Taksim yasağı ve Anayasa Mahkemesi kararlarını 'iyi okumak'

AYM, iki temel noktanın altını çiziyor; ilki Valiliğin herhangi bir meydanı toplanma özgürlüğüne kategorik ve süresiz olarak kapatamayacağı, ikincisi kısıtlamanın da kabul edilemez olduğu.

Abone ol

1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması yine yasaklanmaya çalışılıyor ve hukuka aykırı bu tutum ne yazık ki pek de şaşırtıcı değil. Bunun iki temel nedeni olduğu söylenebilir. Toplanma özgürlüğü genel olarak Gezi Protestoları’ndan bu yana fiilen geçersiz kılınan bir hak Türkiye’de. Öyle ki Anayasa’da önceden izin alma şartına bağlanamayacağı açıkça güvence altına alınmış olmasına rağmen, toplanma özgürlüğünü kullanarak bir şeyleri protesto etmek, kötü muameleye maruz kalmayla başlayan ve yargılanmayla devam eden bir süreci tetikliyor. Neredeyse istisnasız olarak… Beyoğlu’nda geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Gazze protestosu sırasında yaşananlar bunun en yakın örneği. Özel olarak da Taksim Meydanı’nın toplantı ve gösterilere kapatılması, her yıl Valilik kararıyla yenilenen bir rutin halini aldı. Fakat bu yılki kutlamaların yasaklanması açısından farklı bir durum var, çünkü geçtiğimiz aylarda Anayasa Mahkemesi (AYM), verdiği iki kararla, 2014 ve 2015 yıllarında 1 Mayıs’ın emekçilere kapatılmasının toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti.

Yazdıklarıma bu noktaya kadar sabır gösteren okuyucular, muhtemelen, AYM kararının içeriğinden bahsetmemi anlamsız bulacak. Haksız da değiller. Sonuçta daha birkaç ay önce, Can Atalay’ın özgürlüğünden yoksun bırakılmasının anayasaya aykırı olduğunu tespit eden AYM kararı, hem de mahkemeler tarafından uygulanmadı. Hatta Yargıtay, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ülkede hukuk kurallarının uygulanmamasına dair sadece son yıllarla sınırlı olmayan kötü bir geleneğin varlığına rağmen, bir yüksek mahkemenin AYM kararını tanımaması, hukukçular açısından da sindirilmesi zor bir eşiğin daha aşılmasına yol açtı. Sanırım hukuk eğitiminin niteliğiyle ilgili bir durum bu. Hukukun ideal vasıflarına dair öğrenilenleri bir yana ayırırsak, bu süreçte en temel özdeşlik, hukuk ve düzen arasında kurulduğu için, anayasal düzenin zirvesinde yer alan bir mahkemenin verdiği bir kararın “varlığının” tartışmaya açılması ve yok sayılması, öngörülemezliğin kural haline geldiği bir düzensizliğin hâkim olduğunu adeta kafalarımıza kazıdı. Dolayısıyla bu aşamada, AYM kararlarının içeriğinden bahsetmek, bu 1 Mayıs’ta da uygulanmak istenen yasak hakkında söz söylemek çok zor. Fakat İçişleri Bakanının, Taksim yasağını meşrulaştırmak için AYM’nin konuya dair kararlarının “iyi okunması” gerektiğini vurgulaması karşısında, en azından aklımızdan ve okuduğumuzdan şüpheye düşmemek için birlikte bir okuma yapmak iyi olabilir.

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN TAKSİM KARARI

AYM’nin, yeni seçilen AYM başkanının da imzası olan yakın tarihli iki kararının konusu birbiriyle ve böyle giderse yaşayacak olduklarımızla birebir örtüşüyor.(1) DİSK ve diğer sivil toplum örgütlerinin 1 Mayıs’ı Taksim’de kullanmak istemeleri karşısında Valilik tıpkı bugün olduğu gibi, Taksim Meydanı’nın, daha önce ilan edilen toplanma mekânlarından biri olmadığını ve ayrıca kutlamaların kamu düzenini bozacağını belirterek talepleri reddediyor. Ardından 1 Mayıs günü geldiğinde de sert bir polis müdahalesiyle göstericiler dağıtılıyor. Bu müdahaleler hakkında yapılan suç duyurusu sonuçsuz kalıyor ve AYM’ye bireysel başvuru süreci başlıyor. (§ 5-16)

