Tanıl Bora: Müphemlik hoşgörülü kılar ve düşünceyi dinamikleştirir
Aydınlanma'yla başlayan ve modern dönemle derinleşerek gelişen, metnin anlamının kesin olması ve hiçbir farklı okuma biçimine açık olamayacağı yönündeki eğilimin dini düşünceyi fundamentalist akımlara doğru ittiğini belirten Tanıl Bora, bu eğilimin hoşgörüyü de zaafa uğrattığını söylüyor Yazar Bauer’in tek tip bir Aydınlanma okuması yaparak herkese cömertçe dağıttığı müphemlik hoşgörüsünü Aydınlanma'dan esirgediğini belirten Bora, müphemliğin kayıtsızlık anlamına gelmediğini ve insanın metnin anlamını yakalama arayışının bir ürünü olduğunu dile getiriyor.
Dini metinlerdeki çok anlamlılığı da kapsayan bir müphemlik hoşgörüsünün beraberinde getireceği imkanları tartışan Thomas Bauer’in Müphemlik Kültürü ve İslâm Farklı bir İslam Tarihi okuması adlı çalışma, Doğu ve İslam üzerine kafa yoran çevrelerde ilgiyle karşılandı. Özellikle Aydınlanma döneminde başlayan günümüze kadar giderek güçlenen bir şekilde kesinlik, gücünü sadece akademilerde ve bilim çevrelerinde değil, gündelik hayatta da tahkim etmiş görünüyor.
Hayatımıza hakim olan bu eğilim, daima kesinliği öğütlemiş ve müphemliğin avantajını göz ardı etmiş görünüyor. Oysa Bauer bu çalışmasında, kesinliğin aslında hiç de öyle zannedildiği gibi bir avantaj olmadığını, bizleri müphemliğin getirdiği hoşgörüden mahrum bıraktığını kanıtlamaya çalışıyor. Kitabı Türkçeye kazandıran Tanıl Bora’yla yaptığımız röportajda Bauer’in müphemlik kavramı üzerinden dini ve gayrı dini düşünceye ne tür imkanlar getireceğini konuştuk.
BAUER’İN İSLAM TARİHİNİ MÜPHEMLİK KAVRAMI ÜZERİNDEN OKUMASI BENİ CEZBETTİ
Eserin çevirmeni olarak Müphemlik Kültürü’nü çevirirken neler hissettiniz? Bu kitabın Türkçeye kazandırmadaki amacınız neydi? Türkiye’deki dini kültüre ne tür bir katkı yapacağını düşündünüz?
“Müphemlik hoşgörüsü” kavramı ve “müphemlik kültürü” mefhumu bana verimli geldi. İslam bahsinden ayrı, öncelikle dünyayı yorumlamanın, tarihe bakmanın bir yordamı olarak ufuk açıcı geldi. Bauer’in bunu İslamiyet tarihini okumanın bir merceği olarak kullanması da etkileyici, olağanüstü zengin bir malzeme kullanıyor. Kavrama tarihsel bir tecrübeyi işleyerek can katıyor. Öncelikle bu beni cezbetti. İslam’la ve İslamcılıkla ilgili tartışmalara etkisi, katkısı olabileceğini de umdum tabii; “keşke” makamından. İzleyebildiğim kadarıyla da böyle bir etki oldu. Okundu, üzerine yazıldı, okuma gruplarında tartışıldı, tartışılıyor.
İSLAM’I ORTAÇAĞ EKSİKLİĞİ ÜZERİNDEN OKUMAK AVRUPA MERKEZCİ BİR TUTUMDUR
Bauer’in bir kitabında sorduğu sorulardan bir tanesini ben de size sorayım: Neden Müslüman ortaçağı olmadı?
Thomas Bauer’in 2018’de yayımlanan ve 2019’da Almanya’da yılın araştırma kitabı ödülünü alan kitabının adı: “Neden bir İslam ortaçağı olmadı?” Bauer bu kitapta en baştan, “Ortaçağ” kavramının zaten genel olarak açıklayıcı olmadığı, çünkü evrensel olmadığı, çünkü Avrupa-merkezci olduğu ve esasen genel ve afaki bir “karanlık çağ” imgesiyle özdeşleştirildiği için de manasızlaştığı tezini ileri sürüyor. Ona göre “Ortaçağ” olarak genellenen dönem, Romano-Greko-Pers medeniyet daireleriyle tanımlanan antik çağdan sonra gelen dönem. Ortaçağ denen dönemde antik çağın mirasının Avrupa’da geriletici bir transformasyona uğrarken, İslam coğrafyasında canlandırılıp yeniden üretildiğini söylüyor. Yani “Ortaçağ” denen dönem, deyim yerindeyse İslamiyet’in altın çağıdır. Buna da bağlı olarak Bauer, bahsettiğim kitabında MS 250 civarlarına kadar Antik Çağ, takribi 250’den takribi 1050’ye kadar Geç-Antik Çağ, takribi 1050-1750 arası Yeniçağ, sonrasında Modernlik, diye bir tasnif yapmayı öneriyor.
