Taksim Hold'em: Dışarıda kıyamet kopuyor

Taksim Hold’em filminde ise başta ana karakter Alper olmak üzere bütün karakterler söyleyecekleri sözlerini ve tavırlarını ilk 15-20 dakika sonunda açığa vuruyorlar. Çok çabuk bir şekilde, Alper’in sevgilisinden çok daha apolitik ve umursamaz biri olduğunu, Kaan’ın soğuk, mesafeli bir karakter gibi davrandığını, Altan’ın ise tam tersine politik yaklaşıma sahip ancak biraz çok konuşup az eyleme geçen bir adam olduğunu anlıyoruz.

Abone ol

DUVAR - Yönetmen Michael Önder’in ilk uzun metrajlı sinema filmi Taksim Hold’em, Türk sinemasında çok örneğine rastlamadığımız bir türden, kapalı bir iç mekanda cereyan eden ve kıyısından da olsa politikaya değinen bir dram. Oldukça büyük bir potansiyel taşıyan bir filmin bize sıra dışı ya da en azından ilginç bir sinema dili sunmasını ve değişik mesajlar vermesini bekliyoruz ancak ne yazık ki film vaat ettiklerini yerine getiremiyor. Bunun kuşkusuz en büyük nedeni, bu tür filmlerin can damarı olan karakterlerin yeterince işlenmemesi ve politik tarafın biraz hızlı bir şekilde hasıraltı edilmesi. Seyirci olarak elimizde kalan ilginç bir fikir ve tarzla başlayan fakat hiçbir şekilde sonu getirilmeyen bir kapalı mekan dramı denemesi oluyor.

Gezi parkı olayları en ateşli zamanını yaşarken, Taksim’de oturan Alper (Kenan Ece) ara sıra yaptığı gibi birkaç yakın arkadaşını poker oynamaya çağırır. Beraber yaşadığı kız arkadaşı Defne (Damla Sönmez) dahil birçok kişi dışarıdaki bu eyleme katılmayı düşünürken, Alper’in ne böyle bir isteği ne de böyle bir çabası vardır. Arkadaşları teker teker eve gelirler ancak her birinin dışarıdaki olaylara farklı bakışı ortamı gerer ve bu grup arasındaki tartışmalar ve didişmeler bazı sırların ortaya çıkmasını sağlar.

KAPALI MEKAN FİLMLERİNİN BAŞARI ÇITASI

Önder, Avrupa sinemasında rastladığımız türden bu filmi kurarken, bizce çok riskli bir işin altına girdiğinin farkındadır. Çünkü çok kısıtlı bir mekanda geçen dramlarda (hatta durum komedilerinde) filmin başarı çıtasını asıl senaryonun kıvraklığı ve karakterlerin ağırlığı belirler. Taksim Hold’em ise başta hantal bir senaryoya sahip gibi durmuyor ancak hikayesinin biraz düz akması, hatta ara sıra tökezlemesi ve karakterlerin pek bir değişim yaşamadan kendilerini tüketmesi biraz ıslak bir barutla ateş etmeye çalışmak hissiyatı veriyor. Karakterlerin kendini tüketmesi derken, ana karakterlerin filme başlarken sahip oldukları özelliklerinin çok az değişmesini veya hiç değişmemesini kastediyoruz. Neredeyse hepsi filme başlarkenki ruh hali ve tavırlarla filmden ayrılıyorlar. Oysa ki bu tür filmlerdeki aslan payını üstlenen oyuncular, hikaye ilerledikçe çizdikleri karakterlerin yavaş yavaş zayıflıklarını gösterirler, derinden bir gerilim artar, söylenmeyen şeyler dile getirilmeye başlanır ve herkes önce birbirini sonra da kendisini yargılamaya başlar.

Kapalı mekanlarda geçen filmlerde, hikayenin vurucu olması için sık sık şok edici ve seyircinin şaşkınlıktan ağzını açık bırakacak sürprizleri olması da zorunlu değildir. Kuşkusuz bu yolu izleyen örnekler de vardır ama bizce bu tür filmlerin asıl kuvveti açığa dökülen sırlardan ziyade bu sırların karakterler üzerindeki etkilerinde yatar. Önemsiz gibi görünen, saklanan veya bastırılan şeyler bazen ana karakterlerin hayatında ve hayata bakışlarında büyük dalgalanmalar yaratır. Bu kısıtlı mekanda sıkışmış karakterler yavaş yavaş yengeç sepetine düşmüş gibi önce birbirlerini yemeye sonra da eylemlerinin doğruluğunu sorgulamaya başlarlar.

