Dag Solstad’ın kaleme aldığı 'T. Singer' Deniz Canefe çevirisiyle yayımlandı, 'T. Singer' Solstad’ın karakter yaratma becerisini bir kere daha okura gösteriyor.
Günlük yaşamda toplumsal mutabakata dayalı, uymak zorunda olduğumuz belirli kurallar vardır. Birey bu bağlamda katıldığı topluluğa uyum göstermek için kendini belli bir izlenim yaratacak şekilde ayarlar çünkü başkasının gözündeki yeri toplum içinde kabul görme, aynı zamanda benliğinin onaylanması anlamına gelecektir. Ancak kaygılı ve çekingen kimseler için bu durum zorluklar da yaratabilir çünkü böyle bir birey için topluluğa katılırken onların gözünde ne olduğu çok daha önem kazanır ve hata yapmamak için devamlı tetikte olmak zorunda hisseder. Bu da devamlı gözetleniyorum hissiyle yaşamak, genellikle doğal davranamamak, kendini ifade edememek ya da söylediği, söyleyeceği her şeyi kafasında tartıp durmak anlamına gelir. Böyle bir birey için yaşadığı ve söylediği her şey saatlerce üzerine düşüneceği, kafasında onlarca farklı senaryo üreteceği, hayatını zorlaştıran bir şeye dönüşür. Böylece, hayatta kalmak için devamlı strateji geliştirir, günlük yaşamda varlık bulabilmek için başka başka maskelerle dolaşır.
Dag Solstad’ın Jaguar Kitap tarafından, Deniz Canefe çevirisiyle basılan, 'T. Singer' adlı kitabının karakteri bu bahsettiklerimi düşündürdü. T. Singer çocukluğundan beri taşıdığı başkası açısından pek de önemli olmayacak bir olayın utancıyla yaşıyor, bundan kaçmak için de çeşitli stratejiler geliştiriyor çünkü olmadık bir anda içini kaplayan bu duygu yaşamını zora sokabiliyor. Karakter adeta “endişeden yaratılmış” ve yaşamda her şey onun için bir kaygı sebebine dönüşebiliyor. Bu nedenle hep temkinli olmak zorunda kalıyor, her şeyi planlı ve hesaplı yaşamaya çalışıyor, olaylar istediği yönde gelişmeyince de saatlerce kuruntu yapıp, her davranışını, her söylediğini kendiyle hesaplaşmaya dönüştürüyor. Bu da daimi bir benlik ve varlık kaygısı açığa çıkarıyor, içindeki ben ile toplum içindeki ben arasındaki yarık onu hayatta kalmak için farklı benlikler yaratmak zorunda olduğu bir yaşama hapsediyor. Dag Solstad, yarattığı karakterle yine bize insanı anlatmaya çalışıyor, endişesiyle, utancıyla, yaşamını devam ettirmek için var ettiği benliklerle, kendi içindekine sıkışıp kalmış, toplumla ilişkisini sürdürmek için olduğu şeyden uzaklaşmış bir insan temsiliyle, T. Singer ile buluşturuyor.
SİNGER’İN UTANCI
Singer’in bahsettiğimiz, çocukluğundan kalma utanç deneyimiyle başlayalım. Singer’in en iyi arkadaşı A, oyuncakçıda kurmalı bir oyuncağı çalıştırır, Singer çok komik bulmasa da buna kendi deyimiyle “kulak tırmalayıcı” bir kahkaha patlatır. Bir süre sonra amcası tarafından bu yaramazlığının görüldüğünü fark eder ve bedeni utanç duygusuyla kaplanır. Burada sorun yaptığı yaramazlık veya attığı kahkahanın ötesinde amcası tarafından görülmektir, farkına varılmaktır. Başkası tarafından gözetleniyor olmadan kaynaklı bir utanç yaşar Singer oysa yaşadığı büyük bir olay değildir bakıldığında, hatta amcası babasına şikâyet edecek olsa bile olay yaratacak bir durum içermez. Buradaki sorun ve Singer’i neredeyse tüm yaşamı boyunca etkileyecek olan şey, varlığının hep başkası tarafından, görülüyor ya da gözetleniyor olabileceği hissidir. Kitapta bundan şöyle bahsediliyor: “Amcası onu başka bir şey yaparken yakalamış ve bu