Kamuoyunda “Büyükada Davası” olarak bilinen ve 11 insan hakları
savunucusunun yargılandığı davada 6 yıl 3 ay hapis cezasına
çarptırılan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Onursal Başkanı
Taner Kılıç’ın dosyası da, dualar eşliğinde açılan yeni yargı
yılında Yargıtay tarafından karara bağlanacak.
Dört ayrı bilirkişi raporunca aksi ispat edildiği halde ByLock
kullanma, kendisine WhatsApp’tan gönderildiği kanıtlanan Fethullah
Gülen’in bir konuşmasından kesilmiş kısa bir video ve Af Örgütü’nün
yargıya konu bile olmayan üç basın açıklaması metni… İnsan hakları
savunucusu ve avukat Kılıç’ı bir yılı aşkın süre hapiste tutan ve
daha sonra 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptıran “gerekçeler”
bunlar.
Hukuk fakültelerinde ders olarak okutulması gereken, Kafka’nın
Dava’sındaki Josef K.’nınkini andıran hikâyesi için Kılıç’a
bağlanıyoruz…
5 Temmuz 2017’de tarihinde insan hakları savunucularına
İstanbul-Büyükada’da yapılan operasyon sırasında siz “ByLock
kullanma” iddiasıyla bir aydır hapisteydiniz. Bir kere
tutuklanmanızdan sonra yapılan bir toplantı hakkındaki dosyaya
neden dâhil edildiniz?
Şikago Yedilisi'nin Yargılanması filminde, olaylara dâhil
olmadığı halde sonradan davaya monte edilen sekizinci kişi var. O
sekizinci kişi, olaya kriminal bir boyut katılması için başka bir
yerden getirilip dosyaya ekleniyor. Ben de Büyükada Davası’ndaki 10
kişiye bu nedenle dâhil edilen 11. kişi olarak görüyorum kendimi.
Bunun hiçbir mantıklı veya hukuki nedeni yok. Fakat bir ay önce
ByLock kullanma suçlamasıyla tutuklanmış biri olarak Büyükada
dosyasına dâhil edilmem, hedef alınan insan hakları savunucularına
dair şüpheleri artırmaya yönelik bir hamle gibi
görünüyor.
Büyükada gözaltıları, 15 Temmuz darbe girişiminin
birinci yıldönümüne on gün kala yapılmıştı ve iktidar medyası bu
toplantıyı “dış güçlerin yeni planı” olarak lanse etmişti. Büyükada
Davası’nı “büyük resimde” nereye koyuyorsunuz?
Güvenlik politikalarının yükseltilmesine ihtiyaç duyulduğunda bu
tür söylemlere ağırlık verilir. Dediğiniz gibi, o dönem de 15
Temmuz’un birinci yıldönümüydü ve güvenlik paranoyası had
safhadaydı. Dolayısıyla yerli ve yabancı insan hakları
savunucularının olduğu bir toplantı da bu konsepte çok iyi
oturuyordu. Hatta o dönem CHP’nin Adalet Yürüyüşü de vardı ve o
yürüyüş de bu konsepte dâhil edildi. Sanki biz içeride ve dışarıda
icra edilen bir komplonun ara figüranları olarak lanse edildik.
Fakat maalesef bu süreci insanlar hep medya üzerinden okudu ve dava
dosyasında ne olduğuna kimse bakmadı. Oysa medyada dolaşan ama
dosyada hiçbir maddi gerekçesi olmayan çok sayıda husus vardı.
İnsan hakları savunuculuğu belli bir saygınlığa ve itibara
dayanırken, medya kampanyasıyla bu saygınlığı kırmaya, kriminalize
etmeye yönelik karalama kampanyaları yapıldı.
Evet ama Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi kurucusu
ve insan hakları savunucusu olarak ByLock kullanmakla ve
Fethullahçıların “sivil toplum örgütlerini kullanarak faaliyet
göstermeye” örnek gösterildiniz. Telefonunuzda ByLock var mıydı?
Fethullahçı mısınız?
Birazdan somut kanıtlara dayanarak telefonumda hiçbir zaman
ByLock olmadığını anlatacağım. Ayrıca hayatımın hiçbir döneminde
Fethullahçı dediğiniz yapıyla bir alakam olmadı. Elbette eş, dost,
hısım-akraba içinde bunlardan olmuştur ama herhangi bir Türk
vatandaşı gibi. Fakat benim şahsi olarak bu yapı içinde bir
varlığım olmadı. 1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ne girdiğimden beri İzmir’de yaşıyorum. Öğrencilik
yıllarımdan beri Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesinde kaldım.
