Taksim Yarışması'nın söyledikleri ve söy(leye)medikleri…
En can alıcı soru şu: Taksim Meydanı bir gösteri meydanı mı yoksa olayların mekânı mı olacak? Ama maalesef şu an Taksim’e biçilen işlev gösteri, eylemi de seyretmek gibi görünüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) “İstanbul Senin” ve “İstanbul Meydanlarına Kavuşuyor” sloganları ile açtığı bir dizi yarışmanın ilki ve en önemlisi olan “Taksim Kentsel Tasarım Yarışması” sonuçlandı. Uluslararası açılan yarışmaya 146 proje katıldı, 20 proje ikinci aşamaya kaldı ve yakında eşdeğer ödül alan 3 proje için halk oylaması yapılacak.
Taksim, heyecan verici ve bir o kadar da zor bir yarışma. Siyasal yükü ağır; sürekli devinim halinde ve toplumsal taleplerin görünür olduğu bir meydandan söz ediyoruz. Çünkü Taksim Meydanı, laik Cumhuriyet’in en önemli sembollerinden; işlevi ise Osmanlı'nın ümmet anlayışı yerine yurttaşlık bilincini geliştirmek idi. Ayrıca hafızasında 1 Mayıs mitingleri ve Gezi Parkı Direnişi bulunuyor. Şimdilerde ise yeni AKM ve Taksim Camisi ile görünümü değişmekte.
Önce yarışma projelerinin bize ne söylediklerine değinecek, sonrasında ise halen devam etmekte olan süreçte neyin söylenmediğinden bahsedeceğim.
Halk oylamasına 15, 16 ve 19 numaralı projeler kaldı. Sadece bu üçü değil, diğer projeler de dikkate alındığında genel eğilim şu şekilde:
En dikkat çekici nokta, bahsettiğim siyasal ve toplumsal ağırlık ile hesaplaşmaya pek istekli olunmaması. Bunun yerine Taksim Meydanı idealize edilmiş, yeni AKM ve Taksim Camisi’nin olası etkileri önemsenmemiş, AKM’ye yarı ağaç alanlar ile hafif sırt çevrilmiş ya da 19 numaralı projede olduğu gibi bir “obruk” ile AKM-meydan ilişkisi zayıflatılmış. Sanırım orada olacaklar görülmek istenmemiş.
Aslında yarışma çoğunlukla meydandan çok park düzenlemesi olarak algılanmış. Gezi Parkı irileşmiş, sınırlarını aşmış ve meydanı işgal etmiş. Hatta kimi projelerde Gezi Parkı’nın düzeni yeni akslar ile tümden değiştirilmiş; zemin kotunun üstüne gezinti, yeme içme, dinlenme aksları; alttan geçen yol, metro ve fünikiler ile oyulmuş zemin altına ise müze-sergi gibi yeni programlar eklenmiş. Ama detaylara bakıldığında, meydana dikilen ağaçların çoğunun bu sefer yer üstünde değil ama yer altındaki gizli saksılara dikildiği görülebiliyor.
15 numaralı proje diğerlerine göre en heyecanlı olanı, daha doğrusu tasarımcıları fazla heyecanlanmışlar. Projede meydana serpiştirilen ağaçlara ek olarak, Gezi Parkı girişine devasa bir çelik strüktür ve Tarlabaşı’ndan gelen yolun aşağıya alınması ile oluşan tuhaf boşluktan başlayan, Gezi Parkı'na şöyle bir uğrayıp, oradan Atatürk Kitaplığı ve Taşkışla’nın arkasından Maçka Parkı’na doğru uzanan kırmızı bir köprü bulunuyor. Köprü üzerinden meydana, parka hiç değmeden dolaşabilir, etrafın fotoğrafını çekmenin keyfini çıkarabilirsiniz. Aşağıda ise ne olduğu önemli değil, sadece seyredin ve tadını çıkarın diyen bir anlayış hâkim projeye.
16 numaralı projede ise zemin altına “Taksim Hafıza Müzesi” yerleştirilmiş, Taksim Meydanı’nın geçmişini canlı tutmak amacıyla. Ama unutulan şu: Müzeler geçmişe aittirler, olmuş bitmişlerin yeridirler. 1 Mayıs ya da Gezi Direnişi’ni, yeraltındaki bir müzeye gömmek size eleştirel bir duruş kazandırmaz; tam tersine bunu yaparak meydanın her tür otoriteye karşı bir daha asla dolmayacağını, muhalif seslerin yükselmeyeceğini söylemiş olursunuz.