KARAKTERLERİN DÜZ TUTUMU

Taksim Hold’em filminde ise başta ana karakter Alper olmak üzere bütün karakterler söyleyecekleri sözlerini ve tavırlarını ilk 15-20 dakika sonunda açığa vuruyorlar. Çok çabuk bir şekilde, Alper’in sevgilisinden çok daha apolitik ve umursamaz biri olduğunu, Kaan’ın soğuk, mesafeli bir karakter gibi davrandığını, Altan’ın ise tam tersine politik yaklaşıma sahip ancak biraz çok konuşup az eyleme geçen bir adam olduğunu anlıyoruz. Bir de bunun üstüne bütün bu karakterler ve diğer yan roller tutumlarından bir adım taviz vermeyince hikaye dönüp dolaşıp aynı şeyleri gevelemeye ve hiçbir ciddi sonuca bağlanmamaya başlıyor. Bütün bu karakterler ve olaylar ortaya saçıldıktan sonra öğrendiğimiz sırlar sadece ufak bir aldatma hikayesi ve birinin göründüğünden çok daha korkak olduğu olması oluyor.

FİLME SONRADAN KATILANLARIN KATKISI

Dışarda yer yerinden oynamasına rağmen sadece zevkli bir poker partisi çevirme derdinde olan erkek karakterlere, dışarıdan (Defne ile beraber geliyor!) başka bir erkek karakterin, Fuat’ın katılmasıyla hikaye biraz canlanır gibi oluyor. Çünkü ufak ölçüde de olsa Fuat, kendini tam ortaya çıkarmayan, biraz gizemli bir karakter. Bütün diğer karakterlerin içini dışını öğrendiğimiz bir anda ortaya çıkan bu belirsiz adam, giderek ayak sürüyen bir hikayeye belli bir gerilim ve derinlik katıyor. Fuat’la eve gelen, dışarıdaki gösteride yaralanmış Defne ile Alper arasındaki tartışmadan ise yeni bir şey öğrenmiyoruz çünkü zaten filmin en başından bu olaya ne kadar farklı baktıklarını biliyoruz.

Filmin politik arka planını oluşturan Gezi olaylarına bakarsak: Yönetmen bu olayları hiç göstermiyor. Belki de filmin biçiminin zedelenmemesi için göstermesine gerek yoktur. Önder, Gezi olaylarının haklılığı veya haksızlığı konusunda fikir beyan etmekten imtina ediyor ve bu olayları sadece karakterlerin köşeye sıkışmış halinin altını çizmek ve hikayeye zenginlik katacak yan karakterler ( Fuat dışında polislerden kaçan birkaç gösterici kıza da evlerini açıyorlar) için kullanıyor. Dolayısıyla filmin politik bir geri planı varmış gibi duruyor, politik bir duruşu varmış gibi değil.

Oyuncular, daha önce değindiğimiz gibi kendilerini çabuk açığa çıkaran ve pek değişmeyen karakterlerinin kurbanı oluyorlar. Kötü oynadıklarını söylememiz biraz haksızlık olur ancak aralarında sivrilen tek oyuncunun Fuat’ı oynayan Berk Hakman olduğunu söylemek sanırım yanlış sayılmaz. Gerçekten de etkileyici bakışları ve dozunda oyunuyla sadece Berk Hakman giderek sarkan senaryoyu biraz hazmedilir kılıyor.

Önder’in filmi Taksim Hold’em kuşkusuz tamamen boşa gitmiş bir çaba değil. Yönetmenin değişik bir film yaratma peşinde olduğu aşikar ancak bizce bu tür filmlerin daha özel diyaloglara, daha sağlam karakterlere ve belki de Serra Yılmaz’ın ‘Cebimdeki yabancı’ filminde yardım aldığı gibi Ferzan Özpetek dokunuşlarına ihtiyacı vardır…

Yönetmen: Michael Önder

Oyuncular: Kenan Ece, Damla Sönmez, Nezih Cihan Aksoy, Berk Hakman, Süleyman Karaahmet, Tansu Tasanlar, Emre Yetim…

Ülke: Türkiye