AYM, başvuruları incelerken, iki temel noktanın altını çiziyor kararlarında. Bunlardan ilki Valiliğin herhangi bir meydanı toplanma özgürlüğüne kategorik ve süresiz olarak kapatamayacağı. Bir küçük parantez açalım burada. 12 Eylül Darbesi’nden miras kalan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na göre, valiler, bir şehirde hangi mekânlarda toplanılabileceğini her yıl ilan ediyor, bu mekânlar dışındaki tüm gösteriler kanun dışı kabul ediliyor, dolayısıyla polis müdahalesi ve yargılamaların konusunu oluşturabiliyor. Valilik, İstanbul için 40 toplanma alanı belirledi bu yıl için ve Taksim ve Kadıköy Meydanları bu listede yok. Böyle keyfi bir yetkinin, Avrupa Konseyi bünyesinde hiçbir ülkede tanınmadığını İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin saptadığını not edelim bu vesileyle.(2)

'TOPTAN YASAKLAMANIN GEREKÇESİ KABUL EDİLEMEZ'

AYM de, valilerin sahip olduğu bu yetkiyi mutlak yasaklar şeklinde kullanamayacağını ifade etti Taksim kararlarında. Şimdi ‘iyi’ bir şekilde okumaya başlayabiliriz kararı:

“Mevcut olayda idarenin yasaklama ve dolayısıyla müdahale gerekçelerinden [biri], İstanbul’da yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşleri alanları içinde Taksim Meydanı’nın yer almamasıdır. Ancak toplantı ve gösterinin düzenlenmesi ile hedeflenen amaçlara ulaşılabilmesi için mekânın önemi gözetildiğinde mekân seçme serbestîsinin kategorik olarak yasaklanması anayasal hak bakımından kabul edilemez… Bu nedenle hangi mekânın toplantıya en uygun olacağını seçme serbestîsi, toplantının düzenleyicilerine tanınmalıdır… Buna göre mekân yasağına ilişkin bir karar verilebilmesi ancak somut ve haklı gerekçelerin ortaya konulmasıyla mümkündür. Dolayısıyla Taksim Meydanı’nın idarece önceden belirlenen toplantı alanlarından biri olmadığı şeklindeki gerekçe, tercih edilen mekânda toplantı yapılmasını tamamen yasaklamak için yeterli kabul edilemez.” (§ 76)

Bu kadar açık AYM’nin kararı. İçişleri Bakanı’nın bir diğer iddiası, Taksim için bir yasaklama değil, kısıtlama olduğu, isteyen 100 kişiye çelenk koyma ve saygı duruşunda bulunma hakkı tanındığı ve İstanbul’un başka bölgelerinde kutlamalara izin verildiği. AYM böyle bir argümanın da kabul edilemez olduğunu şu ifadelerle vurguluyor:  

“… 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı’nın sınırlı sayıda kişiye açılması ve yalnızca az sayıda sendika temsilcisinin o mekânın ifade ettiği anlamı hissetmesi orada olma hakkı olan işçilerin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün anlamını hissettiklerinin kabulü için yeterli olmaz. Ayrıca somut olayın şartlarında başvurucu Sendika ve Birliklerin idarece belirlenen [başka] bir alanda 1 Mayıs kutlaması yapması da hedeflenen amaçlara erişebilmeleri için yeterli değildir.” (§ 68)

Yeterli değildir, çünkü AYM’nin haklı olarak tespit ettiği üzere “Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı’nda gerçekleştirilen ve yetkililerce o tarihte yaklaşık beş yüz bin kişinin katıldığı toplantı ve gösteride çıkan kargaşada ve gerçek mermilerin kullanıldığı şiddet olaylarında otuz dört kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda kişi yaralanmıştır. Bu tarihten sonra Taksim Meydanı başta işçiler ve sendikalar olmak üzere farklı kesimler için 1 Mayıs kutlamalarında sembolik bir değer kazanmıştır. Meydana gelen olaylar toplumsal hafızaya kazınmış, uzun yıllar devam eden soruşturmalardan ve yargılamalardan hiç kimse ceza almamıştır... Bu nedenle işçi ve sendika kültürünün yapı taşlarından biri olan Taksim Meydanı yalnızca 1 Mayıs günü orada bulunanların dayanışmasını değil aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını göstermektedir. Bu durumda kendisini o kültürün bir parçası olarak gören her kişinin 1 Mayıs günlerinde Taksim Meydanı’nın ifade ettiği anlamı doğrudan tecrübe etmek ve edindiği tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarmak için orada bulunma hakkı vardır.” (§ 66-67)