Vakfın İzmir şubesi başkan yardımcısıydım ve uzun süre
yöneticiliğini, daha sonra avukatlığını yaptım. 28 Şubat sürecinde
vakfa yönelik kapatma davasına bakan birkaç avukattan biriydim.
Zehra Vakfı da, ByLock iddiasıyla gözaltına alındığımda bunu
duyurdu zaten. Bütün hayatım Zehra Vakfı’nda başladı ve hâlen de
devam ediyor. Başka sivil toplum kuruluşlarıyla da irtibatım
oldu.
'BİRKAÇ SAATE ÇIKACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM GERÇEK 360 GÜN SONRA ORTAYA
KONDU'
Bizim bildiğimiz Kürt Nurcuların oluşturduğu Med Zehra
cemaati vardı. Zehra Vakfı’nın onlarla bir ilişkisi var
mı?
Evet ama geçmişte birbirlerinden ayrılmış Risale-i Nur
hareketleri bunlar.
Peki bu nedenle Fethullahçılıkla suçlanmış olabilir
misiniz?
Aslında çok güzel bir noktaya geldik. Zehra Vakfı ile
Fethullahçılık hareketinin yıldızlarının hiçbir zaman barışık
olmadığı bilinir. 28 Şubat sürecinde vakfımızın da içinde bulunduğu
çok sayıda yapının üzerine gidildi, 25’i aşkın vakıf kapatıldı ama
Fethullahçı denen yapı bu süreçten güçlenerek çıktı. Hem fikren hem
fiilen, yani icraatları itibariyle o yapıyla herhangi bir teşviki
mesaimiz söz konusu olmadı. İslami cemaatleri takip eden insanlar
da, akademisyenler de, istihbarat kurumları da, emniyet de, devlet
de bu iki hareketin 1970’li yıllardan beri birlikte hareket
etmediğini, fikren de ayrı kulvarlarda bulunduklarını bilir.

Fethullahçılıkla alakanız olmadığı halde neden hedef
alındınız? Davanıza bakıldığında başat üç suçlama var: ByLock
kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak ve telefonunuzda Fethullah
Gülen’e ait bir video kaydı bulunması…
6 Haziran 2017’nin sabahı evime polis geldiğinde hakkımdaki tek
suçlama ByLock kullanmaktı. ByLock’u hayatımda hiç kullanmadığım
için öğlene doğru evime döneceğimi düşünüyordum. Ben de birçok
insan gibi ByLock’u 15 Temmuz’dan sonra duymuş ve “vay be, adamlara
bak, ne biçim program yapmışlar” diye düşünmüştüm. Fakat bu
suçlamayla gözaltına alındığımda, bu nedenle gözaltına alınan bir
sürü insanın masum olduğuna inanmaya başladım. Neticede 6 Haziran
sabahı, birkaç saat sonra ortaya çıkacağını düşündüğüm gerçek, tam
360 gün sonra, yani 1 Haziran 2018 tarihli Terörle Mücadele
Birimi’ne bağlı Siber Suçlarla Mücadele raporunda ortaya kondu. O
raporda telefonumda ByLock’a dair hiçbir şey bulunmadığı,
telefonuma hiçbir zaman bu programın yüklenmediği, silinmediği
kabul edildi.
'BYLOCK KULLANMADIĞI HALDE HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILMIŞ
ONBİNLERCE KİŞİ VAR'
Peki telefonunuzun 6 günde 23 sinyalle ByLock
sunucusuyla irtibat kurduğunuza dair iddia neye
dayanıyordu?
Biz bu konuda İstanbul Adliyesi’nde Adli Bilirkişi olan ve daha
önce de çok sayıda dijital kumpasları ortaya çıkaran Koray
Peksayar’dan rapor aldık. Süreç içinde toplam dört ayrı bilirkişi
raporu aldık. Bunlardan bir tanesi Uluslararası Af Örgütü’nün
Londra’daki dünyaca ünlü bir dijital güvenlik firmasına ait rapor.
