Talan(cı)

Talan dediğimiz şey münferit bir olay değil, yalan, iftira ve yalakalık ile oluşturulmuş bir tertibat. Dalkavuklardan-bürokratlara, gangsterlerden-siyasetçilere, hukukçulardan-pezevenklere, iş-adamlarından-sahtekarlara, gazetecilerden-danışmanlara, pek çok meslek grubunun iştiraki ile gerçekleştirilebilen oldukça sofistike bir zanaat.

Osman Özarslan osmanozarslan@gmail.com

“Bir banka kurmanın yanında, bir banka soygunu nedir ki?”

Bertolt Brecht

Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar isimli çalışmasına Augustinos’tan aktardığı şu anekdot ile başlar: Günün birinde, Büyük İskender’in karşısına esir alınmış bir korsan getirirler. İskender, korsana ‘sen ne cesaretle denizlerde korku salıyorsun?’ diye çıkışır. Korsan da cevaben, ‘asıl sen ne cesaretle bütün dünyaya korku salabiliyorsun?’ der ve ekler; ‘ben sırf küçük bir gemi ile bunu yaptığım için hırsız sayılıyorum, oysa sen aynı şeyi koca bir donanma ile yapıyorsun ve sana imparator diyorlar’…

***

Maraş merkezli olmak üzere yaşanan ve 10 ilde yıkıma, bütün Türkiye’de infiale yol açan deprem olalı, 1 haftayı geçiyor. 13 milyon kişinin doğrudan etkilendiği bu olayda, resmi olarak kabul edilen ölü sayısı 20 bini çoktan geçti, yaralılar ise yüzbinlerle ifade ediliyor ve elbette tam olarak kaç kişinin öldüğünü ve yaralandığını asla öğrenemeyeceğiz. Daha da önemlisi, bu yıkıcı depremle birlikte, depremin öldürücü hale gelmesine yol açan, asıl müteahhitlerin, bürokratların, yapı denetim firmalarının, kalitesiz demir-çelik üreten firmaların, kalitesiz çimento üreten firmaların, inşaat malzemesi olarak deniz kumu satan firmaların bu işlerde dahli ne kadar bunları da asla öğrenemeyeceğiz. Çünkü, depremin öldürücü hale gelmesini sağlayan bu inşaat sektörü, AKP iktidarını besleyen en kalın fazlardan birisi. Dolayısıyla, depremin sonuçlarıyla hesaplaşmak, hesabını sormak demek AKP’den hesap sormak demek olacağından, Tayyip Erdoğan ve onun tek kişilik dev kadrosu elbette buna yanaşmayacaklar, bunun yerine, müesses nizamın bekası için bir günah keçisi imal edip onu kurban edecekler.

Peki kimdir bu günah keçisi?

Görünen o ki, bu krizin günah keçisi, Suriyeli stereotipinden üretilmiş olan talancı olacak.

***

Foucault, Hapishanenin Doğuşu isimli kitabında ordu ve maliye dışında herhangi bir kurumu olmayan despotik devletin, asayişi sağlamak için her fırsatta ‘suçlu’ bedenlere işkence ederek, dahası bunu seyirlik bir temaşa haline getirerek güvenliği tesis etmeye çalıştığını anlatır. Yani, modernizm öncesi dönemde, devletin güdüklüğü, işkence ve zorbalık ile kapatılmaya çalışılıyordu ve talancı, katil, eşkıya, isyancı, korsan, hırsız, sapkın gibi figürler, tam da bu despotik devletin ihtiyaç duyduğu şiddet alanının günah keçileriydiler. Devletin acizleştiği, güdükleştiği şu günlerde, ‘sivillerin’ ya da güvenlik güçlerinin, ‘talancıya’ yaptığı işkencenin, tik-tok videoları ile temaşa haline getirilmesinin anlamı aslında tam da burası.

Devlet, enkaz altında kaldığı, yabani bir hayvan gibi enkazdan kurtulmaya çalıştığı momentumda, aslında son derece despotik olan özüne dönerek, kurumsuzluğunu, yasasızlığını, büyük bir işkence ve güç gösterisi ile ikame etmeye çalışıyor.

