New York’ta ikiz kulelere ve Vaşington’da Pentagon’a kaçırılan yolcu uçaklarıyla El Kaide tarafından yapılan 11 Eylül intihar saldırılarının ardından, dönemin dışişleri bakan yardımcılarından Armitage, Pakistan gizli servisiyle görüşmesinde Afganistan’a yönelik ABD stratejisiyle işbirliği yapmadıkları takdirde ülkeyi “taş devrine geri bombalayacaklarını” söylemişti. Şimdi, 11 Eylül’ün yirminci yıldönümünde Afganistan’ın başkenti Kabil’in Pakistan destekli Taliban’ın denetimine girmesi çok olası gözüküyor.
Taliban’ın hızlı ilerleyişi, çoğunlukla çarpışarak değil teslim alarak gerçekleşiyor. Yalnızca personel sayıları karşılaştırılırsa, ABD ve NATO’nun eğitimine-donatımına yirmi yıldır milyarlarca dolar yatırdığı Afganistan ordusunun mevcudu 300.000 asker, Taliban ise toplamda yaklaşık 75.000 mevcutlu bir yamalı bohça milis topluluğu. Ülkedeki eyaletlerin yarıdan fazlasının ve pek çok sınır kapısının denetimini güneyden, doğudan ve kuzeyden ele geçirmiş durumda Taliban. Bir başka deyişle, yalnızca 43%ü okur-yazar olan Afganistan halkının kendi “taş devrine dönmeyi yeğliyor” da denebilir.
Taliban ülke içinde IŞİD’in Afganistan şubesi “Horasan” ile ve El Kaide kalıntılarıyla zamanında yer yer çetin çatışmalara girmiş olabilir. Bu durum, Taliban’ın ülküde adı geçenlerle ortaklığını ve vahşette (“idare-et tevahhuş”) birliğini yadsımıyor. Çıkarlar bakımındansa, Afganistan küresel eroin üretiminin hammaddesinde 90% payı ve zengin maden yatakları olan bir ülke. Buna karşılık güncel sürümüyle Taliban, yirmi yıl önceki Taliban değil. Çin’e (Uygur konusu), Rusya’ya (Moskova ziyareti), Hindistan’a (Keşmir meselesi) atılan çiçekler, İran’la perde gerisinden göreceli yoluna koyulan ilişkiler, hatta BM ve AB’ye şirin görünmeler ve içeride Şii Hazaralara özellikle başlayan Muharrem ayında koruma sağlamaları da bu tutumun göstergeleri. Doha’da ABD’yle varılan uzlaşı da bir bakıma öyle. Afganistan’ın küresel satranç tahtasındaki stratejik önemi ise günümüzde üçüncü lige düşmüş durumda.
Taliban’ın diplomasi etkinliği herhalde sonuç vermiş olacak ki, örnekse Rusya Kabil’deki büyükelçiliğini kapatmak için neden bulunmadığını açıklarken, NATO üyesi ülkeler ya misyonlarını kapatıp havalimanına koşuşuyor ya iskelet kadroya düşüyor. Erdoğan da (her kimse o, Murat Yetkin’e göre Akhunzade olacak) “Taliban üst düzeyiyle” Beştepe’de resmi görüşme olasılığının güçlü olduğunu aktardı. Öte yandan Taliban’la görüşme olasılığı Yetkin, Altaylı, Gürcan gibi bazı yazarlara (mealen), gerçekleştiği takdirde Batılı müttefiklerimizce PKK yönetiminin resmen üst düzeyde kabulüne karşı çıkılamayacağı çelişkisini düşündürttü. Ben de aynı soruyu, “Taliban’la üst düzeyde resmen görüşülebiliyorsa, PKK yöneticileriyle hiç yoksa uygun kanallardan neden temas edilemesin?” diye sordum.
Ayrıca, Özbekistan’la sınır kapısı Hayrattan’ın yanı başındaki Mezar-ı Şerif de (bkz. görsel) Taliban egemenliğine girmek üzere. Orada başkonsolosluğumuz ve yerel Özbek halkla ayrıcalıklı ilişkilerimiz bulunuyor. Kabil Havalimanı’nın işletme ve güvenliğini sağlamaya “talip olunurken” işin içine, suya düşen Macaristan ve Gürcistan dışında, son olarak MSB Akar’ın ziyaret ettiği Pakistan ve yerelden de Raşit Dostum katılmaya çabalanmıştı. Dünya görüşü farklı olsa da gaddarlıkta Taliban’dan geri kalmayan Dostum’un memleketi Şibirgan teslim oldu. Eskinin Kuzey İttifakı’nın da yerinde yeller esiyor. Kuzey İttifakı’ndan arda kalan Bismillah Han son kabine değişikliğinde Savunma Bakanı oldu ve istihbarat ile iç güvenliğin başındaki Emrullah Salih sonradan başkan yardımcısıydı. Belki onlar ve benzerleri, komşu Celalabad’la ile birlikte son bir direnç nüvesi oluşturabilir. Daha baskın olasılık, son geride kalanların canlarını zor kurtardığı, kaçamayanlarınsa zamanında parça parça edilen Necibullah gibi yaradanlarına tez elden kavuşmaları. Korkunç ama gerçek.