Neticede telefonumda hiçbir zaman ByLock kurulmadığına,
silinmediğine, telefonun fabrika ayarlarına döndürülmediğine dair
defalarca rapor aldık. En son Siber Şube’den de böyle bir rapor
geldi. Fakat ben hâlen bu suçlamadan kurtulamadım ve üç hâkimden
biri beraat etmem gerektiğini söylediği halde 6 yıl 3 ay hapis
cezasına çarptırıldım. Maalesef ByLock kullanmadığı halde benim
gibi hapis cezası almış onbinlerce kişi var. Ben hapisteyken bu
konuda epey araştırma yaptım. Gerçekten böyle bir program var ve
gizli haberleşme aracı olarak kullanılmış. Fakat bu programı
gerçekten kullananların isimleri, kimlikleri deşifre edilmesin diye
bu programın yan versiyonlarının geliştirildiğini ama aynı sunucuyu
kullandıklarını öğrendik. Bilirkişinin aktardığına göre benim
telefonumda bulunan “Namaz Vakitleri TR” ve “Kıble Pusulası” isimli
iki programı kullandıkça, sanki ByLock kullanmışım gibi bir görüntü
ortaya çıkmış. Buna benzer müzik, kelime, araba yarışı vs, gibi,
sadece dindar değil, herhangi bir vatandaşın kullandığı pek çok
program varmış.
Mahkemeler bunun farkında değil mi?
Aslında Yargıtay 2017 yılının başından beri bunun farkında
olduğu için BTK veya savcılık tarafından sadece CGNat verisiyle
ByLock’la suçlanmayı yeterli görmüyor. O yüzden ByLock kullanımının
her türlü şüpheden uzak şekilde tespitini gerekli görüyor. Gerçek
kullanıcılar için bu tespiti yapabiliyorlar zaten. Dolayısıyla
Yargıtay, ByLock’tan cezayı onamak için bu tespitin yapıldığı
tutanağı gerekli görüyor.
O halde hakkınızda verilen 6 yıl 3 aylık cezanın
Yargıtay’dan dönme ihtimali yüksek mi?
Yargıtay’ın mevcut uygulamasına göre yüzde yüz! Üstelik bir ay
kadar önce AİHM’den çıkan bir karara göre kişi ByLock kullansa bile
bu örgüt üyeliğine kesin delil sayılamaz. AİHM, bu programın nasıl
ve ne için kullanıldığına bakılması gerektiğine hükmetti. Yargıtay
ise içeriğine bakmadan, gerçek kullanıcı olup olmadığına
bakıyor.
'KENDİMİ JOSEF K. GİBİ HİSSEDİYORUM'
Peki Bank Asya’ya para yatırdığınıza dair iddiaya ne
oldu?
Bu husus ilk başlarda iddianamede vardı ama çok fasarya olduğu
için, mahkumiyet kararımda buna atıf bile yok.
Telefonunuzda bulunan, Fethullah Gülen’e ait videoya
gelince…
Bu konuda da bilirkişi incelemesi yaptırdık ve bu videonun
Gülen’in uzun bir konuşmasından 41 saniyelik bir bölüm olduğunu ve
oluşturulduktan iki gün, 15 Temmuz’dan da bir ay sonra bana
WhatsApp üzerinden geldiğini tespit ettirdik. Kanaatimce bu da
Gülen’in konuşmalarında nasıl ahlak dışına çıktığını göstermek
üzere, aleyhinde hazırlanmış bir video. Bilirkişi raporuna göre
bana gece yarısı gelmiş, ilk 11 saniyesine bakmışım ve öyle kalmış,
kimseye de göndermemişim. Doğrusu o videoyu hatırlamıyorum bile.
Ama WhatsApp adresimize gelen her görüntü sonuçta telefonun
belleğinde kalıyor. Telefonumda buluna buluna bu bulunmuş. Ayrıca
mesajı alan edilgen pozisyondadır ve suçlanamaz. Aksi halde herkes
hasmına suç içerikli mesaj atıp onların mahkumiyetine neden
olabilir. Mahkumiyetime gerekçe gösterilen üçüncü suçlama ise,
savcılığın sonradan dosyaya eklediği Af Örgütü’ne ait üç basın
açıklaması metni. Oysa o basın açıklamaları benim bilgisayarımda
çıkmadığı gibi, bunlara yönelik hiçbir zaman dava veya soruşturma
da açılmamıştı. Ama Af Örgütü’nün bu açıklamaları da benim “FETÖ
üyesi” olduğuma dair delil olarak gösterildi.
'12 EYLÜL DİYARBAKIR CEZAEVİ’NDE EKİLEN RÜZGARLA NASIL BİR
FIRTINA BİÇİLDİYSE…'
Hepsi çürütülmüş bu iddialara rağmen neden mahkûm
edildiğinizi düşünüyorsunuz?
