Nasıl Büyük Çamlıca Camisi, Boğaz’dan geçenlere “burası Müslüman bir ülkedir” diyorsa, aynı şekilde yılların tartışması Taksim Camisi de ideolojik bir yapıdır ve inat siyasetinin ürünüdür. Yoksa ne caminin şekil ve şemaili ne de yeri hiçbir mimari gerekçeyle açıklanamaz.
Bugün Taksim Camisi’nin yükseldiği, eskiden otopark olan, Taksim Meydanı’ndaki arsayı mimari tasarım atölyesi derslerimde çokça konuşmuş ve zamanında öğrencilerim ile kafa yormuş, hararetli tartışmalar yapmışızdır.
Değerli arsadır; maddi yani ekonomik değerinden bahsetmiyorum. İstanbul’un en kozmopolit bölgesinde bulunuyor. Yüzyıllarca Tarihi Yarımada, Karaköy, Kadıköy üçgenine hapsolmuş İstanbul’un 19'uncu yüzyılda modernleşme ile beraber ada-parsel-sokak kent düzeninde gelişen ilk bölgesidir. Tarihi bir bölgenin şimdiye kadar boş kalmış tek arsasıdır. Aynı zamanda Cumhuriyet’in yüzü Batı’ya dönük ilk modern meydanının hemen dibindedir.
Bu nedenle öğrencilerin tüm bu üst ölçekteki kentsel durumları, bölgenin İstanbul ile bağını, mekân örüntüsünü, toplumsal ayrımları ve aynı zamanda melezlikleri bir tasarım girdisi olarak değerlendirmeleri gerekir.
"Buraya nasıl bir yapı yapılmalı, programı yani işlevi ne olmalı, yeni program buranın nasıl bir eksiğini kapatabilir ve daha önemlisi bölgenin değerini nasıl yeni bir programla arttırabilir?" gibi sayısız soruyu düşünülmeli, buna mekânsal karşılıklar üretilmelidir.
Zor arsadır. Taksim Meydanı’nın batı sınırını yatay olarak güçlü bir şekilde çizen su sarnıcının arkasında dikdörtgen şeklinde bir arsadır. Kuzey ucu taşıt trafiğinin olduğu bir caddeye, Tarlabaşı’na açılır. Diğer ucu, bir noktadan sonra kırılarak yaya trafiğinin olduğu İstiklal Caddesi ile buluşur.
TAKSİM MEYDANI
Zor arsadır demiştim. Öğrencinin öncelikle nefsine hâkim olmayı öğrenmesi gerekir. Mimarlık bazen yapmamaktır. Yoksa aşırı tasarım (over design) tuzağına rahatlıkla düşülebilir.
Yaklaşık 2 bin metrekarelik arsanın tamamını doldurmak yerine, uygun bir yerine yerleşerek, kapalı-yarı açık-açık alanlar arasındaki mekânsal değerler kurulabilmelidir. En önemli sorunlardan birisi, Taksim Meydanı'na ismini veren, suyun bölüştürüldüğü, taksim edildiği yer anlamına gelen maksem ve su sarnıcı ile olan ilişkidir. "Sarnıca ne kadar yaklaşmalı, yapışmalı mı ya da bırakılacak mesafe ne olmalı, sarnıçtan AKM’ye bir kesit ele alınmalı ve buna bağlı olarak ne kadar yükselmeli?" gibi sorular tasarım girdisi olarak tasarımı şekillendirmelidir.
Değerli arsa ve zor arsa sorularını unutmamak üzere asıl mesele burada nasıl yapı olacak ve programı ne olacak sorularının karşılığına bakalım.
Öğrencilere en baştan "şu yapı yapılacak" demedim. Kendileri seçsin dedim. Tartışmalarda turizm danışma merkezi, kütüphane, bağımsız sinema merkezi, sanat atölyesi ve sergi salonu, mimarlık ve tasarım enstitüsü öne çıkan konular oldu. Bu arsada cami olup olmayacağı konusu da çok tartışıldı. Ama her zaman önce saydıklarım bölgenin toplumsal ve kültürel yapısına, ihtiyaçlarına, dönüştürücü etkisine uygun olarak öne çıktılar.