Talancı tabii yalnızca, devletin enkaz altında önünü görmek için ateşe attığı bir günah keçisi değil, daha da önemlisi, bizzat devlete ve devletlu sınıflara ait suçların da yansıtıldığı, bu suçların böylelikle görünmez kılındığı arkaik bir imge.

***

Peki talan nasıl yapılır, talancı kimdir?

Mario Puzo’nun Baba romanında, gangster olmaya çalışan evlatlık Tony Hagen, Baba Carleone tarafından avukat olmaya yönlendirilir, Tony ısrar edince, Carleone şöyle yanıt verir: “Eli çantalı bir adam, eli silahlı 15 adamdan iyi soygun yapar.”

Talan kelimesini etimolojik olarak takip ettiğimizde, karşımıza yalan, iftira ve yalama kelimeleri çıkıyor (ne kadar ilginç değil mi?) Yani, talan dediğimiz şey münferit bir olay değil, yalan, iftira ve yalakalık ile oluşturulmuş bir tertibat. Dalkavuklardan-bürokratlara, gangsterlerden-siyasetçilere, hukukçulardan-pezevenklere, iş-adamlarından-sahtekarlara, gazetecilerden-danışmanlara, pek çok meslek grubunun iştiraki ile gerçekleştirilebilen oldukça sofistike bir zanaat.

Demireller ve Özallar da bu sofistike zanaatın ustalarıydılar ama, AKP bu işin kitabını baştan yazdı ve reyis de üstad-ı azam oldu.

AKP’nin geride kalan 20 yılına bakalım, geçiş garantili yollar-köprüler, iniş garantili hava yolları, hasta garantili hastaneler, hiç yapılmadığı halde parası ödenmiş üst-geçitler, binlerce kez değiştirilmiş ihale kanunu ve buna göre düzenlenmiş bir bürokrasi ve bunu takip eden bir iktisadi yapı. Kentsel dönüşüm adı altında el konulan mahalleler, toplu konut adı altında finanse edilen lüks rezidanslar, özelleştirme adı altında çökülen kamu iktisadi teşekkülleri. Tüm bunlara rağmen gene de doymayan, bu ahlaksız talanın sahipleri, dolaylı-dolaysız vergiler, kripto para numaraları, borsa hileleri, 128 milyarın kur oyunlarına kurban edilmesi, faiz-sebep enflasyon sonuç masalı ile politika faizine uygulanan baskı sayesinde yandaşlara aktarılan milyarlarca lira ile talanlarını sürdürüyorlar.

Daha spesifik bir şekilde, deprem üzerinden ilerlersek, nereye kullanıldığı bilinmeyen, deprem vergileri, DASK paraları, Kızılay yardımları/bütçeleri, ne iş yaptığını henüz anlayamadığımız AFAD, çalışmayan çadır fabrikaları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’nın ortada olmayan deprem bütçesi, çalışmayan yönetmelikler…

Tam biri tutmuş, biri getirmiş, biri pişirmiş, biri yemiş, biri hani bana demiş hikayesindekine benzer bir tertibat: Siyaset yol vermiş, talancı müteahhitler çalıyorlar ama çalışıyorlar mekanizmasıyla havuza aktarmış, yalnızca yüksek yargı ve troller değil, kimi içişleri bakanları bile dolandırıcıları yedirmemek için önlerine yatmış.

***

Öte yandan, elbette burada da devlette devamlılık esastır ve Moğollar’dan, Timurlulardan, Osmanlılardan, Erken Cumhuriyetten bakiye kalan bir talan geleneği var. Eskisi bir kenara son yüz yılı hatırlarsak:

1915 Ermeni Tehciri (Ermenilerin mallarına el konulması)

1926 Mübadele (Rumların mülklerine el konulması)

1934 Trakya olayları (Yahudi mandıracıların ve hayvancıların mallarına el konulması)

1942 Varlık Vergisi (Azınlıkların mallarına, yaşam vergisi adı altında el konulması)

1956 6-7 Eylül Olayları (İstanbul’da azınlıkların mallarına el konulması)

1967 Köyceğiz olayları (Fethullahçılar ve Türkeşçilerin işbirliği ile Alevilerin mallarına el konulması)

2016 15 Temmuz olayları sonrası, cemaatçilerin mallarının AKP eliti tarafından talan edilmesi

Bu tertibatın içerisinde talanlara iştirak edenlerin en önemli özelliği, merhum Michael Jackson’un diliyle ‘smooth criminal' zevahirleri sayesinde, asla talancı olarak değil, bürokrat, devlet adamı, siyasetçi, sanayici ya da tüccar olarak bilinmeleridir. 

