Uçak Trabzon’da denizin yanı başına indi. Hiç deniz manzaralı
havalimanı görmemiştim, hepsi böyle iyi olmasa da şaşırmalarım bu
şekilde başlamış oldu. Sonra bindik araçlara ve deniz kenarından
Uzungöl’e doğru yeşili yara yara yol almaya başladık. Şu son
zamanlarda uğramış olduğu korkunç değişimle kuşbakışı görüntüleri
aklımıza kazınan eski doğa harikası yeni düş kırıklığı olan
Uzungöl’e... Onca bakir yaylayı, bölgeyi gezip doğanın en saf
halinin tadını çıkarmak da mümkündü; fakat bu bilinen yerleri
bilhassa görmek istedim, bilip de konuşabilmek adına. Neticede
çevresel ve kültürel bozulma apaçık serildi gözümüzün önüne.
Karadeniz’in gözümüzün önünde yıllar yılı tahribatı üzerine çok şey
yazıldı tabii, bilmediğimiz şey değil. Fakat gözle görünce de yürek
ayrı acıyormuş.
Yol boyu sonsuz ve dumanlı yeşilin içinden yer yer fırlayan
beton binalar, beyaz kağıda dökülmüş mürekkep gibi eğreti ve çirkin
devam ediyor. Uzungöl’de yağmur var. Ve sayısız şekilsiz, gereksiz
hediyelik eşya dükkanı, restoran, otel… Bölgeye girer girmez bir
“ah” çıkıveriyor insanın ağzından. Arapların en çok rağbet ettiği
yer burası aynı zamanda. Öyle ki, ülke vatandaşından çok Arap var.
Karadeniz müziği yok Arabik müzik var. Muhlama yok, kebap var.
Esnaf bizi sevmiyor, onları seviyor. Adeta bir Taksim. Gülesi
geliyor tabii insanın, biraz komik bir durum bence. Trajikomik.
Gelsin tabii insanlar ama asimile de olmayalım öyle değil mi? Bu
çarpık yapılaşma ve çevresel bozulma aynı zamanda bir kültürel
bozulmaya da sebebiyet veriyor. Öyle ki, 1200 nüfuslu Uzungöl’de
950 kişi kaçak yapı sebebiyle mahkemelikmiş, bu da enteresan bir
veri olarak kenarda dursun.
Velhasıl Uzungöl, üzerine konuşmanın dahi gereksiz olduğu
derecede yok olmaya yüz tutmuş. Keza Ayder Yaylası da öyle.
Yapılaşma artık yüzsüzlük noktasında. TOKİ yapılacakmış, daha ne
olsun! Halk öyle istiyor demek ki, ne diyelim. Gerçi Çamlıhemşin’e
yapılmış, gördük. Dış cepheyi doğaya uyumlu olsun diye ahşap
görünümlü falan yapmaya çalışmışlar; ama neticede bunlar basbayağı
TOKİ evleri ve alan ahşap görünümlü bir şekilde tahrip edilmiş
oluyor, yani bir şey değişmiş değil. Komik de bir hikayesi var:
Şimdi bu TOKİ evlerine yerleşecek kişiler yanlarında hayvanlarını
da getiriyorlar haliyle. Hayvanları koyacak yer yok. Mecbur onlar
da kömürlüğe koyuyorlar. Gelin görün ki binada kokudan durulmuyor.
TOKİ’nin adı değişmiş, KOKİ diyorlarmış artık çevrede, güler misin
ağlar mısın?..
