T24 tarihi hakikatleri inkâr ve editoryal politika
Hâlâ cevapsız olan asıl soru şudur: Hrant Dink’i ölüme götüren cümlelere yer veren ve ona karşı kampanyalar örgütleyenlere bir biçimde övgüler düzen yazar ve yazılara niye yer verdiniz?
Taner Akçam
T24’ün şahsıma ağır hakaret ve yalan dolu açıklamalarını hayretle okudum. Açıklama, “suçüstü yakalanmış birisinin” psikolojisini yansıtıyor. Hrant Dink’e karşı Talat Paşa Komiteleri adıyla kampanyalar yürütenlerin yalanlarından övgüyle söz eden; Hrant’ı ölüme götüren cümlelere yer veren yazıları niye yayımladıkları soruma, “T24’te kimin nerede yazması gerektiği, Taner Akçam’ın ve/veya herhangi birinin karar vereceği bir konu değildir. Akçam kendi işini yapsın, T24’te yapılan gazeteciliği T24 editörlerine bıraksın” türünden bir cevap vermeleri bu suçüstü yakalanma durumunun bir ifadesi.
ZEYNEL LÜLE VE FİKRET BİLA YAZILARI
Bana verdikleri cevap, sadece büyük bir saygısızlık örneği sayılmamalı; T24 tartışılan konunun ne olduğunun farkında bile değil. Konuyu anlamamış oldukları çok açık. Soruma cevap vermedikleri gibi, benim Zeynel Lüle ve Fikret Bila’nın yazıları hakkındaki ifadelerimi bana karşı kullanıyorlar.
Lüle ve Bila’nın inkarcılıkları ve yaydıkları bilgi kirliliği ile benim T24’ün yazılarıma yaptıkları hakkında söylediklerimi eşitlemeleri ve bana karşı kullandıkları dil tartıştığımız konunun ciddiyetini kavramaktan çok uzak olduklarını gösteriyor. İnsanın aklına, “Gazetecilik gazetecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” cümlesini kurmak geliyor.
Konu şudur: Tarihi hakikatlere ilişkin bilerek bilgi kirlilik yayan ve büyük cinayetleri açıktan inkâr eden yazıların yayınlanması konusunda izlenmesi gereken editoryal politika ne olmalıdır? Üstelik, bir de bu politikaların, ülkemizdeki Kürt sorunu başta demokrasi ve insan hakları sorunlarının ana nedeni olduğu biliniyorsa...
Eklemeye bile gerek yok, T24 editörleri biliyor ki bu tür yazılar “yakın arkadaşı” olduklarını iddia ettikleri Hrant Dink’i ölüme götürmüştür. Bunu bilemeyecek, hatırlayamayacak kadar gerçeklikten uzak olamazlar.
Yani, Türkiye özelinde sorun şöyle formüle edilmelidir: Hrant Dink aleyhine açılan kampanyalarda kullanılan cümleleri aynen tekrar eden ve onu ölüme götüren yolun taşlarını döşeyenlerin yalanlarını köşelerine taşıyan yazılara yönelik nasıl bir editoryal politika izlenmelidir?
Eğitimciyim. Konu hakkında, T24 editörlerini eğitmekte hiçbir mahzur görmem. Kendilerine öncelikli tavsiyem, örnek aldıklarını tahmin ettiğim, New York Times ve Boston Globe gibi gazetelerin bu konu [Ermeni soykırımını inkâr eden yazılar konusunda takınılacak tutum] üzerine yaptıkları tartışmalara ve yapılan özeleştirilere yakından bakmalarıdır. Bu tartışma ve özeleştirilerden öğrenecekleri çok şey vardır.
New York Times ve Boston Globe ne tartışmışlar ve ne karar mı almışlardır? Bunu T24’e ev ödevi olarak vereyim. Konuyu derslerini çalıştıktan sonra konuşuruz.
YAZILARIM HAKKINDA VERDİĞİM BİLGİLER DOĞRUDUR
Konuyla ilgilenenler açısından, T24’ün kasıtlı bilgi çarpıtmalarını da düzeltmek gerek. Hakaretleri bir kenara bırakalım ve yazılarımın başına gelenlere ve sürmanşet meselesine bakalım:
Şöyle deniyor: “Evet, Taner Akçam'a bir süreden beri T24'ün yazarlar bandında yer verilmedi… T24, Taner Akçam'a vaktiyle, "Ahval'de yazmaya başlaması üzerine, ortak yazarlığı kabul etmediği" açıklaması yapmıştır. Taner Akçam'ın bu açıklamayı "anlayışla karşıladığını" bildiren yanıtı, kendisinin neden yazarlar bandında olmadığı sorusunu yanıtlıyor.”
