ABD Başkanı Donald Trump’ın Orta Doğu politikası kendi karakteri gibi ‘ayarsız’. Amerikan politikasındaki belirsizliğin giderilmesi önemli ölçüde Rusya ile suların test edilmesine ve ortaya çıkacak gerilimlerden bir denge noktası bulunmasına bağlı. Trump ile Rusya lideri Vladimir Putin masaya oturuncaya dek bu belirsizliğin giderilmesi de zor gözüküyordu. Nihayetinde aralarında geçen telefon konuşmaları bir kenara iki lider ilk kez Hamburg’ta G20 zirvesi sırasında kafa kafaya verdi.
Görüşmeye paralel olarak, Rusya ile ABD’nin, Suriye’nin güneybatı bölgesinde ateşkes konusunda anlaştığı ilan edildi. Buna göre Ürdün sınırındaki Dera ve Süveyde kentleri ile Golan’daki Kuneytra’yı kapsayan bölgede bugün (9 Temmuz) öğlen saat 12.00’den itibaren ateşkes yürürlüğe girecek. Taraflar bu uzlaşıyı iki ülkenin işbirliği zemini bakımından önemli bir başlangıç olarak görüyor.
Çatışmasızlık rejiminin öngörüldüğü bölgede ABD’nin Ürdün üzerinden eğitip donattığı ‘Güney Ordusu’ etiketini kullanan grupların yanı sıra Nusra Cephesi gibi cihatçı gruplar da etkin.
Belli belirsizliklere rağmen iki gücün havada çakışmasını önlemeye dönük askeri irtibat mekanizmasından sonra, sahada gelişen bu işbirliği, savaşın seyrini etkileyecek kadar önemli.
***
Hamburg buluşmasının öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Amerikan politikasının yeni kodlarını veren önemli bir açıklama yaptı. Bu kodlar potansiyel olarak Suriye’nin geleceği açısından hem istikrara hem de belirsizliklere işaret ediyor. ‘Belirsizlik’ işler istenildiği gibi yürümediğinde oyun içinde oyun oynama, oyun bozan olma ve yeni müdahalelerde bulunma imkânı veren bir politika.
“Savaşımız IŞİD’le” diyen Tillerson’a göre “ABD, Suriye hükümeti, muhalifler ve koalisyon güçleri dahil IŞİD ile savaşan bütün taraflara birbiriyle çatışmadan uzak durmaları ve askeri çatışmasızlık için kabul edilen coğrafi sınırlara sadık kalmaları çağrısı yapıyor.”
ABD’nin geçen ay İran yapımı iki insansız hava aracı ile bir Suriye jetini düşürmesinden sonra ‘savaşın Suriye ile değil, IŞİD ile olduğu’ vurgusu, sahanın güçlü ve avantajlı aktörü Rusya’nın etkisine işaret ediyor. Yine de ABD’nin yarın başka bir bahaneyle tersini yapmayacağının hiçbir garantisi yok!
‘Coğrafi sınır’ vurgusu da mühim. Rusya ile ABD arasında operasyon alanlarını belirleyen coğrafi sınır Fırat Nehri’ydi. Son iki ayda yaşanan gerilimler de Amerikan destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat’ın batısına geçmesi ve Rakka’dan sonra Deyr el Zor’u hedefe koymasıydı.
Peki, güney cephesindeki ateşkes mutabakatı, ABD’nin Fırat’ın batısındaki Tabka üssüne yerleşme ve Rakka’dan sonra Deyr el Zor’a gitme planlarından vazgeçtiği anlamına geliyor mu? Bunun anlaşmada olup olmadığı ya da nasıl yer aldığı belli değil. Fakat mantıken Ruslarla işbirliği yoluna girildiyse bu konularda da belli bir yakınlaşmanın olması gerekir. Devam eden pazarlıklarda bu konuların nereye varacağını göreceğiz.
