System Crasher: Zor bir ilk film!
Ana yarışmada üç Alman filmi var. ‘System Crasher’ izlediğimiz ilk fim. Nora Fingscheidt’in ilk yönetmenlik denemesi, oldukça zor bir konuyu ele alıyor.
Ahmet Boyacıoğlu
Berlin film festivali’nin açılış törenleri hep çok eğlenceli ve öğretici olur. Bu yıl da gelenek bozulmadı. Törende, tahmin edildiği gibi festival yönetmeni Dieter Kosslick’in on sekiz yıl sonra görevini bırakması ön plana çıktı. Kültür ve medyadan sorumlu Devlet Bakanı Prof. Monika Grütters, Dieter Kosslick’i ‘Ayıların Efendisi’ olarak tanımladı ve övgü dolu konuşmasında ‘Eğer sizin gibi bir siyah şapkam olsaydı, onu bir saygı gösterisi olarak çıkarır ve sizi selamlardım’ dedi. Bakan ayrıca Berlin Film Festivali’nin 365.000 izleyici ile dünyanın en büyük izleyici festivali olduğunu belirtti. (Ek bilgi: Almanya’da Federal Hükümetin bir Kültür Bakanı yok. Nazilerin kültürü bir propaganda aracı olarak kullanmasından sonra kültür, bir devlet politikasi olmaktan çıkmış ve eyaletlere bırakılmış. Bir Devlet Bakanı da biraz ek görev olarak kültür ile ilgileniyor)
Töreni yıllardır büyük bir başarıyla sunan Anke Engelke, geç kalmadığı için Dışişleri Bakanına teşekkür etti. (Almanya’da da politikacılar törenlere geç kalıyorlar anladığım kadarıyla) Dışişleri Bakanını bir konuşma yapmak için sahneye çağırmadılar. (Bizde olsa Sayın Bakan küser) Berlin Belediye Başkanı Michael Müller konuşmasında Dieter Kosslick’e yaratıcılığı ve çoğu kez sıra dışı olan seçimleri ve önerileri için teşekkür etti. Berlin Film Festivali’nin politik bir etkinlik olduğunu ve göç, savaş, kadın erkek eşitliği gibi konuları ele almasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Kimsenin bilmediği bir konuya da değindi ve tam yüz yıl önce, 7 Şubat 1919’da Weimar Anayasasının onaylandığını ve anayasada ‘kültürün özgür olması gerektiğini’nin yer aldığını söyledi. Konuşmasının sonunda Berlin’de ortaya çıkan antisemitik olaylardan duyduğu rahatsızlığı da dile getirdi.
Kusursuz olarak düzenlenen açılış töreni bir saatten daha kısa sürdü. Töreni izlerken benim de aklıma başka bir soru takıldı. Neden biz de Berlin gibi uluslararası düzeyde tanınan ve saygı duyulan bir festival düzenleyemiyoruz? Sanıyorum en önemli neden bilgisizlik ve yeteneksizlik. Politikacılarımızın ve belediye başkanlarımızın arada sırada bu konudaki demeçleri gazetelere yansıyor. En çok bilineni de ‘Antalya, Cannes Film Festivali ile yarışacak’ söylemi. Yarışamaz. Çünkü Antalya’da ciddi bir ‘vizyon’ sorunu var. Şüphesiz daha beteri de var: Adana Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı olan kişi ‘Geçen sene bizim açılış filmimiz, Cannes Film Festivali’nde Oscar almıştı’ diye bir açıklama yaptı. Daire Başkanı’na acaba nasıl bir evap vermeli?
Ana yarışmada üç Alman filmi var. ‘System Crasher’ izlediğimiz ilk fim. Nora Fingscheidt’in ilk yönetmenlik denemesi, oldukça zor bir konuyu ele alıyor. Türkçeye çevirisi de kolay olmayan film, (Uyumsuz Çocuk mu demeli?) dokuz yaşındaki bir kız çocuğunun hikayesi. Kahramanımız agresif, küfürbaz, şiddete eğilimli küçük bir canavar. Bir çocuk bakımevinde yaşıyor ve çevresindeki herkese hayatı zehir ediyor. Annesinin evine geri dönmesi mümkün değil. Okula gitmeyi reddediyor. Geceleri yatağını ıslatıyor. Bakımevindeki arkadaşlarına da çok kötü davranıyor. Sınıfta bir arkadaşının kafasını sıraya vuruyor, arabada giderken kendi kafasını cama çarpıyor. Şiddeti kendini kabul ettirmek için başarıyla kullanıyor. Şaşırtıcı olan eğitmenlerin kızımıza yaklaşımı: şiddete karşı şiddet uygulamak yerine, sürekli geri adım atıyorlar ve ona nasıl yardımcı olacaklarını tartışıyorlar. Film aslında küçük bir çocuğun sevgi arayışı üzerine kurulu. Kendini yakın hissettiği eğitmene ‘Eşini ve çocuğunu öldürürsem benim babam olur musun? sorusunu soracak kadar çaresiz. Çok iyi bir oyunculuk ile aslında on beş dakikayı geçmeyecek bir konu 118 dakikalık, ilgiyle izlenen bir filme dönüşmüş. Dokuz yaşındaki küçük oyuncuya ya da ilk filmini çeken yönetmene bir ödül çıkarsa şaşırmamalı.