Emin olun, meydan şu anki haliyle çok daha politik bir yer. Evet, zemini kesintisiz gri bir betonla kaplanmış sevimsiz bir boşluk hissi veriyor olabilir. Üstelik meydan bu haliyle pek tekin durmuyor. Ama tekinsizliği meydandaki boşluğun eski direnişlerin çokluğunu hatırlatması ile bir gün yeniden dolabileceği imkânını bir arada taşımasından geliyor. Halen Gezi Parkı girişine sabitlenmiş TOMA’lar bu ihtimal için oradalar. Sadece her yeri doldurulmuş ve ortadaki boşluğu daraltılmış bir Taksim’de TOMA’lara ihtiyaç olmaz.
Burada diğer önemli bir sorun, irileşen ve sol tarafında bir alışveriş aksı oluşturulan yeni AKM tamamlanınca ne olacağı. Hükümetin Galataport’dan başlayıp, Galata Kulesi’nden devam eden ve AKM ile sonlanan Beyoğlu Kültür Yolu oluşturma fikri malum; bu turistik alışveriş aksını kesintiye uğratan tek boşluk ise Taksim Meydanı. Peki, meydanın ortasında panayır adı altında, derme çatma kulübelerden yeni bir alışveriş aksı oluşmasına kim engel olacak?
Aslında soru basit. Meydan nasıl bir nesnedir? Meydan ne işe yarar, yani işlevi nedir? Kısacası, bir meydan fiziksel ve toplumsal olarak nasıl var olur?
Meydan, basitçe bir boşluktur. Park gibi sınırları belirsiz ya da ağaçlardan görünmez değildir. Fiziksel sınırlarını belirleyen yapılara sahiptir. Meydanın kentteki konumu, sınırları, bunların neler olduğu ve meydanın bunlardan nasıl beslendiği önemlidir. Böylelikle meydan toplumsal olarak anlamlandırılacak, kendisine değer biçilecek ve o haliyle gündelik hayata dâhil olacaktır.
Taksim Meydanı kesin sınırlar ile tanımlı. Kuzeyinde, modern Avrupa’nın gezinti parklarına öykünen Gezi Parkı konumlanmış. Aslında Henri Proust’un 1952 tarihli planında Harbiye ve Dolmabahçe’ye kadar uzanan bir gezinti parkı tasarlanmıştı. Ama koruyamadık, geriye bir tek Gezi Parkı kaldı. Kalan bu son kırıntının üzerinden köprü uçurmak ya da parkın, meydanı işgal edecek kadar irileşmesi hem parkı hem meydanı yok edecektir.
Diğer önemli sınırlayıcı AKM. Yeni AKM’nin meydana etkisi fazla düşünülmemiş ve yapının önüne yerleştirilen ağaçlarla konu unutulmaya çalışılmış. Oysa modernist çizgileriyle Cumhuriyet Dönemi'nin önemli yapısıydı. Şimdi o değerli cephesi, koca şeffaf bir ekrana dönüşerek, mekanik ya da sentetik denebilecek bir iz olarak yeni AKM’nin cephesinde tekrarlanacak.
Gezi’nin karşısında ise The Marmara Oteli ve banka şubeleri var. Söylenecek fazla bir şey yok. Çünkü meydana doğrudan etkileri yok. En fazla otelin kafesinde oturur, meydanı seyrederek kahve içilebilir.
AKM’nin karşısında ise bana göre en anlamlı sınırlayıcı, meydana adını veren Maksem ve kesintisiz doksan metre uzunluğundaki duvarı bulunuyor. Önündeki fazlalıklar, hatta Cumhuriyet Anıtı’nın önündeki sıska ağaçlar kaldırılsa çok daha etkili olurdu. Ancak hemen arkasından yükselen Taksim Camisi, sarnıcın üzerine oturmuş gibi duruyor.
Daha önemlisi ise meydanın, caminin avlusu haline gelip gelmeyeceği. En azından bir kesim, ihtiyaç halinde Taksim Meydanı’nda kısa bir süre namaz kılınmasında sakınca görmeyebilir. Buradaki tehlike sadece basit bir laik-dindar çatışması değil, çok daha derin bir toplumsal hâletiruhiye ile ilgili; “gösteri ve seyretmek.”
