Taliban’ın zaferi Türkiye'de laik güçlere tarihi bir misyon yükledi

Taliban’ın galibiyeti her renkten siyasi İslam akımını cesaretlendirirken, laiklik mücadelesi veren kesimlerin elini zayıflattı.

Abone ol

TALİBAN ÜLKEYİ ŞERİAT YASALARINA GÖRE YÖNETECEK

Kabil’i onbir günde alan Taliban, aradan iki hafta geçmesine rağmen henüz hükümeti kuramadı. Taliban’ın siyasi organizasyon kabiliyetinin savaşma kabiliyeti kadar güçlü olmadığı anlaşılıyor. ABD terörle mücadele gerekçesiyle işgal gücü olarak 20 yıl önce girdiği ülkeden büyük bir hezimete uğrayarak, Büyükelçiliğini kapatıp ayrılıyor. Henüz Taliban hükümeti kurulmamış olsa da, “Afganistan İslam Emirliği” ortaya çıkmaya başladı bile. Kurulacak hükümet, ister salt Taliban’a dayansın, ister ulusal uzlaşı anlayışıyla eski rejim temsilcilerini de içine alsın, ülke şeriat yasalarına göre yönetilecek. Ferman böyle.

Taliban temsilcilerinin başlangıçta verdiği ılımlı mesajlar Kabil Havaalanı’ndaki kaosu ve ölümleri önlemeye yetmedi. Ülkenin katı bir şeriat anlayışıyla yönetileceği ve eski rejim mensuplarından intikam alınacağı konusunda kimsenin tereddüdü yok. Kitleler o yüzden ülkeden kaçmaya çalışıyor.

TALİBAN’DAN EN ÇOK KADINLAR ZARAR GÖRECEK

Taliban rejiminden en çok kadınlar zarar görecek. Kadınlar için tek parçalı “burka” zorunlu olmasa da, İslam'ın öngördüğü “hicap”a bürünmek zorundalar. Çalışan kadınlara sadece “şeriatın izin verdiği çerçevede” tolerans gösterilecek. Kadınlar evlerinden yalnız başlarına çıkabilecekler ancak uzun seyahatlerde eş, baba, oğul gibi yakın akraba bir erkeğin refakatinde bulunmak mecburiyetinde olacaklar. Kız çocukları ancak 12-13 yaşına kadar okula gidebilecekler. Okullarda karma eğitim şimdiden yasaklandı. Sokakları elde silah kontrol edecek şeriat muhafızlarının bu kurallara gerçek hayatta ne ölçüde uyacaklarını yakında daha iyi göreceğiz. Özellikle kırsal bölgelerde, kadınların eskiden olduğu gibi sadece burkaya mahkûm edilmesi, çalışmalarının tümden yasaklanarak eve hapsedilmeleri ve kızların okula gitmelerine izin verilmemesi bekleniyor.

Diğer taraftan, ülkede şeriat hukuku eskiden olduğu gibi en sert biçimde uygulanacak. Şeriat mahkemeleri recm (zina yapan kadınların taşlanarak öldürmesi), el ve uzuv kesme gibi ortaçağdan kalma vahşi cezalar verebilecekler. Bu cezalar, şeriat mahkemelerinin karar vereceği konular olarak nitelendiriliyor.

Ülkede sanat namına ne varsa yok edilecek. Resim, heykel zaten tabuydu. Müzik çalmak da şimdiden yasaklandı. Medyaya ulaşan bilgilere göre bir komedyen ve bir halk müziği sanatçısı Taliban militanları tarafından, sırf sanatlarını icra ettikleri için katledildiler. Müzik aletleri üreten bir atölyeye baskın yapılarak, içeride bulunan tüm enstrümanlar parçalandı. Bunları bilerek, hâlâ Taliban’ı ılımlı ve “olumlu” kabul eden ve onunla iş yapabileceğini sanan varsa, hayırlı olsun.

ESKİ REJİM DE ŞERİAT HÜKÜMLERİNİ ESAS ALIYORDU, LAİKLİK VE MODERNİTE HER ZAMAN AFGANİSTAN’A YABANCIYDI

Ancak Taliban rejiminin Afgan halkına reva gördüğü vahşi muameleye bakarak geçmiş rejime güzelleme yapmak da mümkün değil. Unutmayalım, Batının gözetim ve desteğinde kurulan eski devletin adı “Afganistan İslam Cumhuriyeti” idi. Bu devletin anayasasında ülkede kabul edilen “hiçbir yasanın kutsal İslam dininin kural ve ilkelerine aykırı olamayacağı” hükmü yer alıyordu. Dini nizam altında yönetilmeye dünden razı Afgan toplumu yoz eski rejime sahip çıkmadı, ordu Taliban güçlerine direnmeyerek bir anda dağıldı.