Kuva-i Milliye’nin paralarını Almanya’da kumarda kaybeden Nuri Conker’i ‘Atatürk’e Mustafa diyebilen tek kişi’ olarak hatırlarken, bu olaydaki rüfekası Selim Sırrı (Tarcan) Türk olimpizminin kurucusu olarak biliniyorlar. Refik Saydam’ı ise öldükten sonra evinin altında, Varlık Vergisi günlerinde devşirilmiş stoklarla değil, eski başbakan ve Hıfzısıhha'nın kurucusu olarak hatırlıyoruz. Koray Aydın’ı ise eskiden Bahçeli’nin şimdi ise Akşener’in sağ kolu olarak biliyoruz, ya peki yargılandığı ve bir şekilde beraat ettiği, deprem yardımlarının iç edilmesi dosyasını bugün kim hatırlıyor, ya peki Türkiye tarihinin en dürüst siyasetçisi olarak bilinen Bülent Ecevit’in üstelik bir kısmı Yunanistan tarafından gönderilmiş olan deprem yardımları ile memur maaşlarını ödemiş olmasına ne demeli?

Gördüğünüz üzere ne Türkiye’nin bütün doğal kaynaklarını talan eden, bütçelerini hortumlayan 5’li çetenin üyelerine, ne Kurtuluş Savaşı'nın parasını kumarda batıran Nuri Conker’e/Selim Sırrı’ya talancı diyemiyoruz, onlar hala devlet adamı ya da devletin elitleri; resmi bir şekilde talanların yapıldığı olaylar ise elbette talan değil, oralar da beka meselesi…

Tabii meselenin bir de tarihsel bağlamı var; Osmanlı’nın yenemediği korsanları, eşkiyaları, derebeylerini kendi askeri bürokratik sisteminde rütbeli hale getirmesi, paşa yapması son derece yaygın bir uygulamaydı. Örneğin, Barbaros Hayreddin Paşa bu korsan paşaların en bilinenlerindendir, ki Sedat Peker’in ifşaalarını dikkatle dinlediğimizde, bürokrasinin bütün katmanlarının talancılıktan başka bir şey bilmeyen, komutanlar, siyasetçiler, derin devlet artıkları tarafından doldurulduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.

***

Peki o zaman talancılar talancı değilse, kimdir asıl talancı?

Cem Yılmaz, yalan ve yalancılık üzerine konuştuğu gösterilerinden birisinde, yalancının, aslında yalan söylemeyi bilmeyen, yalan söylerken yakalanan kişi olduğunu söyler. Benzer bir durum, talancı için de geçerlidir. Talancı da aslında, talan yapmayı bilmeyen, talanın büyük bir tertibat olduğunun farkında olmayacak kadar ahmak, talan tertibatına kendisini takdim edecek bir habitustan ya da yetenekten yoksun, kendisini bunu yapmaya kalkışmaktan alıkoyacak ahlaktan yoksun kişidir.

Onun günah keçisine döndürülmüş bedeni, gerçek talancıyı gizler, ona yapılan işkence hukuksuzluğu, cezasızlığı dahası devlet iradesi olmadığı gerçeğini ortaya serer, ona yapılan işkencenin temaşa haline getirilmesi, yıkıntıların içinde gezinen köpekbalıklarını kan kokusuna doğru çağırır.  Atanamamış ama günah keçisi haline getirilmiş talancı, gerçek talancının, 'kuşa bak kuşa' illüzyonlarından birisidir. Tüm bunlarla birlikte, talancının işkence edilen bedenine karşı duyulan hınç, faşizmi daha açık hale getirir, onun için rıza üretir.

Tüm yazılarını göster