Gösteri, başı, süresi, sonu, içeriği belli etkinliktir. Edilgendir, seyredilmek için vardır. Meydanda kılınacak namaz bir gösteridir; günü, saati, süresi ve ritüelleri önceden bellidir. Aynı şekilde meydanda, süresi, hangi şarkıların söyleneceği belli bir pop konseri de gösteridir. Özünde aynıdırlar ama farklı yaşam tarzlarını gösterirler, bu nedenle de ayrıştırıcıdırlar. Oysa mekân, olayın geçtiği yer demektir. Olay, anlıktır, ne zaman olacağı, nasıl gelişeceği ve sonlanacağı öngörülemez. Edilgen değil etkendir; sizi içine alır, parçası kılar ve değiştirir. Etkisi, bir gösteriden çok daha uzun, dönüştürücü ve güçlüdür.
Gezi Direnişi bir gösteri değil olaydı. Toplumun farklı kesimlerinden insanlar hiç umulmadık bir şekilde bir araya geldi ve “ağaçları kestirmeyiz” dediler. Sonraki gelişmeler bu yazının konusu değil, ama toplumun otoriteye “hayır” demesinden daha büyük bir olay olamaz.
O zaman, en can alıcı soru şu: Taksim Meydanı bir gösteri meydanı mı yoksa olayların mekânı mı olacak? Ama maalesef şu an Taksim’e biçilen işlev gösteri, eylemi de seyretmek gibi görünüyor.
TAKSİM YARIŞMASI'NIN SÖYLEMEDİKLERİ
Yenikapı’daki Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi’nde yarışmanın sergisi açıldı. Sergiyi yerinde gördüm. Sergi, Taksim Meydanı’na alternatif olarak toplumsal talepleri Yenikapı’ya hapseden miting alanının anlamsız boşluğunun bir köşesinde bulunuyor. Yalnız bir sergi. Zaten bir hafta açık kalacakmış.
İstanbul’un kalbini tasarlamaya yönelik bir serginin yeri herhalde Taksim Meydanı’nın ortasına kurulacak geçici bir sergi mekânı olmalı, gelen geçen herkes gezebilmeli idi. Ama bu yapılmamış, daha doğrusu yapılamamış.
Hatırlayın, yarışma süreci Taksim Meydanı’nın ortasına kurulan “Kavuşma Durağı” isimli geçici strüktür ile başlamıştı. Meydanın sürekliliğini kesintiye uğratmadan, zarifçe konmuş strüktürün altında bir Taksim sergisi bulunmakta idi. Birbirlerine bakan amfitiyatro ve ortasındaki sahne ise müzik dinletilerinin olduğu, jüri üyeleri ile İstanbulluların bir araya geldiği, boş olduğu zamanlarda ise insanların tepe noktasına çıkıp fotoğraflar çektikleri, hatta akrobasi hareketleri yaptıkları bir özgürlük adacığı haline gelmişti. Ancak Bölge Koruma Kurulu bu geçici strüktüre üç gün bile tahammül edememiş ve Kavuşma Durağı aceleyle kaldırılmıştı. Yarışma sonuçları kendi doğal yerinde bile sergilenemiyorken, bu üç projeden biri hayata nasıl geçirilecek peki?
Süreç iki farklı yönde ilerleyebilir. Birincisi, kurul meydana dokunulmasına izin vermez. Bu, zaten bildiğimiz bir şey. İmamoğlu İBB Başkanı seçildiğinden beri AKP hükümeti belediyenin imkânlarını kısıtlamaya, iş yaptırmamaya çalışıyor. Uygulanması düşünülen proje çok rahat “hizmet yapmak istiyoruz ama yaptırmıyorlar” siyasetine eklenebilir. İmamoğlu, süreçte Taksim Meydanı’nın bu çekişmenin parçası olmasını istemez ve ortaya her ne olursa olsun bir şeyler koymanın siyaseten daha yapıcı olacağını düşünüp, kurul ile uzlaşma yolunu da seçebilir. Demek istediğim ortada ya hiç uygulanmayacak ya da basit bir çevre düzenlemesi ile sınırlı kalabilecek bir proje olduğu.
İşte söylemeyen şey bu…
Son olarak şunu da eklemek lazım: Bu aralar herkes “ne güzel artık mimarlık konuşuyoruz” havasında. Ama uygulanamayacak ya da basit bir çevre düzenlemesi projesine mahkûm bir meydan büyük bir hüsrana neden olup, ülkede zaten değersizleşmiş mimarlık kültürünü daha da değersiz kılacaktır.