6 Haziran sabahı polisler tarafından evimden alınıp götürülmemi
ve sonraki süreci Kafka’nın Dava romanına benzetiyorum. Dava’nın
kahramanı Josef K. bir iddialar sarmalına sokulur ve oradan bir
türlü çıkamaz. Ben de kendimi Josef K. gibi hissediyorum. Hiç
kullanmadığım bir programı kullanmış olmakla suçlanıyorum, bunu
kullanmadığımı kanıtlıyorum, ama yine de sarmaldan çıkamıyorum. Bu
arada, bilirkişinin raporuna göre telefonumun son kullanılma zamanı
gözaltına alındığım gün saat 16:45. Oysa polis sabah saat 6:30 gibi
telefonumu benden aldı ve delil torbasına koydu, mühürledi!
Avukatlarım ve ben olmadan telefonum delil poşetinden çıkarılmış,
açılmış, incelenmiş. Yani daha nezarette olduğum sırada ByLock
kullanmadığım anlaşılmış olmasına rağmen bu gerçek ancak 360 gün
sonra kabul edildi. 14,5 ay hapis yatmam kendilerince sağlandı.
Ardından da 6 yıl 3 ay ceza verildi.
Hapishanelerde özellikle Fethullahçılık davasından
tutuklu olanlara ilave baskılar yapıldığı söyleniyor. Sizin
hapishanedeki koşullarınız, gözlemleriniz neler?
Çok ilginç, ilk kez biri bana “cezaevinde neler yaşadın” diye
soruyor. Oysa bugünkü Türkiye’yi anlamak için cezaevlerinde neler
olduğunu da çok iyi bilmek gerekiyor. Çünkü önümüzdeki on yılları
etkileyecek bir zamanı yaşıyoruz. Ben tutukluyken tahliye aldım ve
hapisten çıkarılmadan tekrar tutuklandım. Dolayısıyla aynı kampüs
içinde farklı bir cezaevine geçtim ve toplamda 3 ayrı koğuşta kalıp
toplamda 130 mahpus tanıdım. Son 45 günümde de kendi isteğimle,
koğuştaki bazı saçmalıklara daha fazla dayanamadığım için tek
kişilik hücrede kaldım.
'SANKİ TÜRKİYE YARGISINA GÜVENİLMEYECEĞİ ÖZELLİKLE GÖSTERİLMEK
İSTENİYOR'
Neden?
8 kişi için yapılmış bir koğuşta 25 kişi kalıyorduk. Benden çok
önce tutuklanmış, çok ağır cezalar almış, psikolojisi bozulmuş,
sinir hastası haline gelmiş insanlar vardı. Ayrıca ben içeri
girdiğimde Zehra Vakfı aidiyetimi anlattığım için kendilerinden
olmadığımı biliyorlar ve ona göre davranıyorlardı. Sonuçta bir
noktadan sonra artık koğuşta kalamaz hale geldim. Cezaevlerindeki
koşullar 12 Eylül’deki gibi değil ama kadın, yaşlı, çocuk
mahpusların durumu apayrı. İlk başlarda gardiyanlar mahpusları
depoda mal sayar gibi sayardı. Ancak bir yıl sonra insanca bir
selam vermeleri söz konusu oldu. Avukat, aile ve telefon
görüşmeleri adli mahkumlara göre son derece kısıtlıydı. Mevzuatta 1
saat olan aile görüşmeleri ilk başlarda neredeyse 5 dakikaya kadar
indirilmişti. Açıkçası orada tanık olduklarım, insanlardan
duyduklarım, bugün yapılanların etkisinin uzun yıllar devam edeceği
yönünde.
Nasıl yani?
Kürt meselesinde, 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’nde ekilen
rüzgârla nasıl ki fırtına biçildiyse, bu dönemdeki yaşananların da
geleceğe etkisi olacağını düşünüyorum.
Hem hukukçu hem insan hakları savunucusu ve bu dönemin
mağduru olarak, mevcut yargının adalet dağıtacak bir yapıya
kavuşturulabileceğini düşünüyor musunuz?
Maalesef bu konuda iyimser değilim. Ama İstiklâl
Mahkemeleri’nde, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde, DGM’lerde ve bugün,
siyasi yargılamaların hiçbir zaman adil yapılmadığını biliyoruz.
Yeni yargı yılında dua değil, hatim de indirseniz adil yargı olmaz.
Uluslararası kuruluşların bağımsız yargı, adil yargılama, bağımsız
karar verme konularında hazırladıkları indekslere, AİHM’deki yargı
kararlarının nicelik ve niteliğine bakıldığında, bırakın bizleri,
Adalet Bakanı bile iyi durumda olduğumuzu söyleyemiyor. 28 yıllık
avukatım ve insan hakları savunucusuyum. Belki çok fazla siyasi
davalar içinde olmadım, çünkü daha çok mülteci hukukunda çalıştım.