MÜHPEMLİĞE AÇIK OLMAK, HOŞGÖRÜLÜ KILAR
Hoşgörüyle müphemlik arasında ne tür bir ilişki kurulabilir? Sizin kitaptan çıkarsadığınız sonuca göre kesinliği arzulayan biri hoşgörüsüz müdür?
Bauer’in bakış açısından, doğrudan olumlu ilişki var aralarında. Müphemliğe açık olmak, hoşgörülü kılar. Ama bu kesinlik arayışından vazgeçmek anlamına gelmiyor. Sıklıkla, müphemlik muğlaklıkla karıştırılabiliyor. Muğlak, anlaşılmaz olandır, anlaşılmaz derecede kapalı ve belirsiz olandır. Müphem, kesinlikten uzak olanı, farklı anlamlara çekilebilecek olanı anlatır. Etimolojik bir tanım yapmıyorum, Bauer’in ayrımını aktarıyorum. Müphemlik hoşgörüsüyle davranan biri de kesinlik arayabilir, fakat bulduğunu düşündüğü kesinliğin de, sınamaya ve yanlışlamaya açık olduğunu kabul eder. Burada ölçü fanatizmdir. Yani sınanmaya açık olmayan, mutlak ve tek kesinlik iddiasıyla kesip atmak; farklı yorumları, yorum denemelerini men etmek. İşte o, zamane diliyle söyleyeyim, “sıkıntı”!
KAPİTALİZM DE TAKRİBİ RAKAMLARDAN HOŞLANMAZ KESİNLİK İSTER
Yazar aydınlanmayla müphemlik arasında bir karşıtlık kuruyor anladığım kadarıyla. Kapitalizmle de aynı türden bir karşıtlık kurulabilir mi sizce?
Bu Bauer’in bence de haklı olarak en fazla eleştirildiği noktalardan biri, Aydınlanma’ya epeyce “düz” bakması. Büyük ölçüde pozitivist-determinist, “muhafazakar” diyebileceğimiz ve olmuş bitmiş, monoblok bir Aydınlanma kabulüne dayanması. Yani basitçe, Aydınlanma’dan müphemlik hoşgörüsünü esirgemesi! Kapitalizmin kesinlik isteyen ve müphemlik hoşgörüsünü baltalayan etkisine de değiniyor Bauer. Elbette Aydınlanmayla kapitalizm alâkalılar, fakat tastamam örtüşmüyorlar, “aynı şey” değiller. Bana sorarsanız kapitalizmin üzerine konuştuğumuz süreçteki etkisi daha bariz, daha belirleyici. Kapitalizm rakamla konuşur, “takribî”den hoşlanmaz, kesinlik ister ve “kesinleştirir.”
ATEİZM DE FUNDAMENTALİST OLABİLİR
Kitapla ilgili yaptığınız bir sunumda fundamentalizmin illa ki dini olması gerekmez demiştiniz biraz açar mısınız? Ateist fundamentalizm de olabilir mi?
Fundamentalizm, Türkçeye “köktendincilik” diye çevrildi. Oysa, düz çevirisi “temelcilik” veya “temelselcilik” olurdu; “kurucu ilkelere, ilk kaynaklara dayanma yanlısı olmak”tır anlamı. Her dinî hareketin veya siyasî, fikrî, kültürel akımın fundamentalizmi olabilir. O akımın kuruluş mitolojisine katı sadakat ve onun etrafında bir püritanizm... “İlerici” kabul ettiğimiz akımların da fundamentalizmleri olabilir bu bakımdan. Ateizmin fundamentalizmi nasıl olur bilmiyorum, çünkü kurucu ilkeleri, kuruluş mitolojisi olan bir akımdan söz etmiyoruz. Ama yine bütün akımlar, bütün izm’ler gibi ateizmin de fanatizmi olabilir. Kimi agnostikler, veya kendisi de aslında ateizme yatkın görülebilecek bazı bilim insanları mesela, bir saplantıya dönüşmüş, kendini tamamen “yoktur”un ispatına ve teyidine adamış türden ateizmi fanatikçe buluyor, mesafe alıyorlar mesela.
