İletişim sektörü, dışarıdan çok akıllı, fikirli ve eğlenceli
görünen bir sektör. Biraz soğuk ama girince alışıyorsunuz. Değişik
değişik işler ve o işleri yapan birbirinden yaratıcı, birbirinden
farklı, böyle deli deli, çılgın çılgın, marjinal insanlar.
Sanat gibi ama sanat değil maalesef. Bu sektördeki birtakım
insanların kendini “sanatçı” sanması bile, onu sanat yapmaya
yetmiyor.
Bir ucunda, gençler için rengârenk dünyalar var, yazmalar,
çizmeler, kendini ifade etmeler, havalara girmeler, hayaller,
ödüller, eğlenceler, yaratıcılığını konuşturmalar, yeteneğini
coşturmalar, çeşit çeşit insan tanımalar, ünlülerle çalışmalar,
büyük büyük paralar ve arayanlara “Setteyim şu an!” diyebilme
fırsatı var.
Diğer ucunda da emek sömürmeler, yoğun esinlenmeler, stres küpü
olmalar, dev egolar, o egoların altında ezilen insanlar, gece
gündüz çalışmalar, çalışmanın karşılığını alamamalar, hayatı
sorgulamalar, uykusuzluklar, depresyonlar, sinir hastası olmalar,
algılarla oynamalar, cambazlıklar, yalanlar dolanlar,
ayrımcılıklar, tacizler, mobbingler var.
Bu sektöre girmek için, bir sürü çok parlak (bazıları biraz mat)
genç, iş görüşmesine gidiyor. Şaşırtıcı ama (her şeye rağmen) umut,
heyecan, hırs ve inanç dolu oluyorlar giderken. O işe kabul
edilmek, işi sevmek, kendilerini sevmek, çalışmak, para kazanmak,
hayat kurmak, yetişkin olmak gibi tatlı planları var çünkü.
Buraya kadar, her şey normal.
Buradan sonrasına, yaşanmış bazı normal olmayan hadiselerle
devam edeceğiz...
Ünlü bir medya kuruluşunda, ünlü bir gazeteciyle iş görüşmesi
yapan 22 yaşındaki genç kadın, öğrenciyken yaptığı işleri filan
heyecanla anlatırken, (babası yaşındaki) gazeteci, “Ne kadar hoşsun
ya!” diyor aniden. “Anlamadım?” diyor bizimki. “Çok hoşsun! Bütün
samimiyetimle söylüyorum, seni seyretmekten, anlattıklarını
dinleyemedim. Kayboldum.” diyor. “Seni işe alırsam, benim için
çoook tehlikeli olur.”
Adam (bütün samimiyetiyle) gevrek gevrek gülerken, bizimki
kızarıyor, utanıyor. Utanması gereken o değil ama o utanıyor.
Görüşme bitiyor. Adam, samimi hayatına devam ediyor, bizimki
çıkışta ağlıyor.
Televizyonla radyoyla ilgili bir kurumun açtığı sınavları her
sene başarıyla geçerek, defalarca mülakata giden genç erkek, bilmem
kaçıncı mülakatından çıktığında, mülakattaki amcalardan biri,
arkasından “Bi’ dakka bakar mısın?” diye sesleniyor ve “Yavrum, her
sene uğraşıyorsun. Biz seni çok sevdik. Yukarılarda bir yerlerde
hiç tanıdığın yok mu?” diye soruyor. Yok. Hiç mi yok? Hiç yok.
İyi niyetli, samimiyetli ve yardımsever amca, “O zaman uğraşma
artık. Olmaz bu iş.” diyor. Bunu o kadar normal bir şekilde
söylüyor ki, yukarılarda tanıdık olmadan işe girememe hadisesini,
dünyanın en normal durumu olarak algılıyoruz.
İnanmayacaksınız ama amca haklı çıkıyor. İş olmuyor gerçekten
de.
Bir reklam ajansına, müşteri temsilcisi olmak için başvuran genç
kadın, (görüşme için aldığı) lacivert pantolonu ve (sabah kalkıp o
kadar da ütülediği) beyaz gömleğiyle gidiyor görüşmeye. “Seni
alsak, işe de böyle paçoz mu gelirsin yoksa düzgün bir şeyler giyer
misin?” diye soruyor karşısındaki kadın.
Görüşmenin ilk sorusu bu. Soruyu soran, bir kadın. İşe
alınmadığı için, “düzgün bir şeyler”in ne olduğu, bir gizem olarak
kalıyor bizimkinin “paçoz” hayatında.
Görüşme sırasında, “Aslında burnunu yaptırsan, çok güzel bir kız
olursun.” diyenler, “Sen yeter ki her gün işe gel, hiçbir şey
yapmasan da kabul.” diyenler, “Basenlerin için spora filan gitmeyi
düşünüyor musun?” diye soranlar, durup duruken siyasi görüşünü ve
hangi partiye oy verdiğini merak edenler, sözle taciz edenler,
cinsel içerikli espriler, şakalar filan.
Hepsinin tek ortak noktası var: Samimiyet. Ya “bütün
samimiyetleriyle” söylüyorlar ya “hep samimiyetlerinden”
uyarıyorlar ya da bütün iyi niyetleriyle daha “samimi bir ortam”
yaratmaya çalışıyorlar.
Kötü niyet, ego, laubalilik, şuursuzluk, iğrençlik, rezillik yok
yani. Samimiyet var.
Samimiyet önemli gerçekten de. Bakın, daha birkaç ay önce,
Zonguldak’taki 72 yaşındaki Fikret A. isimli “dede”, 9 yaşındaki
kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddasıyla tutuklu
yargılanıyordu mesela. Mahkeme, 9 yıl 2 ay hapis cezası
vermişti.
Geçen hafta, bu dede, tutuklu kaldığı birkaç ay, duruşmadaki iyi
hali ve “samimi anlatımı” sebebiyle tahliye edildi. Çocuğun cinsel
istismarı suçuna karşılık, duruşmada samimi anlatım. Tabii ki,
samimiyet kazandı.
Yıllardır aradığımız samimiyet, bulundu yani. Artık her olayın,
her taşın altından çıkıyor. Her şeyin kılıfı oldu artık, ne güzel.
Ne güzeldir samimiyetimiz, içi dışı tertemiz.
Gençler de bu tarz samimiyetlere alışsa iyi olur. Her şeye bu
kadar kafayı takıp hassasiyet gösterirlerse, hiçbir yerde iş
bulamazlar değil mi?
Herkes iş arama, iş bulma derdinde. Bunlar o kadar görüşmeye
gidebilmişler, bu noktadan sonra, biraz gözlerini, kulaklarını
kapatmaları lazım. Ama yok. Bir tanecik rezillik, minicik bir
seviyesiz hareket ya da aşırı samimiyetli bir cümlecik duyunca,
hop, hemen bir kızmalar, çekip gitmeler, hayata küsmeler filan.
Olacak iş değil. Yapmasınlar böyle.
Peki biz ne yapalım?
“Amaan, her sektörde, her yerde oluyor böyle şeyler canım!”
diyerekten hiçbir şey yapmamaya devam mı edelim? Yoksa, bir şeyler
mi yapalım?
Bakın, bütün samimiyetimle soruyorum. Samimiyet önemli.