Tillerson ayrıca bundan sonra istikrarın temini, uçuşa yasak bölge, sahada ateşkesi denetleyecek gözlemci misyonu ve insani yardımın ulaştırılması konularında ortak mekanizma kurulması için Rusya ile birlikte çalışılacaklarını kaydetti. ‘Uçuşa yasak bölge’ şimdiye dek Rusya’nın kabul ettiği bir seçenek değildi. Şimdi bunun çatışmasızlık bölgeleri dosyasına sokulmasına rıza göstermesi için de mücbir bir neden yok.
***
ABD, neyin karşılığında Rusya ile ortaklığa gidiyor? Amerikan basınına yansıdığı kadarıyla uzlaşma koşulu olarak iki nokta öne çıkıyor:
- IŞİD’den kurtarılan bölgeler Suriye ordusuna devredilmemeli.
- Rusya, IŞİD sonrası dönemde siyasi geçiş sürecini garanti etmeli. Yani Rusya bir şekilde Beşar el Esad’a yol verecek koşulları sağlamalı.
Tillerson tam olarak diyor ki “ABD, Suriye rejiminin garantörü olarak Rusya’nın Suriye halkının taleplerinin karşılanması ve herhangi bir tarafın IŞİD ya da diğer terör örgütlerinden kurtarılan bölgeleri yasa dışı olarak geri alması ya da işgal etmesini önleme konusunda sorumlu olduğuna inanıyor. Ayrıca Rusya, Esad rejiminin daha fazla kimyasal silah kullanmasını önlemekle yükümlüdür.”
Bu konuda Daily Beast de, Suriye politikasındaki değişiklikten bahsederken Amerikalı yetkililere dayanarak şunu yazdı:
"ABD, müttefik güçlerin IŞİD'den kurtardığı bölgeleri Esad’a teslim etmeyecek. Amerikan güçleri ne bu toprakları denetleyecek ne de ateşkesi uygulayacak. ABD’nin vekil güçlerinin ele geçirdiği bölgelerde görev SDG gibi Amerikan müttefik güçlerinde olacak.”
Anlaşıldığı kadarıyla ABD, SDG’nin kontrol ettiği toprakları, geçiş dönemi pazarlıklarında rejim değişikliği için bir kart olarak elinde tutmak istiyor.
Trump göreve başlarken selefinin “Esad gitmeli” söylemini masadan kaldırmıştı. ABD’nin Esad’ı sorumlu tutup Şairat üssünü bombalamak suretiyle kendince cezalandırdığı Han Şeyhun’daki kimyasal felaketten sonra eski parolaya geri dönüldü. Hatta Washington yönetimi, Suriye ordusunun kimyasal silah saldırısına hazırlandığına dair iddiaya dayanarak bölgeye uçak gemisi gönderdi. Hamburg toplantısından hemen önce gelen sinyaller ise ABD’nin Esad’ın kaderini Rusların eline bıraktığı yönündeydi. Foreign Policy'e göre Tillerson, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e "Esad'a ne olacağı Amerikan hükümetinin değil, Rusya'nın sorunu" dedi.
Bu da Esad’ın gitmesi yönündeki beklenti sürerken Suriye’deki siyasi gerçekliğin de kabul edildiği anlamına geliyor.
Yani ABD, Suriye’de kısmen Rusya’nın istediği şekilde oynamaya razı olurken Rusya eliyle bir ‘Post-Esad’ düşlüyor.
İkinci beklenti post-IŞİD dönemine ilişkin. ABD kurtarılan bölgelerin başka bir güç tarafından ele geçirilmemesi şartı koşarken ‘yaşa dışı şekilde’ ifadesini kullanıyor. İşgalci bir güç olarak ABD’nin yasallıktan bahsetmesi hayli tuhaf kaçsa da bununla özellikle İran bağlantılı milis yapıları kast ediliyor olunmalı. Elbette Dealy Beast’e konuşan yetkililerinin çizdiği çerçeveyle yetinirsek Amerikalılar Suriye ordusunu da yasa dışı sayıyor olabilirler.
***
“Tampon kimin için” sorusunun yöneltildiği noktada ise İsrail’in dayatmaları devreye giriyor: “Hizbullah ve İran bağlantılı diğer gruplar İsrail sınırlarına yaklaşmamalı.”