Halk Kabil’de kriminal çetelerin cirit atmasındansa, Taliban güçlerinin şehirde güvenliği sağlamasını tercih etti.

Afgan toplumunun, küçük bir azınlık dışında, laiklik diye bir talebi hiçbir zaman olmadı. Laik toplum anlayışı, Türkiye hariç tutulacak olursa, ne bu ülkede, ne de İslam coğrafyasının diğer ülkelerinde hiçbir zaman ciddi bir şansa sahip değildi.

Sınırları emperyalistler tarafından çizilen Afganistan hiçbir zaman ulus devlet olmadı. Din bağıyla birbirine bağlanmaya çalışılan farklı etnik gruplardan ve aşiretlerden oluşan bu halk moderniteyi hiçbir zaman benimsemedi. Ülkede çağdaş bir toplum yaratma çabaları yüz yıldır başarısızlığa uğruyor.

Emanullah Han Atatürk Türkiye'sini örnek almaya çalıştı, tahtını kaybetti. Necibullah ve diğerleri Sovyetlerden destek alarak ülkeyi dönüştürmeye çalıştılar, kendileriyle beraber Sovyetler Birliğini de çökerttiler. En son terörle mücadele gerekçesiyle ülkeye giren Amerikalılar, her ne kadar 'ulus inşa etme misyonumuz yoktu' deseler de, başarılı olamadılar. Vietnam’dan daha büyük bir hezimete uğrayarak ülkeden ayrılıyorlar. Afganistan hezimetinin Amerikan yüzyılının sonu olduğunu düşünenler var.

TALİBAN REJİMİ ARKASINDA ULUSLARARASI DESTEK BULACAK

Pençşir Vadisi’nde Taliban’a direnen Ahmet Mesut liderliğindeki Tacikler ve diğer azınlık mensupları da, biraz daha ılımlı olmak kaydıyla şeriat vaat ediyorlar. Taliban, bir yandan Ahmet Mesut’la, bir yandan IŞİD-Horasan örgütüyle uğraşacak. Bırakalım Taliban çağdışı rejimine yeniden işlerlik kazandırmak için zamanını rahatça kullansın, kendisinden daha kanlı bir şeriat düzeni kurmak ve bunu tüm İslam alemine yaymak isteyen IŞİD-Horasan örgütüyle boğazlaştığı ve etrafa istikrarsızlık tohumları saçmadığı sürece, bölge ülkelerinin ve düvel-i muazzamanın desteğini arkasında bulacak.

Taliban’ın şeriatçı rejimiyle ne Çin’in, ne Rusya’nın, ne de resmi isimlerinde “İslam Cumhuriyeti” ibaresi bulunan Pakistan ve İran’ın bir sorunu var. Hele kendileri de şeriatla yönetilen Suudi Arabistan ve Körfez Emirliklerinin, Taliban kendilerine sataşmadığı sürece hiçbir sorunu olamaz, aksine onu zengin finansman kaynaklarından desteklerler. Bu listeye, kuşku duyulmasın, yakında ABD ve diğer Batı ülkeleri (Japonya, Güney Kore, Singapur dahil) de katılacak.

Afganistan’dan geri çekilme ne kadar utanç verici koşullarda gerçekleşmiş olursa olsun, bu durum ABD tarafından stratejik satranç oyununda tali bir hamle olarak görülüyor. Önemli olan ABD’nin zayıflayan gücünü Çin’in karşısında teksif etmekti. ABD için esas sorun Afganistan’dan çekilmenin Batı kampı içinde kendisi bakımından bir güvenirlik sorunu yaratmış olması.

Biden’ın kararı ABD kamuoyunda hâlâ destek görse de çekilmenin Batı kampı içinde yarattığı tahribatı tamir etmek hiç kolay olmayacak. Avrupalı müttefikler, biraz da temcit pilavı misali, AB şemsiyesi altında kendi savunma güçlerini oluşturmanın zamanının geldiğinden yeniden söz etmeye başladılar. Bu konudaki çatlak seslerin liderliğini Fransa yapıyor. Ancak, iktisat teorisinde olduğu gibi, bu konuda istemler ve imkanlar arasında kapatılamayacak büyük bir fark var. Üstelik, bağımsız bir Avrupa savunma kimliği konusunda Almanya’yı ikna etmek hiç de kolay değil.