Bu ifade size mi yazara mı ait bilmiyorum ama ‘Dinler tabiatları icabı müphemliği ve müphemlik hoşgörüsünü önemser’ diyorsunuz. Şeytanın avukatlığını yapan birileri ise dinlerin acımasız, şiddet yanlısı olduğunu söylüyor. Bu iddiayı nasıl göğüslemeli?
Thomas Bauer bunu yine 2018’de yayımlanan, adını “Dünyanın Kesinlenmesi” diye çevirebileceğimiz küçük kitabında ileri sürüyor. Ona göre dinlerin müphemlik hoşgörüsüne “ihtiyacı” vardır. Bunu iki nedene bağlıyor. Birincisi, dinler aşkınlık fikrine, aşkınlığa bağlıdırlar; hakikatin tamamına hakim olamayacaklarını, tam ve kesin bilemeyeceklerini kabul ediyorlardır. Bu, müphemliğe alan açar. İkincisi, din her şey bir yana iletişimdir Bauer’e göre, insan-insan ve insan-tanrı iletişimidir, her iki iletişim düzlemi de ister istemez müphemliğe alan açar. Kutsal metinlerin dilinin müphemliği de bunu teyit eder, ona göre.
Bauer, müphemlik hoşgörüsünün yegâne kaynağının dinler olduğunu söylemiyor. Kaynaklarından biri olduğunu söylüyor. Ve dinlerin bütün yorumlarının, bütün akımlarının, bütün pratiklerinin bu çizgide şekillendiğini de söylemiyor. Dinlerin fanatik yorumları da vardır, gayet de güçlüdür. Zaten Bauer İslam dairesinde fanatizmin gelişmesinde, modern zamanlarda müphemlik hoşgörüsünün gerileyip kesinlik basıncının artmasını önemli bir etken olarak görüyor.
BİR METNİN FARKLI OKUNABİLMESİ MUHAKEMEYİ DİRİ TUTAR
Müphemliğin nasıl düşünme imkânı sağladığını ve insanın önüne yeni ufuklar açtığı yönündeki savı biraz açar mısınız?
Müphemlik hoşgörüsünü Bauer, bir uçta kesinlikçilik, tek ve kesin hakikatçiliğe, öteki uçta ise kayıtsızlığa, “öyle de olur böyle de olur fark etmez”ciliğe karşı bir alternatif olarak konumlandırıyor. Kesinlikçilik, mutlak hakikatçilik kadar, kayıtsızlık da problemdir, onun için. Çünkü ilki anlamı sabitleyip daraltırken, ikincisi anlamsızlığa meylediyor. Her ikisi de anlam arayışının önünü kapıyorlar. Müphemlik hoşgörüsünün deyim yerindeyse “kutsalı” ise, insanın anlam arayışı. Müphemlik hoşgörüsüne Bauer, anlam arayışını zenginleştirdiği, farklı anlamlar bulmaya, farklı anlamlandırmaları tartmaya imkan verdiği için önem veriyor. Bu yaklaşım açısından bir mefhumun farklı anlamlarının olabilmesi, farklı okumalara açık olması, muhakememize idman verir, ufkumuzu genişletir. “Onun için “müphemlik sevgisinden,” müphemliğin bir “ihsan” olarak görülmesinden söz ediyor Bauer; bu ufuk açıcı potansiyelinden ve düşünsel etkinliğin “zevkini” artırmasından ötürü.
Bauer’in “müphemliği terbiye etme” kavramını da ihmal etmemek lazım bu noktada. Müphemliği bir çerçeve içinde tutmayı, muğlaklığa dönüştürmemeyi belirten bir kavram. Müphemliğe açık, fakat onu mutlaklaştırıp belirsizliğe dönüşmesine karşı tetik bir tutumu anlatıyor. Yani sonsuz bir müphemlikten, müphemlik uğruna müphemlikten söz etmiyoruz. Anlam arayışı varsa, bir anlam da bulmak lazım neticede! Daha önce de değindik, azami müphemlik hoşgörüsü taşıyanlar da bir anlam arar ve bulurlar; onları ayırt eden, başka anlamların, daha doğrusu anlamlandırmaların da olabileceğini kabul etmeleridir.
BAUMAN “AKIŞKAN MODERNLİK” KAVRAMINI SAVUNDU
Bauer’in postmodernliği aşma yönündeki iradesi ve Bauman’dan etkilenmesine dair neler söylemek istersiniz?