halde yakaladığı için de şaşırmıştı. O yüksek ve abartılı ses, o yapmacık kahkaha. Amcasının gördüğü buydu ve bunu görünce düştüğü şaşkınlık Singer’i on yıl sonra utandırıyordu. Sorun kahkahanın kendisinde değil, o kulak tırmalayıcı, yapmacık kahkahayı atarken amcası tarafından görülmesindeydi.” Singer’in çocukluğunda yaşadığı bu olay onun yaşamını belirleyecek derecede önemli hâle geliyor çünkü o günden sonra toplum içinde başkasının gözlerini fark ediyor bu da onu kaygılı bir benliğe hapsediyor. Burada toplumsal yaşamda Goffman’ın “etkileşim” dediği şeyin etkisinden söz edebiliriz, bu: “kabaca fiziksel olarak aynı ortamda bulunan bireylerin karşılıklı olarak birbirlerinin eylemleri üzerindeki etkileri olarak”[1] ifade edilir. Bu “etkileşim”lerden kaynaklı “etkiler” bireyin toplum içindeki varlığını olumlu ya da olumsuz belirleyecektir, kişi katıldığı ortamda bu etkilerden kendi istediği olumlu yanı almak ister ancak durum böyle olmadığında, istediği benliği yansıtamadığında, kaygıyla ve utançla savrulabilir. Bu nedenle, Singer’in daha sonraki etkileşimlerinde de bu utanç duygusunun ortaya çıkması bununla ilgili olabilir. Ayrıca, onun zaten kendini gerçekleştirememiş kaygılı bir birey olmasının da etkisiyle, yaşadığı deneyimin etkisinin devam ettiği söylenebilir. Başka bir örnekle devam edelim, katıldığı bir toplantıda Singer, bir arkadaşını başka bir arkadaşıyla karıştırır, karıştırdığı arkadaşına söyleyebileceği bir şeyi ona söyler. Ve bu yine o utanma duygusunu açığa çıkarır, normal şartlarda hiç sorun yaratmayacak bir şeydir ancak Singer gibi endişeli, benliği devamlı onay bekleyen biri için bu büyük sorun olur. Ayrıca, her “etkileşim”in farklı dinamikleri vardır ve samimiyet derecesi gibi, karşılıklı belirlenmiş bir mutabakatla yürür. Bu nedenle Singer’in arkadaşlarını karıştırması onu çıkmaza sokar çünkü karıştırdığı arkadaşına söylenebilecek bir şeyi başkasına söylemiştir, bu onun için büyük derttir. Burada onun karakterinde bir çekingenlik de tespit edebiliriz. Rita Steininger[2], çekingen insanların devamlı sorunlarını kendi içinde çözme çabasına değinir bu da bireyi devamlı düşünceli bir hâle getirir ve kuruntu, korku, yıkıcı özeleştiri bireyin yaşamını oldukça zora sokar ki karakterimizde bu özellikleri epey belirgin bir şekilde hissediyoruz. Bundan dolayı, günlük yaşamda normal görülebilecek olaylar Singer için büyük dertler demek, kuruntu, korku, saatlerce üzerine düşüneceği, kafasında kuracağı, sanki dünya kendi etrafında dönüyormuşçasına hayatı kendisinin etrafına sıkıştırması, belki çekingenlikle de açıklanabilir.
Tüm bu pimpirikli olma hâli Singer’in yaşamını hâliyle olumsuz etkiliyor, hayatta ne olacağına karar vermesinden, günlük yaşamındaki en küçük ayrıntıya kadar. Mesela, bir dönem herkesten sır gibi sakladığı yazar olma fikrine kapılıyor ve bir cümle yazıyor, aylarca o cümleyi evirip çeviriyor, bir kelimesi üzerine saatlerce düşünüp değiştirdiği cümle, bir süre sonra takıntılı bir biçimde üzerinde oynadığı, kuruntu yaptığı bir şeye dönüşüyor bu yaşamının her ânında karakterin karşısına çıkıyor. En sonunda kütüphaneci olmaya karar veriyor kendi deyimiyle “kitap bekçisi” ki bu metin boyunca karakterin ilgisini kaybetmeden sürdürdüğü tek şey oluyor çünkü onun için bu aynı zamanda yüzleşemediği pek çok şeyin kaçışı belki de.
SİNGER DEĞİŞİYOR MU?
