidos Podemos haline gelmesine rağmen oyları, önceki seçimlere oranla 1 milyon düşmüş durumda. Bu düşüşte farklı etkenler var. Ancak en temel sorun, Syriza paradoksu!
SYRİZA PARADOKSU
Syriza’nın Troyka tarafından ezilmesi, sadece Yunanistan’a ait bit süreç değildi. Zira Syriza yenilgisinin etkileri İspanyol seçimlerinde de gözlenebilir. Podemos, gerek Ocak-Temmuz 2015 sürecindeki Syriza-Troyka müzakereleri sırasında, gerekse Temmuz 2015’te Yunanistan’da gerçekleştirilen referandumda Syriza’nın yanında durdu. Ancak referandumda hayır oyu çıkmasına rağmen Syriza’nın çok ağır tedbirler içeren kemer sıkma programını uygulamak zorunda kalması, seçmen gözünde Podemos’un sonunun da benzer olabileceği izlenimini uyandırdı. Yani Syriza’nın ezilmesi, sadece Syriza’nın değil, benzer diğer itirazların da ezilmesi anlamına geliyordu. Bunun sonucunda, aynı anda hem AB’de kalmanın hem de kemer sıkma tedbirlerine karşı çıkmanın imkansız olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Syriza paradoksu, AB’de kalıp kemer sıkmaya karşı çıkmaktır. Podemos, Syriza paradoksundan kurtulamadığı için seçmen nezdinde inandırıcı bir seçenek yaratma potansiyeli giderek azalıyor.
TEKNOKRATLAR İKTİDARDA!
Avrupa’da liberal demokrasi kalesinin burçlarına bir süredir teknokrasi bayrağı çekilmişti. Kriz derinleştikçe hükümetler olmadan ekonominin otomatik pilotta sürdürülmesi giderek fiili bir seçenek haline geldi. Krizden beri İtalya’da, Yunanistan’da ve Romanya’da görülen teknokratların iktidarı, şimdi İspanya’da görülüyor. Her ne kadar PP hükümeti şeklen iktidarda olsa da herhangi bir yasa çıkarma yetkisi yok. İşler fiili olarak bürokrasi tarafından yürütülüyor ve bürokrasinin izlediği yol haritası Troyka tarafından çizilmiş durumda.
Dünya genelinde negatif faizlerin uygulanıyor olması, İspanya’nın ABMB’nin tahvil alım programından 200 milyar Avro’ya yakın bir düzeyde yararlanması, petrol fiyatlarının düşük seyretmesi ya da olumlu seyreden turizm sezonu gibi faktörler, İspanya’daki olumlu büyümenin nedenleri için sıralanan unsurlar. Bu büyüme performansının seçilmiş bir hükümet olmadan gerçekleşmiş olması daha geniş bir tartışmayı hak ediyor. Ancak şimdilik bu gelişmenin bize söylediği şey, siyasi kriz derinleşirken, ekonomi politikalarının sermaye lehine düzenlenmesi anlamına gelen teknokratların iktidarının giderek olağan bir yönetim şekli haline geldiğidir.
1) Ümit Akçay ve Ali Rıza Güngen (2016) Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, Küresel Kapitalizmin Geleceği, Ankara: Notabene Yayınları, s. 146-152.
2) Ümit Akçay, (2016) “Yunanistan Ayasında Avrupa’nın Krizi ve Emperyalizm”, Emperyalizm, Teori ve Güncel Tartışmalar (içinde), Editörler: Ahmet Bekmen ve Barış Alp Özden, İstanbul, Habitus Yayınları, s. 289-312.