Thomas Bauer “teorisist” bir yazar değil. Az sayıdaki teorik referansları arasında da Bauman öne çıkıyor, gayet açık, Modernlik ve Müphemlik kitabından ötürü. Bauman’ın bakış açısını büyük ölçüde benimsiyor. Bauman, post-modernliğin düşünürlerinden kabul edildi genellikle. Modernlik eleştirisi cephesiyle, modernizmin pozitivist, determinist, “tekçi” mirasını sorgulaması itibarıyla öyledir. Fakat harcıâlem, indirgeyici post-modernizm anlayışına uygun biri de değildir; yani “gerçek diye bir şey yok”çu, “muğlakçı” değildir. Bauman’ın fikriyatını, daha geç dönem başvurduğu “akışkan modernite” kavramı daha iyi açıklar sanırım. Geç veya ileri dönem modernliğin belirsizliğine, hayatın her alanını güvencesizleştirmesine, hayatın her alanında yol açtığı prekarizasyona dikkat çeken bir kavram bu. Aynı zamanda, modernliğin olup bitmiş bir olgu değil, bir süreç olduğunu da hatırlatıyor. Bauer bunlarla meşgul değil. Temkinli konuşayım fakat modernlik-postmodernlik tartışmasıyla pek ilgilenmiyor gördüğüm kadarıyla.
“GEREKSİNİMLER YASAKLARI SERBEST KILAR” İSLAM’IN EN KİLİT İLKESİ
İslam’ın kendi içerisinde geniş bir mübahlık alanı olarak tanımladığı geniş alanın sekülerlikle ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz? Bu kavramlar birbirini karşılar mı sizce?
Reel-İslamcılık tabirini kullanayım, reel-İslamcılık açısından kilit fıkıh kaidesinin “zaruret haramı mubah kılar” olduğunu düşünüyorum. Bu kaidenin alabildiğine geniş yorumunu kastediyorum; İslâmcılığın “kanaat önderleri,” gündelik hayattan siyasete her alanda, icaba göre her şeyi zaruretten ötürü mubah kılan “ruhsatlar” tevzi ediyorlar. Bu “icaplarda” yüzyıllardan beni devletin, “ululemr”in hükmü belirleyicidir; yine epey bir zamandır da piyasanın, az evvel şerle andık, kapitalizmin hükmü belirleyicidir. Yanı sıra, başta erkek milletinin tahakküm “ihtiyaçları” olmak üzere, nice “enaniyet” hırsı belirleyicidir. Bazen de, hayatın sahiden “kitaba uymayan” basit, gündelik ihtiyaçları belirleyicidir. İslami bakış açısından, bu “zaruret” kapısının sekülerleşmeye alan açmasından yakınılır, biliyorum. Burada düşündürücü olan, sekülerlik meselesi mi? Yoksa araçsallaştırıcı bakışa, oportünizme, riyakârlığa açılan geniş alanlar mı? Bence ikincisi; zira bu kapı, sekülerlikten önce de açıktı.
Müphemlik hoşgörüsünü, bu sorunuz vesilesiyle de ele alabiliriz. Müphemlik hoşgörüsü, “zaruret haramı mubah kılar”ın bir penceresi olarak görülebilir mi? Bazı örnekleriyle öyledir, en azından bu oportünizme uyum sağlamaya müsaittir. Bazı örnekler ise, hayatı ve dünyayı anlamlandırmaya, hal ve davranışa nizam vermeye dönük saygın bir fikrî ve ahlâkî arayışa işaret ediyor. Kitabı bu gözle de okumak mümkün.
Tanıl Bora kimdir?
1963 Ankara doğumlu. İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1984-88 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı. 1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırma-inceleme dizisi editörüdür. O zamandan beri kitap çevirmenliğiyle de meşguldür. 1993’ten 2014’e kadar üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum&Bilim dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. 1989’dan beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’in 2012’de yayın koordinatörlüğünü, 2016’da yayın yönetmenliğini üstlendi.Ağırlıklı çalışma alanları, Türkiye’de siyasal düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir. Bu konularda yayımlanmış kitapları: Devlet Ocak Dergâh - 1980’lerde Ülkücü Hareket (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 1991), Milliyetçiliğin Kara Baharı (Birikim Yayınları, 1995), Türk Sağının Üç Hali (Birikim Yayınları, 1998), Devlet ve Kuzgun - 1990’lardan 2000’lere MHP (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 2004), Medeniyet Kaybı- Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar (Birikim Yayınları, 2006), Türkiye’nin Linç Rejimi (Birikim Yayınları, 2008), Sol, Sinizm, Pragmatizm (Birikim Yayınları, 2010), Cereyanlar - Türkiye’de Siyasî İdeolojiler (İletişim Yayınları, 2017).