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Ayder ve Uzungöl için
“Biz buraları kirlettik, rezil ettik” diyerek vaziyeti kendi
ağzıyla teyit etmiş, Rize’de kalacak yer sorunu olduğunu, otel
yapılırsa sorunun ortadan kalkacağını, yerel mimari kullanarak
konutların yapıldığını, bölgenin Arap turistler bakımından çok
çekici olduğunu ve korunması gerektiğini belirtmişti. Eğer
Erdoğan’ın yerel mimari dediği, yukarıda bahsi geçen yarım yamalak
ahşap görünümlü binalar ise, kendilerini ayrıca tebrik etmemiz
lazım. Görüldüğü üzere, sorunun otelsizlik olduğu görüşünde; bu
derece sığ ve ticari bir bakış açısı. “Karadenizli müteahhit”lerin
kimden ilham aldığı belli. Ya da tam tersi. Turist dediği de
Araplar. Araplar bizde yaya yaya tatil yapadursun, biz de
Yunanistan’a kaçıp duralım. Arap'tan para kazanacağım derken,
komşuyu zengin ettik haberi yok. Oysa bu cennet ülkenin sadece sol
alt köşesinden otuz tane Mikonos, elli tane de Parthenon Tapınağı
çıkardı. Bizim canımız yanmasın da kimin yansın…
Ayrıca madem turist çekmek istiyoruz, sadece doğal güzellikleri
değil kültürel değerleri de koruyabilmek gerekiyor. Örneğin
Trabzon’da bulunan ve 2013 yılında cami olarak kullanıma açılan pek
kıymetli Ayasofya Camisi ve Müzesi’nin fresklerinin üzerine
tebeşirle resim yapıp yazılar yazmış insanlar, haberleri var mı
acaba? Koskoca müze-caminin başına topu topu bir tanecik güvenlik
görevlisi koymuşlar, anlaşılan o ki onun da dünyadan haberi yok.
Yarın camiyi yerinden söküp Almanya’ya taşırlarsa ve bu durumdan
FETÖ’yü sorumlu tutarlarsa hiç şaşırmayın.
Neyse biz yola devam edelim; akabinde Artvin’e geçtik, orada
zaten koskoca bir Cerrattepe krizi var. Erdoğan madem buraları çok
düşünüyor, öncelikle Cerrattepe sorununu çözsün, “Artvin’in üstü
altından değerlidir” diye diye kendini harap etmiş bölge halkından
özür dilesin yaşatılanlar için. Danıştay geçtiğimiz ay
Cerrattepe’de madencilik yapılabileceğine ilişkin kararı onadı.
Başkanı, Erdoğan’ın önünde eğilen Danıştay’ın, bu kararında
objektif olduğu yönünde ciddi şüphelerimizin olması gayet normal.
Ülkede satıla satıla toprak kalmamış, "Ayder’i Uzungölü’ü rezil
ettik, düzelteceğiz" şeklindeki günah çıkarmalar inanın, bize hiç
mi hiç samimi gelmiyor. Daha çok, daha da çok otel yapmanın yerinin
hazırlandığı kabak gibi ortada. Affedersiniz ama, bunları yemek
isteyen yiyor, biz değil.
Yeşil Yol projesi de aynı şekilde; bölgeyi turizme açmak kisvesi
altında doğayı tahribattan ibaret bir proje idi. İstediğiniz kadar
doğaya zarar vermeden yapılmak üzere planlanıp programlansın; dokuz
tane yaylayı birbirine bağlayıp yollar, restoranlar, oteller
yapınca, zaten doğaya zarar vermek suretiyle bir projeye başlamış
oluyorsunuz ve bu başlangıçtan itibaren tahribatın devamının
gelmemesi imkansız. Özellikle bu ülkede kesinlikle imkansız.
Bunun dışında, Karadeniz zaten HES kuşatması altında, ki bu
başlı başına bir başka yazının konusu. Sadece şu kadarını
söyleyebiliriz; bugün Artvin’de gövde büyüklüğü bakımından dünyanın
en büyük üçüncü ve dördüncü barajları olmalarıyla övünülen Yusufeli
ve Deriner barajları bizim için bir övünç değil, utanç kaynağıdır.
Tarım yapılamayan bu bölgede, yalnızca taşkın koruma ve elektrik
üretme amacıyla hazırlanan bu projeler de doğayı talan edip
üzerinden para kazanmak için kullanılan birer bahaneden başka bir
şey değil.
Ne yazık ki, ülkenin ciğerleri çürüyor, yaşam damarları
kesiliyor. Dünya haritasına tepeden baktığınızda, bereket
bakımından şu koca dünyada biricik olan bu ülke komple “gri”
görünüyor. Suriye gibi, Afrika gibi. Elimizde bir Kaz Dağları ile
Doğu Karadeniz kalmıştı, onlar da günbegün eriyor. Hadi Kaz
Dağları’nda her gün bir yangın çıkıyor, yahu bari kendi memleketine
bölgene yapma! Kurtaramadığın ekonomiyi ağaç keserek, otel yaparak,
ülkenin altını üstünü talan ederek toparlamaya çalışmak topu topu
kaç yıl götürür ki seni? Bir gün bitersin ama bittiğinde geride
kalanlara toz ve duman miras kalır, olan yine ülkeye olur.