ASIL DARBEYİ YİYENLERDEN BİRİ LAİK GÜÇLER OLDU, TÜRKİYE’NİN YENİ MİSYONU

Bu kargaşa içinde Afganistan’da asıl darbeyi yiyenlerden biri İslam coğrafyasındaki cılız laik güçler oldu. Afganistan’daki gelişmelerin İslam ülkelerindeki laik güçlere verdiği zarardan, Türkiye dışında pek söz eden yok. Taliban’ın galip gelmesi, bu örgütün insan hakları sicili nedeniyle Batı kamuoylarında ciddi bir rahatsızlık yaratsa da, özellikle Avrupalılar için asıl sorun, yeni bir göç dalgasına maruz kalmamak. Yoksa laiklik kimsenin umurunda değil. Onların derdi Afgan göçünü Türkiye’de durdurmak.

Muhalefetin bu konuda başlattığı kampanya önemli ölçüde başarılı oldu. İktidar kısa süre öncesinde söylediklerinden çark ederek, Afgan göç dalgasına muhalefet etmeye başladı. Bundan da önemlisi, Kabil’den kalkan Amerikan uçakları yedi düvele Afgan göçmen taşırken, Türkiye’yi dışarıda bıraktılar. Oysa daha kısa süre önce ABD makamları Amerika’ya gönderilecek Afgan göçmenlerinin işlemleri sonuçlanana kadar Türkiye’de toplanacağından söz ediyorlardı. Demek ki ciddi muhalefet yapılınca oluyormuş.

Taliban’ın galibiyeti her renkten siyasi İslam akımını cesaretlendirirken, laiklik mücadelesi veren kesimlerin elini zayıflattı. Bunun etkisi hiçbir yerde Türkiye kadar görülmeyecek. 15 Temmuz sonrası artan laiklik karşıtı uygulamaların Türkiye’de gemi azıya almasını beklememiz gerekiyor. Muhalefetin, gelen tehlike karşısında eski utangaçlığını üstünden atarak, çok daha cesur davranması lazım. Muhalefetin muhtaç olduğu cesaret damarlarımızdaki kanda değil ama toplum içindeki rahatsızlıkta kolayca bulunabilir. Toplum, dini bir yaşam tarzının kendisine dayatılmasından, eğitimin imam hatipleşmesinden, tarikatların başta eğitim olmak üzere her alanda söz sahibi olmasından, Diyanet’in fetva ve uygulamalarından, mahkemelerin dini kurallara alenen atıfta bulunmasından, Atatürk’ün ve ulusal bayramların/simgelerin unutturulmaya çalışılmasından son derece rahatsız. Muhalefetin ve sivil toplum temsilcilerinin birlik içinde hareket ederek toplumun rahatsızlık ve tepkilerini iyi ve zamanlı yönetmesi gerekiyor.

Ancak laikliğin Türkiye’de yeni bir yoruma tabi tutulması gerektiği de kuşkusuz. Atatürk’ün miras bıraktığı laiklik, ulus devletin inşa dönemine aitti. Türkiye Cumhuriyeti yeni bir yüzyıla adım atarken, son yirmi yıldır uğranan tahribattan sonra eskiye dönülemeyeceği aşikâr. Cumhuriyet’in nasıl demokratik temellerde güçlendirilmesi gerekiyorsa, laikliğin de aynı şekilde demokratik temellerde güçlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda elimizde un da var, şeker de var, yağ da var. İhtiyaç duyulan siyasi irade ve kararlılık.

Türkiye’de laikliğin kazançları sadece bizim için önemli olmayacak. Laiklik yolunda Türkiye’nin kazanımları Müslüman halklara yeni bir örnek teşkil edecek, onlara gitmeleri gereken uzun yolda ışık tutacak. Bu konuda en büyük yardımcımız elbette kendi toplumsal irademiz. Ancak Taliban ve benzerlerinin çağdışı ve vahşi uygulamaları da elimizi güçlendiriyor. İletişim ve teknoloji çağında İslam ülkeleri gençliği çağdaş koşullarda, özgürlük içinde yaşamak istiyor. Bu koşulları onlara Taliban, İhvan veya Vahabilik değil, bilim ve aydınlanmayı rehber edinmiş, demokrasiyi ve çağdaş değerleri özümsemiş laik yönetimler verebilir. Türkiye bu yola tam bir yüz yıl önce girdi. Şimdi tarih bu konuda Türkiye’nin önüne hamle yapmak için yeni bir misyon koyuyor. Cesur ve karalı olmak lazım. Talih cesur olanların yanındadır.

*Emekli Büyükelçi