Ama sırf kendi davamdan, tezgâhın öbür tarafından bakınca durumun
vahametini görüyorum. Az önce size davamı, delil durumunu ve sonucu
anlattım. Daha ilk günden iddianamenin bile kabul edilmemesi
gerekirken hapis cezasına çarptırılmak, böylesi bir suçlamadan
kurtulamamak, maalesef genel işleyişe genellenebilir bir örnek.
'BİZE YAPILANLAR NEDENİYLE PEK ÇOK ÜLKE, VATANDAŞLARINA 'HAKSIZ
YERE TUTUKLANABİLİRSİNİZ' DİYEREK TÜRKİYE’YE GİTMEME ÇAĞRISI
YAPTI'
İnsan hakları savunucularına yapılan uygulamalar, dış
dünyada Türkiye’ye yönelik algıyı nasıl etkiliyor?
Bir kere bize yapılan uygulamalar nedeniyle pek çok ülke kendi
vatandaşları olan insan hakları savunucularına “haksız yere
tutuklanabilirsiniz” diyerek Türkiye’ye gitmeme çağrısı yaptı. Bu
nedenle turistler bile buraya gelmeye korktu. Ülkeyi bu noktaya
getirecek uygulamalar nasıl bir stratejinin, planın parçası, kim
bunları hazırlıyor, bilemiyorum. Ama ortaya çıkan görüntü, sanki
Türkiye yargısına güvenilemeyeceğinin özellikle gösterilmek
istendiği yönünde.
Af Örgütü Türkiye Şubesi başkanı olmasaydınız, bunlar
yine başınıza gelir miydi?
Bilemiyorum ama benim gibi tutuklanan pek çok insanın ByLock
kullanmadığı tespit edildi ve beraat ettirildi.
Af Örgütü bu süreçte size sahip çıktı mı?
Uluslararası Af Örgütü, bir şube başkanına nasıl sahip çıkılması
gerekiyorsa, o şekilde sahip çıktı. Uluslararası Af Örgütü 1961
yılından beri var ve tarihinde ilk kez hem başkanı hem de
direktörünün tutuklandığı bir ülke olduk. Japonya’dan Kanada’ya,
Gana’dan İsveç’e kadar Af Örgütü’nün üyeleri, aktivistleri,
destekçileri benim için yağmurda, çamurda, yaz-kış sürekli eylem
yaptılar. Cezaevine o kadar kart gönderdiler ki, çıktığımda
neredeyse kamyonet kiralamam gerekecekti. O dayanışma bana büyük
moral verdi.
Yargıtay hapis cezanızı onarsa ne olacak?
İnsan hakları savunucularının başına dünyanın her yerinde bir
şeyler gelir. Hayatımda insan hakları savunuculuğundan dolayı
yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Bedeli neyse ödedik,
ödüyoruz ve ödeyeceğiz. Çünkü hiçbir zaman yanlış yaptığımı
düşünmüyorum. Yargılandığım süreç boyunca yaptığım savunmamda bir
tek yalan bulunamaz. Bütün yaşamım şeffaftır. Dediğim gibi,
öğrenciliğimden itibaren Zehra Vakfı’nda, 28 Şubat döneminde
Mazlum-Der’de yöneticilik yaptım. Uluslararası Af Örgütü’nün ilk
kuruluş çalışmalarında yer aldım, kurucularından oldum ve öyle de
devam ettim. Keza Mülteci-Der’in kurucuları arasında yer aldım ve
ilk üç dönem başkanlığını yaptım. Bütün hayatım bu kuruluşlarda
geçti ve bu kuruluşların hiçbir zaman FETÖ denen yapıyla fikirsel
veya fiziksel bir ilişkisi olmadı. Alnım açık, şimdiye kadar ne
yaptıysam arkasındayım. Yargıtay’ın mevcut uygulamasana göre
kararımın yüzde yüz bozulması gerekiyor ama ola ki bir el dokundu
ve cezam onandı. O zaman hemen cezaevine gireceğim ve çıktığımda da
artık avukatlık mesleğimi yapamayacağım. Buysa bedel, bunu da
ödemeye hazırım. Bunca delile rağmen hâlâ Fethullahçılıktan
cezalandırılırsam, bu benim değil, yargı sisteminin ayıbı
olacaktır.