İsrail’e göre Golan’ı çevreleyen yerler ‘tampon bölge’ ilan edilmeli. İşgal ettiği yetmiyormuş gibi Golan’ın etrafında da Suriye ordusunu ya da Suriye’nin müttefiki bir güç istemiyor.
Times of Israel’e göre İsrail Başbakan Benyamin Netanyahu, 6 Temmuz’da telefonda Putin’le bu konuyu görüştü. Netanyahu Golan’a 48 kilometre mesafedeki şeritte Hizbullah ve İran destekli diğer grupların olmamasının garanti edilmesini istedi. Trump göreve geldiğinden beri İsrail tampon bölge için hem Rus, hem Amerikalılar nezdinde gündemde tutmaya çalışıyor. ABD’nin IŞİD’le mücadele özel koordinatörü Brett McGurk geçen ay Herzliya Konferansı’na gittiğinde İsrail Dışişleri ve Savunma Bakanlığı yetkilileriyle bu meseleyi enine boyuna konuşmuştu.
İsrail’in çekinceleri konusunda Rusya’nın özel bir tutumu var. Suriye hava sahasını kontrol eden Rusya savaşa bizzat girerek Şam’a kalkan olmasına rağmen İsrail’in Hizbullah bahanesiyle Suriye ordusuna ait mevzileri vurmasına göz yumuyor. Kırmızı çizgileri İsrail için çalıştırmayan Rusya aynı zamanda sahada Hizbullah ve diğer milis güçlerle ortak operasyon düzenliyor.
Haaretz’e göre İsrail, Golan ve Ürdün sınırında istediği tampon bölge rejiminin Astana sürecinin dışında tutulmasını istiyor. Astana sürecinin garantörleri Rusya, İran ve Türkiye. Yani İsrail, İran ve Türkiye’nin dahil olduğu bir çatışmasızlık bölgesi istemiyor. İsrail’in önceliği güney cephesindeki tampon bölgeyi kontrol edecek gücün Amerikalı askerler olması. 500 kadar askeriyle vekil örgütlerle çalışan ABD de sahada bu tür bir askeri misyon üstlenmekten yana değil. İsrail sınır bölgesinde Nusra’yı Suriye ordusuna tercih ediyor.
***
Trump ile Putin’in gösterdiği iradeyle güney cephesinde hızla yol alan ateşkes planı kuzeyde tıkanmış durumda. Son Astana toplantısında çatışmasızlık bölgeleri anlaşması Türkiye’nin itirazlarına takıldı. Türkiye, İdlib’de sergilenecek ortaklığa karşı TSK’nin Afrin’e müdahalesine yeşil ışık yakılmasında ısrar ediyor. Malum Halep’teki muhalif grupların bölgeden çıkarılmasına karşılık Rusya, Türkiye’nin IŞİD’le mücadele adı altında Cerablus-Marea hattında Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlatmasına yeşil ışık yakmıştı. Benzer bir pazarlık masada; ama senaryodaki hedef IŞİD değil Kürtler. Bu da işin rengini değiştiriyor. Ayrıca Fırat Kalkanı’nın sona erdiğinin ilan edilmesine rağmen Türkiye’nin Azez-El Bab arasındaki bölgede polis teşkilatından diyanetine kadar kendince bir düzen kurmaya çalışması bir dizi soru işaretine yol açıyor. İdlib cebinde ateşkesi kimin koruyacağı da meçhul. Kazakistan ve Kırgızistan’dan asker gönderilebileceği belirtilmişti. Ama bu iki ülke istekli değil. İdlib tamponu 1-2 Ağustos’ta Tahran’da, ayın sonunda da yine Astana’da konuşulacak.
Eğer ABD ile Rusya’nın güney cephesinde başlattığı işbirliği gerçek anlamda krizin çözümüne yönelik yapıcı bir ortaklık üretirse Türkiye’nin Kürt kazanımlarını bitirmeye endeksli tampon siyasetinde ısrar etmesi güçleşir.