Aslında, e-maillerini kontrol etselerdi yukarıdaki lüzumsuz satırları yazmalarına gerek kalmazdı. Konu çok basit. Zaten topu topu dört tane yazı; başına gelenler ise şunlar:
Mayıs 18, 2019: Yayınlanması ricasıyla bir yazı yolladım. Yayımlanmadı. Nedeni konusunda cevap da verilmedi. Tanıdık arkadaşlar üzerinden sordurdum. Yazının, Ahval’in düzenli yazarı olduğum gerekçesiyle yayımlanmadığı, bildirildi. “Bunu, Doğan Akın bana çok önce söylemişti zaten ve ben bunu anlayışla karşılarım ama ben Ahval yazarı değilim”, diye yanıtladım. Bunun üzerine, yanlış anlama olmuş deyip, yazımı 22 Mayıs 2019’da yazarlar bandından yayımladılar. İşte e-maillerinden ilgili cümleleri: “Ahval'ın sitesindeki gösterim nedeniyle editör arkadaşlar düzenli yazarları olduğunuz gibi bir yanılgıya kapılmış. Şimdi tekrardan Doğan Akın'la da teyitleştik, yazınızı bu gece yayına alacağız.”
Yani, 22 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla Ahval meselesi kapanmış bitmiş bir meseledir.
22 Haziran 2019: Öcalan açıklaması ile ilgili yazım, sorunsuz, yazarlar bandından yayımlanmıştır
14 Ağustos 2019: “Ermenilerin imha kararı” ile ilgili yazımı gönderdim. 5 gün basmadılar. Yine araya tanıdık arkadaşları soktum. Bunun üzerine 20 Ağustos’ta “teknik ihmal” diyerek, özür dileyen bir e-mail yolladılar ve bir daha benzeri hata olmaması için, yazıları yollamam gereken iki başka isim daha verdiler. Sonra yazım basıldı. Ama yazı gene sürmanşetteki yazarlar bandında yoktu. Ayrıca görülür bir yere de konmamıştı. Yazıyı bulmak için gerçekten çok aramak gerekiyordu.
Kendilerini çok kızdırdığını anladığım, “hasır altı” ifademle anlattığım durum budur.
Tanıdığım dostlara, “yazım görünmüyor”, diye durumu şikâyet ettim. Şikâyet üzerine, yazım hemen yazarlar bandına çıktı ve Doğan Akın’dan özür dileyen bir e-mail geldi. Doğan Akın’ın e-mailinin ilgili kısmını aynen alıyorum: “Yazınızla ilgili iki şanssızlık üst üste yaşandı. Birincisi, [G] ve benim İstanbul dışında olmasından kaynaklandı ki, [G] bu konuda size yazdı, özür diledi.
İkincisi ise, bütün yazarlarımız için zaman zaman yaşadığımız bir sorun, bu sefer sizin yazınızda oldu, sürmanşetteki yazar bandında yazınız bir süre görünmedi, ancak çözüldü. Yoksa siteye giren bir yazının sürmanşetteki bantta görünmemesi düşünülemez. Aksaklık için özür dilerim.”
Görüldüğü gibi, sürmanşet ifadesi bana değil, Doğan Akın’a aittir. Ben “bant” kelimesini koymayarak, büyük bir tarihi yanlışa imza atmışım (ey “bant” sen nelere kadirmişsin!)
30 Ekim 2019: Amerikan Kongresi kararı ile ilgili yazımı yolladım. Yazı gene yazarlar bandına konmadı; görülecek bir yerde de yoktu. Saat başı kontrol etmeme rağmen yazıyı hiçbir yerde de bulmak mümkün değildi. 14 Ağustos yazısına benzer bir durum ortada idi.
Bu sırada Fikret Bila ve Zeynel Lüle yazıları yayımlandı. Kendilerine derhal, “Kusura bakmayın, bu yazarlarla aynı zeminden bulunmak, konu hakkındaki 30 yıllık çabalarımı inkâr etmem anlamına gelir. Yazımı çekiyorum ve lütfen yayınlamayın”, diye bir not gönderdim. Ayrıca T24’e ve Doğan Akın’a bugüne kadar gösterdikleri tüm ilgi için teşekkür ettim.
Bunun üzerine bana “yazıyı yayınladık” diye bir link gönderdiler. Ben yazımı, Gazete Duvar’a göndermiş bulunuyordum.
Durum budur. Görüldüğü gibi, yazılarımın yazarlar bandından çıkartılması ve “hasır altı” edilmesi ile Ahval meselesinin alakası yoktur. Yazımdaki “sürmanşet” ifadesi Doğan Akın’dan alınmıştır. İfade onundur. Hakaretlerinden anladığım, bu “bantta” kelimesi tarihi öneme ait bir kelime.
T24’ün bence meseleyi kişiselleştirmesine ve öfkelenmesine gerek yok.
Hâlâ cevapsız olan asıl soru şudur: Hrant Dink’i ölüme götüren cümlelere yer veren ve ona karşı kampanyalar örgütleyenlere bir biçimde övgüler düzen yazar ve yazılara niye yer verdiniz?
Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin yerini doldurma hırsınızı anlıyorum. Bunu ama Hrant’ın ölümü ve sonrası kazanılmış mevzileri terk ederek ve Hrant’ı ölüme götüren yazılara yer vererek yapmanıza gerek yok. Hırsınızın aklınızı yediğinin farkına varmanızda fayda var.
*Prof. Dr. Clark Üniversites Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi