Tanrı zombileri neden yarattı!
İnsan, ölümle yaşamın bir savaş alanı gibi görünen “biyolojik beden”ine hapsolmuş gibidir. “Birisi” olduğu garantilenemeyen kişi için “ölüm” sürekli bir “silinme” tehlikesi olarak kapıdadır. Sorun burada açığa çıkar: “biri olamamak”. Eğer belli biri değilseniz bir “ölü” de olamazsınız. Peki 'The Walking Dead’te öyle mi oluyordu?
Sezai Koyunbakan sezaikoyunbakan@gmail.com
DUVAR - The Walking Dead’te “zombi” olarak neyi izliyoruz? Karşımızdaki yaratıklara daha yakından bakalım: Bir zombi’nin ortaya çıkması için öncelikle bir kişinin ölmüş olması gerekir; ölüp cesede dönüşmüş olması. Dizinin başlarında ancak bir zombi tarafından ısırılıp “zombi mikrobu” kapanların birkaç gün içinde fenalaşıp öldüğü ve ertesinde zombiye dönüştüğü sanılıyordu ancak zamanla öğreniyoruz ki insanları öldükten sonra zombiye dönüştüren şey her ne ise tüm insanlara bulaşmış durumda. Bu durumda zombilik herkesin kaderinde var demektir.
İzlediğimiz bu yaratıklar hiçbir bilinç durumu göstermezler; sese, kokuya, ışığa ve ısıya duyarlı; hareket edip sürekli beslenmeye çalışan cesetlerdir. Sıcak bedenleri parçalayıp yemeleri, eğer bir beslenme denirse, kesintisizce sürer. Gerçekte hiçbir canlı beden aktiviteleri yoktur ve bundan dolayı her ne kadar sürekli beslenseler de doymadıkları gibi kilo da almazlar. Hareketleri yorgunlukla son bulmaz. Zombilerin bir biyolojileri de yoktur. Anlayacağınız, The Walking Dead’te bu yaratıklar, sadece yaşama sahip bedenleri parçalamak ve öldürmek üzere düşünülmüşlerdir. Demek ki zombilere “yaratık” demek de fazla kaçıyor; onlar daha çok bir fikirdirler; yaşam karşısında ölüm.
YÜRÜYEN ÖLÜ DEĞİL YÜRÜYEN ÖLÜM
“Yürüyen ölü” değil de, “yürüyen ölüm”. Aslında nihayet “ölüm”ü cisimleştirmiş oluyoruz. Çünkü uzun süredir bizlerin sürekli “yaşam”a savaş açmış bir “ölüm” takıntısı içinde olduğumuz söylenebilir. Bundan dolayı The Walking Dead dizisinde olup biteni anlamak için terminolojimizi zorlamamız gerekiyor. Örneğin şu soruyu sormak son derece meşru: “Bizler (bizler: bir devlete kayıtlılar; kimlik numarası ile adlandırılanlar, ya da sıralananlar) için ölülerden artık bahsedilebilir mi?” Birçok edimi, başta insanlık tarihine kaydedileceğinden emin olduğumuz kişisel başarıları, tarihsel olayları ve hatta infiale neden olacak canilikleri bile tarihte bir iz bırakarak sembolik bir ölümsüzlüğe ulaşma çabası olarak yorumluyoruz.
Böyle bir yorumlama “ölüm”ü bir “yok oluş” olarak konumlandırmaktır. Böylece herhangi birimizin gerçekten de “bir şey” ya da “biri” olabilmesi için bedensel varlığı söz konusu olmasa da sonraki insanlar tarafından bilinmek istendiği, en azından düşünsel uzamda sürekli sonraki varoluşlara katılmak istediğini soyutlamış oluyoruz.
“Tanrı bizi neden yarattı?” sorusuna verilen cevabın aynısını kendi varoluşumuzun istediği şey olarak önümüze koyuyoruz: bilinmek istiyoruz. O halde her birimiz tarihte kesinti yaratmalıyız. Çünkü bizden sonrakiler kendilerini bilmek istediklerinde, tarihe dönüp kendilerinin ne olduğuna dair cevaplar aradıklarında, eğer tarihsel bir şeyler yapmış olursak bizi es geçmeyeceklerdir; tarihsel başarıya imza atmış herhangi birisi tarihi araştıran bakış tarafından bir “kopuş” ya da “kesinti” olarak bilinecektir.
Tanrı, insanı kendi suretinde yarattığına göre insanın da biliniyor olmasını çok görmemek lazım. Ancak bu kavram çerçevesinde yine de yerine oturmayan bir şeyler var: Eğer bilinmek isteyen Tanrıysa ve Tanrı ancak geçmişteki tarihsel müdahaleleriyle bilinecekse kişinin bir şey ya da biri olabilmesi tarihsel olayı gerçekleştirmesine değil de tanrıyı bilmesine bağlıdır. Tarih yapmak isteyen insanı anlamaya çalıştığımızda öncelikle şimdi buradaki haliyle bir şey olamadığını tasdik eden insandır diyebiliriz.
