Lübnan, Irak ve İran’daki halk hareketleri, bunlara ilaveten İsrail’deki siyasi kriz, Suriye’de ve Libya’da bilfiil taraf olduğumuz çatışma ortamını bir yana bırakarak şimdilik, sözünü edeceklerimin bölgesel bölümü. İspanya’daki seçim sonuçları, Britanya’da 12 Aralık’taki seçimler, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO ve AB konusundaki açıklamaları ve Fransız çiftçi, köylünün Paris’e yürüyüşü, Almanya’da kariyerinin günbatımındaki Merkel sonrasının belirsizliği ise, Trump’ın azil sürecini de ekleyebilerek, Batı ayağı.
Yakın dönemden beri, günümüzde demeli hatta, hem belki bir anlamda ayağımızı bastığımız bölgemizde, hem yine belki bir anlamda yüzyıllardır yüzümüzü döndüğümüz Batı’da, Batı Avrupa’da, pek bu kadar üst üste gelmesine alışık olmadığımız, sık rastlamadığımız gelişmeler yaşanıyor. Bu bağlamda, ben de sanki mikadonun çöplerini masaya bırakır gibi yamalı bohça yazılar yazdığımın bilincindeyim.
Dileğim, bu başlangıçta birbirlerinin üzerine ne biçimde oturduğu konusunda bütüncül bir anlayışa henüz sahip olamadığımız çubuklara verili andan bakmak, belki artan ivmeyle yaklaşmakta olan geleceğimizi görmeye çalışmak. Tüm bu olan bitenin bizlere kendimiz ve ülkemiz hakkında anlattıkları üzerinde bir yargıya varmaya yönelik görüş alışverişinde bulunmak, deyim yerindeyse düşünceyi tahrik etmek. Ufuk turuna başlayalım.
Her üçü de uyuşmuş ve umutsuz gözüken Lübnan, Irak ve İran’da birden patlayan halk hareketleri, bunlara ilaveten İsrail’deki siyasi kriz, Suriye’de ve Libya’da bilfiil taraf olduğumuz çatışma ortamını bir yana bırakarak şimdilik, sözünü edeceklerimin bölgesel bölümü. İspanya’daki seçim sonuçları, Britanya’da 12 Aralık’ta yapılacak seçimler, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO ve AB konusundaki açıklamaları ve Fransız çiftçi, köylünün Paris’e yürüyüşü, Almanya’da kariyerinin günbatımındaki Merkel sonrasının belirsizliği ise, Trump’ın azil sürecini de ekleyebilerek, Batı ayağı.
Irak’ta göstericiler arasında güvenlik kuvvetlerince öldürülenlerin sayısı dört yüzü aştı. Buna karşılık, halk ilk kellesini aldı ve Başbakan Abdelmehdi istifasını meclise sundu. Bunun, yeni anayasaya dek yönelecek bir çorap söküğünün ilk adımı mı olduğu yoksa meclisin toplanmayarak bir alicengiz oyununa mı girişeceği henüz belirsiz. IKB açısından olası sonuçları da öyle. Ayrıca, Necef’te İran Başkonsolosluğu’nun yakılması, nereden bakarsanız bakın, gerçekten olağanüstü bir durum. Taklit mercisi Uzma Ayetullah Sistani’nin halk isyanının yanında yer almasını da kayda geçirmeli.
İran’da binlerce gözaltı var. Rehber Ayetullah Hameney o her türlü baskıcı rejimlerden tanıdık “yabancı güçlerin oyununu bozduk” açıklamasını yaptı bile. Bir sonraki istasyona hızla vardırmak istenilen bir buharlı lokomotifin, emniyet supabını tıkayıp, kazana kömür atmaya devam ederek basıncı yükseltmeye devam etmek demek bu. Basınçla birlikte itici güç doğru orantılı artacaktır kuşkusuz, ancak istasyona girmeden lokomotif havaya mı uçar, orası belli değil pek. ABD yaptırımlarının da o muhayyel lokomotifin bir yandan supabını tıkarken, diğer yandan da kömürünü eksilttiği söylenebilir.
Lübnan yakın tarihin en kanlı iç savaşlarından birini 1975-92 yılları arasında yaşadı ve hem İsrail hem Suriye işgallerini deneyimledi. Tüm yöneticilerin yolsuzluktan beslendiği ve nüfusun çok kısıtlı bir kaymak tabakası o gün bugün ceplerini doldururken, halkın temel hizmetlerden bile yoksun kaldığı ortada. Halk, ona dayatılan ve öğrenilmiş düşmanlıklarını aşmayı bilmişe benziyor. Buna karşılık, genel kural olarak çatışmaların halk arasında değil kendi dar siyasal ve ekonomik çıkarlarını korumak uğruna silahlanmış milis ve benzeri çeteler arasında başladığı düşünülürse ve son günlerdeki bazı olaylara bakılırsa, yeni bir cehennemin kapıları halkın ağır basan barışçıl eğilimine rağmen açılabilir.