Taliban’ın, doğal olarak Şii Hazaralar dışında, kuzeyli Tacik ve Özbeklerden de değil ağırlıklı olarak Paştunlardan oluştuğu doğru. Ancak boyun eğdirmek amacıyla ellerinden en çok eziyet çeken, katledilenlerin de Sünni Paştunlar olduğu da bir o denli doğru. IŞİD’le bu benzerlik, “merkezi hükümetin” Taliban’la savaşımı ve bu etkinliğe (ortada bir etkinlikten söz etmek güç de sözgelimi) ABD/NATO’nun eğit-donat, istihbarat ve hele hava desteği boyutlarında ayrışıyor. Taliban, islâmcı olduğu denli, milliyetçi, başka deyişle düpedüz Afgan bir yapı. Başka deyişle Afganistan içinde Taliban’ı ayrıştırıp, onu havadan hedef almak güç belki olanaksız. Irak’tan bir diğer fark, yeraltı zenginliklerinin ve sınır kapılarından elde gelirin yarattığı özkaynak. Yirmi yıldır Kabil’de oturanlar BM, ABD, NATO yardımlarını cebellezi etmekle geçindiler. Taliban da işe sınır kapılarını teker teker almakla başladı. Irak, Suriye, Libya hatta bir başka bakımdan Lübnan örneklerinin uluslararası topluma (yani ABD’ye) anlattığı da ders de, rejim değişikliği diye yola çıkınca devlet aygıtının içe çökmesi sonucuyla karşılaşmak.
Ankara, Erdoğan-Biden yüz yüze görüşmesi öncesinde kendi diplomatik çıkarlarına uygun bir hamleyle, Kabil Havalimanı önerisini ortaya atmıştı. Bugün, MSB Akar’ın peş peşe açıklamalarıyla ısrarlı talepkâr duruma gerileyip, pazarlık eli zayıfladı. Herhalde, Vaşington’dan 2003 teskere öncesini andıran biçimde dudak uçuklatan meblağlar istendiğini varsaymak yanılgı olmaz. Buna karşılık, maliyet sorun değildi. Ancak, artık ABD kendi büyükelçiliğini düzenli tahliye için üç bin askerini Kabil’e, bin askerini de Katar’a konuşlandırıyor. Yani, TSK varlığının olmazsa olmazlığı, katma değeri ortadan kalkıyor. Değil Ankara’nın, bizatihi Kabil’in ne Taliban ne ABD/NATO ile pazarlık edeceği bir koz ellerinde bulunmuyor. Tüm olup bitene ve alanda önü alınmaz biçimde ivme kazanan gelişmelere karşın, Kabil’de bulunmayı gerekçelendirmek artık olası değil.
Öyleyse Ankara’daki miyopik, hesapvermez, fırsatçı, cin olmadan adam çarpan akıllarda hangi tilkiler dolaşıyor olabilir? Çok güçlüyüz, sel ve yangın felâketlerine müdahalede, toplumsal dayanışmada yetersiziz ama Somali’ye otuz milyon dolar hibe edebiliyoruz ve Kabil’e birlik konuşlandırabiliyoruz mu? Özellikle doğu ve kuzeydeki yeraltı zenginliklerine, değerli madenlere ortak olacağız mı? Ülkemize yönelik düzensiz göçü yerinde engelleyeceğiz mi? Ki en zırvası bu olur, zira İran sınırımıza son dönemde ayyuka çıkan Afganistan’dan gürbüz askerlik çağında genç erkek sığınmacı yığılması ABD ile bulunan uzlaşı zemini sonrasında başladı. Sınırlarımızın ötesinde, ne olursa sonlanacağı bilinemeyen ve sorulamayan, genişleyerek süren, kalıcılaşan askeri harekâtların yeni sürüm islâmcı-milliyetçi yerleşik düzen vesayetinin sürmesine cansuyu vermesi mi? Enver Paşa’yı rahmetle anıp, Orta Asya’da muhayyel bir “büyük oyuna” dalmak mı? Herhalde uluslararası yasadışı narkotik ticaretine ortak olmak hiç değil.
ABD açısından ise Afganistan’dan, hele bu biçimde apar topar çekilmek, Afganistan’ın çok ötesinde diplomatik sonuçlar yaratacağa benziyor. Taliban’ın, “saatler ABD’de, ama zaman bizde” yaklaşımı haklı çıkıyor. Örnek vermek gerekirse, sınırımızın dibinde, neredeyse birbirlerine girmek üzere de olan, IKB ve YPG gibi “paydaşlar” adımlarını artık iki kere düşünüp atacak. ABD, Çin’le ve Rusya’yla küresel mücadelesinde ittifaklar yaratmak, diplomasi üçgenleri kurmakta daha zorlanacak. Irak’ta ve belki genel olarak Ortadoğu’da İran’ı dengelemek konusunda da herhalde öyle olacak. Bağdat’tan Vaşington’a yakınlarda gidip dönen Başbakan Kazımi muhtemelen Afganistan Cumhurbaşkanı Gani’nin kaçınılmaz akıbetini en yakından izleyen liderlerdendir. Uluslararası askeri müdahalelerin sonuçları, hepsi başarısız ulus kurma, devlet inşa etme girişimlerinin yazgısı, alanda askeri varlık bulundurmak iştahsızlığı, AB’nin diplomatik imkân ve kabiliyet eksikliği gibi konular da daha hararetle tartışılacak.
Sözün özü, TSK’nın sözleşmeli er ve erbaşlarının, muvazzaf astsubay ve subaylarının Afganistan’a çatışmaya, belirsizliğe, istikrarsızlığa gönderilmesinde ısrarın, ulusal çıkarlarımız ve güvenliğimiz bakımlarından hiçbir gerekçesi ve anlamı bulunmuyor. Taliban’la ülkü birliği ve çıkar ortaklığı olmayanlar açısından bu girişime karşı çıkmak yurtseverlik ödevidir.