Taksim’de şampanyalı Milenyum kutlamasından, yılbaşında ev hapsine!
Yıl olmuş 2020, konuştuğumuz şeylere bak… Sosyal medyada yılbaşı gecesi fotoğraf paylaşmayın, evleriniz basılabilir diye uyarılar dolaşıyor. Oysa çok değil daha 20 yıl önce, 2000 yılındaki ‘Milenyum’ kutlamasında, Taksim meydanında kurulan dev sahnede verilen konserler, patlayan şampanyalar, kalabalıklarla birlikte çektiğimiz halaylarla yeni yılı karşılamıştık.
Sibel Köklü*
Yeni yılı dört gün sürecek sokağa çıkma yasağıyla karşılayacağımız açıklandığından bu yana “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz” şeklinde özetlenebilecek ruh halinde dolanıyorum. Doğruya doğru, istediklerini fazlasıyla elde ettiler. İçki satışı yasak, sokağa çıkma kısıtlaması var, kalabalıklarla bir araya gelmek tehlikeli, ailece evde bir yılbaşı sofrası kurup yemek içmek bile riskli görülüyor.
Son yıllarda ortaya çıkan ve “yılbaşı kutlamak günahtır, Hıristiyan adetidir” gibi gerici söylemlerle insanları etkilemeye çalışan, hırslarını şişme Noel Baba bıçaklayarak çıkaran gericilere gün doğdu.
Taksim’e cami projesinden sonra, korona virüsü bahanesiyle evlerimizin içine kadar girip yılbaşı kutlamalarına müdahale edecek kadar önemli bir mevzi elde ettiler. Ama unutmamak lazım ki bu ülkede hiçbir zaman ele geçiremeyecekleri şeyler var hâlâ. Kökleri derinlerde olan bir yaşam tarzımız var. Yeni bir yıla umutla girme isteği, ailemiz ve sevdiklerimizle bir arada, bir yılbaşı sofrasının etrafında toplanma arzusu, iki kadeh parlatarak Zeki Müren dinlemek, ardından neşelenip çiftetelli ile göbek atmak, ailenin en yaşlısının bile katıldığı -hem de parasına- tombala oynamak, ardından gece yarısı geriye sayarak eski yılı uğurlamak ve yeni yılı birbirimize sarılarak karşılamak… Bunlar eskiden de böyleydi, şimdi de böyle olacak. Çocukluğumuzda -ki 70’li yıllara denk geliyordu- yılbaşının yaklaştığını kokina satan çiçekçileri görünce anlardık. Meşhur yılbaşı çiçeği kokinayı vazoya yerleştiren annem, dikenlerine küçük pamuk parçacıkları takar, böylece kar yağmış gibi bir efekt yaratırdı. Tavuklar iç pilavla doldurulup fırında kızartılır, portakal mandalina stokları yapılır, kuruyemişler, içecekler hazırlanır yılbaşı gecesi iple çekilirdi. Gece saat 12’de TRT’ye çıkan dansöz ve Milli Piyango çekilişi gecenin finali olur, dünyadan havai fişekli kutlamaları izlerken televizyon karşısında uyuyakalırdık.
Şimdi yıl olmuş 2020, konuştuğumuz şeylere bak… Sosyal medyada yılbaşı gecesi fotoğraf paylaşmayın, evleriniz basılabilir diye uyarılar dolaşıyor.
Oysa çok değil daha 20 yıl önce, 2000 yılındaki ‘Milenyum’ kutlamasında, Taksim meydanında kurulan dev sahnede verilen konserler, patlayan şampanyalar, kalabalıklarla birlikte çektiğimiz halaylarla yeni yılı karşılamıştık.
90’lı yıllarda, yılbaşı gecesi ön buluşma mekanı Süper Restoran’dı. Gerçi restoran demezdik hiç, bildiğin birahaneydi. Erkeklerin oturup bira içip maç seyrettiği mekan, o yıllarda yaşanan kültürel değişim, Beyoğlu’nda açılan sinemalar, film festivalleri ve yeni bir kuşağın Taksim’e çıkmasıyla farklılaşmış, kadınların da dahil olduğu bir mekana dönüşmüştü.
Ama yine de fiziki olarak salaş bir birahaneydi. İstiklal Caddesi’nin sağdaki ilk sokaklarından Bekar Sokak’ta bulunuyordu.
Genellikle gazeteciler, yazarlar, sinemacılar, solcular ve bilumum Beyoğlu insanı müdavimiydi. Ne zaman giderseniz gidin, gecenin bir vakti ya da iş çıkışı, mutlaka oturabileceğiniz birkaç masa arkadaş grubu olurdu. Birası ucuz, patates kızartması güzel, mezeleri fena değildi.
Çoğu zaman yerlere bira döküldüğünden olsa gerek, zeminde genellikle talaş olurdu. O zaman veganlar, vejetaryenler, sağlıklı organik beslenmeciler bu kadar gündemde değildi. Süper’e gelenler de bunları kafaya takacak cinsten insanlar değildi zaten. Tam tersi içki, sigara, yağlı yiyecekler, sonuna kadar açık televizyonlardan gelen futbol maçı sesleri, gol olunca taraftarların alkışı ve tezahüratı, aynı şekilde gol yiyen takımın taraftarlarının ettiği küfürler, en sonunda çıkan tartışmalarla pek de sağlıklı bir yer sayılmazdı. Ama eğlenceliydi.
Hayatınızda görebileceğiniz en felsefik sohbetler, hayata ve varoluşa dair teoriler, Fransız İhtilali'nden Komünist Manifesto’ya, Küba Devriminden Sovyetler Birliği’nin neden yıkıldığına kadar çok geniş bir çerçevede süren tartışmalar, arada “Cemil abi bir bira daha versene” sesleriyle ahenkli bir şekilde sürer giderdi.
Hayatın ve ölümün sorgulandığı ciddi ve karamsar sohbetler, alt kattaki tuvalete indiğinizde karşılaştığınız gerçeküstü dünya ile birdenbire sona ererdi. Çünkü aşağısı başka bir mekandı; Jackie Club. Merdivenlerin tam karşısına gelen odada giyinip hazırlanan konsomatrisler, önündeki bahşiş kutusuyla merdiven altındaki tuvaleti bekleyen yaşlı temizlikçi kadın, salonun ortasındaki yüksek sahnede kırmızı tuvaletiyle şarkı söyleyen ağır makyajlı şarkıcı ve üzerinde dönüp duran ışıltılı disko topuyla, kendine ait kuralları olan başka bir alemdi.
Masalarda oturan müşteriler, Süper’den aşağı tuvalete inen kızları fark edince bıyıklarını burmaya başlar, o zaman sahneyi seyretmeyi bırakıp kaçma vaktinin geldiğini anlamış olurdunuz.
Süper’de içmeye doyamayan erkek arkadaşlardan bazıları aşağıya iner, masalarına gelen kadınları bilinçlendirmeye çalışır, çakılan yüksek hesabı görünce de arıza çıkartır, sabaha karşı kavga dövüş sokağa atılırdı. Bunlar genellikle bir araba sopa yediklerini de anlatmaz ama bir şekilde duyulur, olay unutulana kadar masalarda gülerek anlatılır dururdu.
20 yılda memleketin geçirdiği değişim muazzam… Sanki görünmeyen bir el neşemizi çaldı. Tabii yine de güzel günlere olan inancımız tam.
Yeni yılınız kutlu olsun!
*Gazeteci