Şimdi, AYM’nin altını çizdiği ikinci temel noktaya gelebiliriz. Buna göre, bir toplanmanın yasaklanması için “sınırlayıcı veya yasaklayıcı şartların varlığı ile, somut tehlike veya açık ve yakın tehdit arz eden bu şartların tüm tedbirlere rağmen engellenemeyecek nitelikte olduğunu[n] somut delillere dayalı, ikna edici ve yargısal denetime açık olacak şekilde göster”ilmesi gerekir. (§ 72)

Peki, bugün Taksim yasağına gerekçe olarak gösterilen ne? İçişleri Bakanı, 29 Nisan’da yaptığı basın duyurusunda aynen şunları söylüyor:

“Taksim meydanı ve çevresi konumu itibariyle toplantı ve gösteri yürüyüşü için uygun değildir. Araç ve yaya akışının çok yoğun olduğu bu bölge, güvenlik tedbirlerinin alınmasını zorlaştırdığı gibi, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasında da ciddi riskler barındırmaktadır. Bir hak ve özgürlüğü korumak adına; mülkiyet hakkı, serbest ticaret yapma hakkı, seyahat hak ve özgürlüğü ile diğer hak ve özgürlükler riske edilemez. Hele ki sosyal medyadan çağrı yapan terör örgütlerinin 1 Mayıs kutlamalarını bir eylem ve propaganda sahası haline getirmelerine asla ve asla müsaade etmeyeceğiz.”

AYM, her yıl tekrarlanan bu açıklamalara ilişkin olarak, bir yandan 1 Mayıs’ın resmi bayram ilan edilmesinin ardından Taksim’de yapılan gösterilerin dört yıl boyunca sorunsuz geçtiğine işaret etti, diğer yandan da Valiliğin bugün ileri sürdüğü soyut argümanların Taksim yasağını meşrulaştırmak için yeterli olmadığını vurguladı:

“Anayasa Mahkemesi birçok kararında, kamuya açık bir alanda yapılan toplantı ve gösteriler, doğası gereği trafik da dâhil olmak üzere günlük hayatın işleyişinde bazı aksaklıklara neden olsa bile [toplanma özgürlüğünün] zarar görmesini engellemek amacıyla kamu gücünü kullanan yetkililerin barışçıl toplantılara sabır ve hoşgörü ile yaklaşmaları gerektiğini ifade etmiştir. Somut olayda başvurucuların eylemlerinin kamu düzenini bozdukları veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğrattıkları yönünde bir değerlendirme ve tespit bulunmamaktadır. Bu sebeple de toplantının yalnızca halkın dinlenme, seyahat etme ve eğlenme gibi birtakım sosyal ve kültürel faaliyetlerinde aksaklıklara neden olması 1 Mayıs İşçi Bayramı kapsamında yapılacak bir toplantı ve gösteriye müdahaleyi tek başına haklı gösteremez.” (§ 70)

AYM’nin Taksim yasağına dair kararları bu kadar açık. Dünkü basın duyurusunda temel referansının “hukuk ve insan hakları” olduğunu vurgulayan İçişleri Bakanının AYM kararlarının bu içeriği karşısında, Taksim’i 1 Mayıs kutlamaları için emekçilere açması bir zorunluluktur, çünkü Anayasa’ya göre AYM kararları “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” (Md. 153/6) Son olarak, şunun da altını çizmek gerek. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının konuya dair açıklamalarında iddia ettiğinin aksine, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak “toplumsal kaos”a yol açmaz. Aksine, kelime anlamı düzensizlik ve kargaşa olan kaosu bir toplum içinde besleyen, toplumsal düzeni oluşturan hukuk kurallarına uyulmamasıdır. Bu sürecin gösterdiği üzere Türkiye’nin ihtiyacı olanın yeni bir anayasa değil, anayasanın bağlayıcılığının siyasi iktidarı kullananlar tarafından da kabul edilmesidir.

*Doç. Dr. / Türk Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesi

NOTLAR:  

(1) DİSK ve Diğerleri Başvurusu (1), No: 2016/14517, 12.10.2023; DİSK ve Diğerleri Başvurusu (2), No: 2016/14518, 12.10.2023. Ben okuma kolaylığı açısından, yalnızca ilk kararın paragraf numaralarına atıf yapacağım metin içinde. Karar içindeki vurgular da bana ait.

(2) Lashmankin ve Diğerleri v. Rusya, No: 57818/09, 7.2.2017, § 318-324.