Hangi yapı türü olduğunun önemi yok, hiç kimse 300 yıllık sarnıca yapışmadı, Taksim Meydanı’nın en değerli yapısına saygı gösterdi. Kimi sarnıcın yüksekliğini geçmemeyi tercih etti, meydanla fiziksel bir ilişki kurmak isteyenler ise belirli ritmlerle ya da tek noktadan zarif bir şekilde yükseldiler. Şeffaf ve çağdaş cepheler, sarnıcı yok etmek yerine daha dikkat çekici hale getirdiler. Ve her zaman insanların sakince vakit geçirebilecekleri yarı açık ve açık alanlar tasarlandı.
Tüm bu anlattıklarımdan sonra şimdi Taksim Camisi’nin mimari değerlerine bakalım.
Taksim Camisi’nin kütlesi, kubbesinin ve minarelerinin yüksekliği, cephesi ortaya çıktı. Geriye bir tek iç süslemeleri kaldı. Uzaktan bakıldığında sanki su sarnıcının üzerine oturmuş. Cami, sarnıca tümüyle yaslanmış ve su sarnıcı caminin subasmanı olmuş gibi duruyor, kubbelerinin baskın rengi ve cephesi ile su sarnıcını yok sayıyor. Tüm dinlere saygı söylemi ile Taksim Camisi’nin yakınındaki Rum Ortodoks Kilisesi ve Ermeni Katolik Kiliseleri'nin yükseklikleri dikkate alınırken, su sarnıcı ile kurulacak oranlara hiç dikkat edilmemiş. Belli ki amaç, kiliselerin yükseklikleri bahane edilirken, meydana baskın bir cami inşa etmek olmuş.
Caminin arsa kullanımına baktığımızda, cami İstiklal Caddesi’nin bu değerli boşluğunu tümüyle doldurmuş. Arsanın tümüyle doldurma tavrı, geleneksel bir cami biçimi seçilirken ortaya daha önce benzeri hiç olmayan bir cami şeması çıkarmış, büyük çelişki bu. Önce 600 kişilik bir cami denmişti ama sonra 2 bin 500 kişilik bir cami yapıldı. Yerin 3 kat altında 165 araçlık kapalı otopark bulunuyor. Ayrıca yapıda konferans, sergi salonları gibi kültür ve sanat etkinliklerinin gerçekleştirileceği alanlar var. Burası için aşırı yüklü bir program bu. Ayrıca dikkatle bakılacak olursa, simetrikmiş gibi duran yapının, İstiklal Caddesi’ne doğru olan kısımda, arsayı tümden doldurmak adına yapının simetrisi bozulmuş, bu hem planda hem siluette açıkça görülüyor.
YENİ REJİMİN YENİ CAMİ
Taksim Meydanı yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için yeni ve modern Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzü olurken, diğer taraftan da Osmanlı’dan devralınan ümmetçiliğin yerine, toplumu bir arada tutmak için milliyetçilik ve yurttaşlık bilincini yaymanın aracıydı. Cumhuriyet Anıtı, Taksim’e yapıldı. Modern Avrupa’nın kent içi gezinti parklarına öykünen “Gezi Parkı” Taksim’de açıldı. Opera, bale, klasik müzik gibi o zamana kadar İstanbul’a yabancı olan sanat dallarına ev sahipliği yapacak olan AKM’nin yeri Taksim oldu. Özellikle 1950’lerden sonra yeni zenginlerin yani burjuvazinin eğlence, alışveriş ve kültürel mekânları yine Taksim ve etrafında yoğunlaştı.
Yeni Türkiye’nin yeni rejimi geldiği noktada ülkeyi İslamlaştırmanın en önemli aracı olarak camileri kullanıyor. Nasıl Büyük Çamlıca Cami, Boğaz’dan geçenlere “burası Müslüman bir ülkedir” diyorsa, aynı şekilde yılların tartışması Taksim Camisi de ideolojik bir yapıdır ve inat siyasetinin ürünüdür. Yoksa ne caminin şekil ve şemaili ne de yeri hiçbir mimari gerekçeyle açıklanamaz.
İşin latifesi ama, ne diyeyim, olan onca bıraktığım öğrenciye olmuş.