Singer, kendini genellikle güvensiz hissediyor ve bunu aşmak için toplum içinde farklı maskelerle dolaşmak zorunda kalıyor. Onun bu durumunu, kütüphanecilik yaptığı sırada kendisinden beklenmeyecek bir şekilde âşık olup evlendiği zaman daha iyi gözlemleyebiliyoruz. “Aşkının etkisiyle Singer reddedilemez bir değişim geçirdi” diyor anlatıcı. Kitabın başından bu noktaya kadar ona tanık olan okur da aynı şeyi söyleyebilir, Singer gerçekten değişiyor gibi görünüyor ama karaktere biraz yakından bakınca bunun onun maskelerinden biri olduğu da rahatlıkla görülebilir kitapta şuna dikkat çekiliyor: “Evet, şimdi gördüğümüz Singer’in, Merete’nin (evlendiği kadın) kafasındaki hayale göre yaratıldığı kolaylıkla söylenebilir. Ama bunun Singer’in özgür seçimi olduğunu eklemeliyiz.” Singer katıldığı bu yeni gruba uygun davranırken, Goffman’ın şu cümlelerini hatırlayabiliriz: “Bireyin işin başında çizdiği görüntü, onun, olduğunu iddia ettiği şeye bağlı kalmasını ve diğer bütün rolleri bir kenara bırakmasını gerektirir. Katılımcılar arasındaki etkileşim süresince doğal olarak bu ilk bilgi durumu eklemelere ve değişikliklere maruz kalacaktır ama sonraki gelişmelerin katılımcıların başlangıç konumları ile çelişmeden gerçekleşmesi ve hatta o konumlardan hareketle gelişmesi yaşamsal öneme sahiptir.” Singer, Merete’nin hayalindeki kurguya yerleştirilmiş bir karakter gibi davranarak, “başta çizdiği görüntüyü” korumak, o “yaşamsal” olanı sürdürmek için epey gayret gösteriyor. Ona ve üvey kızına yemekler hazırlıyor, ekmek yapmayı bile öğreniyor, nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranıyor. Karakterin Merete’nin yaşamına uyumlanmış maskesi belki ona devamlı benliğinin onaylandığı, kendini güvende hissettiği bir alan da yaratıyor ve çoklu bir benlikle yaşayan Singer için bu bulunmaz bir fırsat oluyor ta ki kaygıları tekrar belirip, içindeki düşüncelere dalana kadar. Salecl’in hatırlattığı gibi, “kaygı, yapabilme olasılığıyla bağlantılıdır, ama tam da bu hâliyle, genişleyen bir uçurumdan aşağı bakmanın uyandırdığı bir his gibi ortaya çıkar çoğu zaman.”[3] Singer için de böyle oluyor evlilik içinde “yapabilme olasılığını” kaybediyor, kaygının nesnesi olmadığından da söz edilir, onun için de bu durumun geçerli olduğu söylenebilir çünkü belirgin hiçbir sebep yokken Singer başka biri hâline gelebiliyor, düşüncelerle, kuruntularla örülü iç benliği onun yaşamının çıkmazı olmaya devam ediyor.
Bahsettiğimiz bu özellikleri, kitabın sonuna kadar takip edebiliyoruz; eşini kaybettiğinde, hiç istekli olmadığı halde sadece toplumsal kodlara uygun maske o olduğu için üvey kızına bakmakta ısrarcı davrandığında, iş değiştirdiğinde, başka bir şehre gittiğinde, iş arkadaşlarıyla ilişkisinde, bir sinema bileti alacağında… Kısacası, yaşamın her ayrıntısında bu karakter özellikleri onun peşini bırakmıyor.
Dag Solstad’ın “T. Singer” metni bana kalırsa yazarın karakter yaratma becerisini bir kere daha okura gösteriyor. Yazar, yarattığı temsilin hem içsel boyutunu hem de toplum içerisindeki varlığını şeffaflaştırıp, derinleştirirken, okura da tanıdığı bir kitap karakterinden çıkardığı sorular, düşünceler ve dönüp kendi yaşamındaki maskelere bakma fırsatı kalıyor.
Dipnotlar
[1] Goffman, E., (2012), “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu”, s. 23-24-28, (Çev. Barış Cezar), İstanbul: Metis Yayınları. [2] Steininger, R., (2019), “Çekingenlikten Kurtulmanın Yolları”, (Çev. Figen Sile Kösebay), İstanbu: İletişim Yayınları. [3] Salecl, R., (2013), “Kaygı Üzerine”, s. 59, (Çev. Barış Engin Aksoy), İstanbul: Metis.