İsrail’de Başbakan Netanyahu* hakkında dava açıldı. Ancak, geçici de olsa ucu açık biçimde koltuğunu koruyabilecek. Netanyahu karşıtları da, yandaşları da sokağa çıktılar. Seçim sisteminin sonuç üretmediği cihetle reforme edilmesi gereksinimi bulunduğu vurgulanıyor. İstikrar adına, ifade özgürlüğü yahut yargı bağımsızlığını kısıtlamak gerektiğini ileri süren yok da, parlamentodaki temsil ve seçim barajı gibi konuların elden geçmesi zamanının geldiğini söyleyen var. Seçimi kazanan çoğunluğun meclisteki temsilde ödüllendirildiği Fransa ve Yunanistan gibi seçenekler bu bağlamda akla geliyor.
İspanya’nın “caudillo” (“reis”) Franco’nun 1975’teki ölümüyle demokrasiye geçtiği söylenir. Gerçekten de yeni anayasa 1978’de kabul edilmişti. Franco’nun kalıntıları ancak bu yıl, yani 44 yıl sonra anıtmezarından taşınabildi. Yine ilk kez bu yıl, 44 yılın ardından Frankocular Vox Partisi'yle parlamentoya, hem de üçüncü güç olarak girebildi. Komşumuz IKB gibi, Katalonya özerk bölgesi 2017 yılında akim kalan bir bağımsızlık referandumu yapmış ve o girişimin beyni olan seçilmişlere bu yıl yüksek mahkeme onar yılı aşan cezalar vermişti. Vox’un yükselişinde, yasadışı göçe ve idaredeki başıbozukluğa olduğu denli, Katalanlara da belirli toplum kesimlerinde duyulan tepkinin etmen olduğu söylenebilir.
Fransa’da Sarı Yelekliler hareketini iyi-kötü atlatabilen Cumhurbaşkanı Macron ise, bu defa Paris’in ana akslarından birini traktörleriyle tıkayan çiftçi, köylünün tepkisiyle karşılaştı. Tarımla geçinenler, çevrecilerce sürekli şeytanlaştırıldıklarını ve sübvansiyonlara bağımlı kılınarak, emekleriyle geçinme haysiyetlerinin ellerinden alındığını, özcesi “ne yapak, taş mı yiyek” konumuna itildiklerini söylüyor. Macron da hazır Britanya AB’den ayrılır, Merkel zorunlu emekliliğe yaklaşırken, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’a genişleme kapısını açmak yerine, entegrasyonu öne çıkararak, esasen Fransa’yı AB’nin lider ülkesi konumuna getirme çabasında. Ayrıca, ABD’nin fişini çekme eğiliminde olduğu NATO’yu da özellikle Türkiye’nin Suriye harekâtlarındaki ataleti vesilesiyle eleştirerek, “beyin ölümü” çıkışını yaptı.
Britanya’da üç yıldır süren Brexit didişmesi artık ayyuka çıktı. Kamuoyu yoklamaları Johnson’un Brexit Partisi’ni yuttuğunu ve Corbyn’in İşçi Partisi'yle arayı açtığını gösteriyor. Brexit’e oy verenler yaşlılar ve Londra dışındaki küreselleşmeden payını alamayan çalışan kesimdi. Üstelik, iki milyon seçmenin ilk kez bu yıl kayıt yaptırdığı ve bu oyların da İşçi Partisi’ni güçlendireceği öngörülüyordu. Corbyn, kendi seçmeni Brexit konusunda yarı yarıya bölünmüş göründüğünden, liderlik aranan bir dönemde minderden kaçan bir izlenim verdi. Kamuoyu yoklamaları yanılmazsa sola çıkacak faturanın tuzlu olacağı anlaşılıyor.
Tüm bunlar bize, burada, şimdi ne anlatıyor? Bir şey anlatmalı mı? Erdoğan, Macron’a “asıl beyin ölümü gerçekleşen sensin” deyip, bunu gelecek hafta NATO Zirvesi’nde yüzüne de yineleyeceğini belirtti. Türkiye’nin Libya’da SİHA savaşının tarafı olduğu haberini hazmedemeden, Pakistan’la nükleer işbirliği rivayeti çıktı. Rejimin özgüven patlaması, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’ın Tim Sebastian’ın sorularına yanıt verirken takındığı cüretkâr tavırda cismini buldu. MGK, Barış Pınarı harekâtının bitmediğini aksine sürdüğünü ve gerek görüldüğü müddetçe süreceğini bildirdi.
Kostaklanma, meydan okuma, neredeyse daimi belâ arama, baskın anlatının ana hatlarını oluşturuyor. Kayyımlar, İstanbul’un susuzluk meselesi, İBB meclisinde anamuhalefet (!) AKP’nin su zammını şanlı direnişle durdurması, yasaklamalar, gözaltılar, tutuklamalar, İçişleri Bakanı Soylu’nun Amedspor çıkışı gibi her gün karşı karşıya kaldığımız, dinmek bilmeyen bir uğultudan kendi sözümüzü kendimiz duyamıyoruz. O arada yaşadığımız çağın ruhu yaratıcı kaosa mı evriliyor, yoksa bu dönemin ardından bir “bölüm sonu canavarı” ile mi karşı karşıya kalacağız, belki güdük gündemimiz dışında bunlar üzerine de kafa yormakta yarar var.
*İsrail’deki durum hakkında iyi bir değerlendirme okumak isterseniz bkz. Karel Valansi “Netanyahu’nun Savaşı”