Tanrı koyduğu yasalara aykırı davranabilir mi?

Kendisine her şeyin yapılabilir olduğu Öteki, karşısında herkesin egemen kesildiği ötekidir. Fakat ilginç bir işleyişle, bu türlü bir öteki, biz-grubunun hiyerarşilerini dağıtmaz. Aksine, altıyla, üstüyle, bu biz-grubunun tam bir egemenlik makinesi gibi çalışmasını sağlar ve Simgesel Öteki'nde temsil olunan yasayı güvence altına alır; berkitir.

Abone ol

DUVAR - Merkezde konumlanan bir özneyi, bir tür kolektif fantezinin oluşturduğu bir biz-grubunun öznesini sabit kabul ettiğimizde, bunun 3 tip ötekisinin olduğunu saptamak mümkündür.

  1. İnsan dışılaştırılmış, kendisine her şeyin yapılabilir olduğu bir figür olarak öteki.
  2. Denk görülen ve bu nedenle de ya dost ya da düşman olma olanağının bulunduğu figür olarak öteki.
  3. Simgesel Öteki.

Kendisine her şeyin yapılabilir olduğu Öteki, karşısında herkesin egemen kesildiği ötekidir. Fakat ilginç bir işleyişle, bu türlü bir öteki, biz-grubunun hiyerarşilerini dağıtmaz. Aksine, altıyla, üstüyle, bu biz-grubunun tam bir egemenlik makinesi gibi çalışmasını sağlar ve Simgesel Öteki'nde temsil olunan yasayı güvence altına alır; berkitir. Yeni-Platonculuğun çağdaş siyasal makineye vurmuş olduğu bir damga gibi görünüyor bu olgu.

Yeni-Platoncu düşünürler, ‘madde’nin varlığını metafizik ve kozmolojik hiyerarşide bir en alt basamağın olması gerektiği motifiyle temellendiriyorlardı. Bir en üstün akıl varsa, bir de kötülüğün de nedeni olan bir en alt basamak olmalıydı, sistemin tamamlanabilmesi için. İnsan zihni, tuhaftır, tamamlanmamışlık duygusuyla başa çıkamıyor. Bu tamamlık arzusunun yerini Francis Bacon’la birlikte bir tür ‘kesinlik arzusuna’ bırakmış olduğunu biliyoruz; bunun da zamanla burjuva ya da dilerseniz ‘modern’ öznenin kesinlik arayışı biçimini aldığını da.

Siyasal Kavramı, Carl Schmitt, 168 syf. Metis Yayınları, 2014.

Çağdaş siyasal makinenin kodlarını da bu felsefi-teolojik spekülasyonlarda yakalamak mümkün. Carl Schmitt, modern siyasette istisnanın teolojik düşüncedeki mucizeye tekabül ettiğini belirtiyordu. Skolastik düşüncenin en önemli tartışmalarından biri bunu açık kılacaktır. “Tanrı evrene koyduğu yasalara aykırı davranabilir mi?” gibi bir soru belirmişti önlerinde. Elbette bu sorunun yanıtı 'evet'ti onlara göre ve adına da mucize deniliyordu.

Schmitt ise modern siyasette egemenin istisnaya, olağanüstü hale karar veren olduğunu belirtirken tam olarak bu mantığı izliyordu. Egemen, anayasal düzeni askıya alabilen özneydi. Çağdaş siyasal makineyi çıplak, hiçbir hukuksal statüsü olmayan insanlar üreten bir makine olarak gören Agamben de Schmitt’ten ilhamla, Egemen’i karşısında herkesin çıplak insana dönüştüğü, çıplak insanı ise karşısında herkesin egemen kesildiği figür olarak tanımlayacaktır.

'BENDEN KAÇAR MI YAV QOMTANIM'

Bu döngü içerisinde yasanın berkimek bir yana, bilakis dağılması gerektiği sonucu çıkarılabilir peşinen. Fakat unutulmamalı ki biz-grubunun üyelerinin ‘kimliği’ yasa’yla özdeşleşmek yoluyla değil, yasa’nın askıya alınmasının özel bir biçimiyle özdeşleşmek yoluyla kurulur. İşte tam da bunun için vardır ‘kendisine her şeyin yapılabilir olduğu’ figür. Bu figür karşısında, hiyerarşinin en altındaki er bile bir egemenlik icracısına dönüşür. “Benden kaçar mı yav Qomtanım” diyor bir Kürt asker, komutanına yaltaklanarak; hemen ardından yerde yatan bir göçmenin poposunu ayağıyla ezerek “Göte bak göte, o.. çocuğu” diyor.

Komutan Simgesel Ötekini temsil ediyor; yasanın askıya alınmasının özel biçimini temsil ediyor ve asker bu özel biçimle özdeşleşirken bir yandan da Simgesel Ötekine yaltaklanıyor. Kelimenin Lacan’daki anlamıyla bir jouissance hali, spesifik bir zevklenme hali bu. Biz-grubunu kuran şey, keyif hırsızının elinden alınan artı-keyif… Bir ortak zevklenme hali kuruyor biz-grubunu; elbette bütün hiyerarşileriyle.

İnşaat tamamlandı. Artık üzerine söz geliştirilebilir. “Hocam” diyor bir asker, “Yunan askeri neler yapıyor, bir bilseniz?” Ötekiliğin ikinci boyutu giriyor devreye. Egemenlik icra olundu çünkü; şimdi siyaset zamanı, ya da olan biteni meşrulaştırmak üzere bir söylem geliştirme zamanı. Yunan askerinin korkunç işlerine dair bir şeyler anlatılıyor; fakat söz burada çok durmuyor.

Türk askerinin dünyanın en vicdanlı askeri olduğu iddiası sözü yeniden Kürdistan’a doğru büküyor: “Mesela Hakkâri’de bir köyde, üzerimize ateş açıldı, bir arkadaşımız şehit düştü. Tankımız da vardı ama şehidimiz olmasına rağmen tankı kullanmadık, köylüler, siviller zarar görebilir diye.” Bir sınırdan bir başka sınıra atlıyoruz. Elbette güzergâhı ve sınırları egemen çiziyor, ben çizmiyorum.

Sözün geldiği yer de bir sınır, bir eşik: “Kullan hâlbuki! Değil mi?” ifadesinin belirmek üzere olduğu eşikteyiz. Çünkü kendisine her şeyin yapılabilir olduğu tek bir figür bile varsa dünyada, kimsenin güvencesi yoktur. Askerin bireysel düzeyde kötü bir niyeti olmayabilir; hatta kendi vicdanıyla bir iç hesaplaşmasının sonucu da olabilir söyledikleri. Fakat içinde söz aldığı retoriğin kendisi o kadar tehditkâr ki Walter Benjamin’in Tarih Meleğini düşürüyor aklıma:

“Tarih meleğinin yüzü geçmişe dönüktür. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz yerde o, yıkıntıları üst üste yığarak kendisinin ayaklarının dibine savuran tek bir felaket görür. Kalmak, ölüleri diriltmek ve paramparça edilmiş olanı yeniden bir bütün haline getirmek ister Melek. Fakat Cennet’ten bir fırtına gelmektedir ve bu fırtına meleğin kanatlarını öyle bir şiddetle yakalamıştır ki melek artık onları kapatamaz.

Önündeki enkaz yığını göğe doğru yükselirken, karşı konulmaz bu fırtına onu sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler. İşte ilerleme adını verdiğimiz şey bu fırtınadır.”

İster ittihatçılıktan bir kopuş olarak sunsun kendisini bu ilerleme, isterse de gelenekten...