'ÖLMÜŞSEM SİLİNMİŞİMDİR'
Bu insan, ölümle yaşamın bir savaş alanı gibi görünen “biyolojik beden”ine hapsolmuş gibidir. Belki evet, bir gün tarihsel olay gerçekleştirilip birine dönüşebilir ama aslında ölüm hep eli kulağındadır; her an çıkıp gelebilir. “Birisi” olduğu garantilenemeyen kişi için “ölüm” sürekli bir “silinme” tehlikesi olarak kapıdadır. Sorun burada açığa çıkar: “biri olamamak”. Eğer belli biri değilseniz bir “ölü” de olamazsınız. Belli biriyseniz toplumdaki yeriniz de son derece bellidir ve somuttur; öldüğünüzde de bu belli biri olarak buralarda bir yerlerde haklarınız korunur; örneğin eşiniz veya sevdiğiniz kırkınız çıkmadan başka biriyle olmayacaktır. Peki The Walking Dead’te öyle mi oluyordu?
Filmin baş kahramanı dünya zombiler tarafından istila edildiğinde bir hastanede yoğun bakımdadır: Rick Grimes. Dostu denecek yakınlıktaki iş arkadaşı Shane, dünya alt-üst olurken Rick’i hastaneden çıkarmak için uğrar ama bunu yapamaz ve kendisini, sonrasında Rick'in eşi (Lori) ve oğlunu (Carl) da Rick’in zaten ölmüş olduğuna inandırır. Bir süre sonra da Lori ile Shane arasında Lori’nin gebe kalmasına varacak bir yakınlaşma yaşanır. Tabi bunlar olurken Rick’in kırkının çıkıp çıkmadığından emin değiliz ancak çok sonradan Lori, Shane ile aralarında geçenleri Rick’e anlatınca, Lori’nin suçluluk duymaması için “beni öldüm sanıyordunuz” der ve olayı geçiştirmeye çalışır.
Yani, “eğer ölmüşsem silinmişimdir.” Aslında burada aceleci olmamak gerekir; belli kültürlerde belli biri olmak tam da öldükten sonra onun yerinin kim tarafından doldurulabileceğinin de işaret edilmesiyle olur. Ama bu bile hep belli kuralların, ritüellerin yerine getirilmesiyle gerçekleşebilecek bir düzeneği gerektirir. Yine de Lori’ye Shane ile yakınlaşmalarından dolayı bir süre kızgın kalmamızın nedeni de bizim kültürde şimdilik işleyen “belli biri olma” prosedürünü çiğniyormuş gibi görünmesindedir. Dizinin başlangıcına tekrar dönelim.
Rick Grimes bir şerif yardımcısıdır. Evlidir; evliliğinde bazı problemleri vardır ancak birbirini seven bir çiftle karşı karşıya olduğumuzdan şüphe duymayız. 8-9 yaşlarında Carl adında bir oğulları vardır. Rick Grimes’in iş arkadaşı Shane ile ilişkileri aile problemlerini paylaşabilecekleri kadar yakındır. Hemen ilk bölümde Rick’i yoğun bakıma sokacak olay gerçekleşir. Bir araba takibi bildirilir. Rick ve ekibi yolu kesmek üzere uygun bir yerde konuşlanır. Araba durdurulur ancak anonsta iki kişiden bahsedilir. Arabada takip edilen bu iki kişi teslim olmaya yanaşmayıp çatışmaya girince öldürülürler.
Onlara en yakın kişi Rick’tir; Rick operasyonun tamamlandığını düşünür ve arabayı incelemek için silahını aşağıya doğru indirir. Tam bu sırada devrilmiş olan arabadan bir kişi daha görünür ve Rick’e ateş edip yaralar. Bu olaylar bize zombi istilası sırasında Rick’in neden hastanede yattığını anlatır. Günlerce ve muhtemelen 28 gün boyunca Rick hastanede bilinci kapalı yoğun bakımda kalacaktır.
Shane, Rick komadayken de hastaneye gelip gitmektedir; başucundaki vazoya çiçek bırakmaktadır. Ancak bir süre sonra Rick uyanır fakat uzun süredir yattığından ve ağır bir kurşun yarası bulunduğundan, muhtemelen de uzun süredir tıbbi destekle de olsa beslenmediğinden harap bir şekilde uyanır. Etrafına baktığında odadaki karmaşaya muhtemelen hiçbir anlam veremez; çevresini izler, ve ancak hemşireye seslenip bir yanıt alamadığında ciddi bir terslikle yüz yüze olduğunu anlar ama durumun vehametini kavraması için yattığı odadan çıkması gerekecektir. Ayrıca beklendiği üzere kapının yukarısında asılı saat durmuştur; zaman akmamaktadır.
Rick güç bela, bir yatağa bir kapının pervazına, sonra kapıya yarı yaslanarak yarı sürünerek koridora çıkar. Duvarlar sanki kanla yeniden boyanmıştır; her tarafta kurşun izleri; yan tarafta bir sedye devrilmiş, etrafa tıbbi malzemeler saçılmıştır. İçinde bulunduğu dünya öylesine büyük bir kopuş yaratır ki, Rick hastaneye vurulduğu için geldiğini, komadan çıktığı için sevineceğine etrafındaki dünyanın hali tarafından yutulmuştur. Evet, kelimenin tam anlamıyla bir kopuş anıdır bu. Ancak Rick, bu kopuş anını içselleştirmeyecektir: Rick, “belli biri”dir ve belli biri olduğu için “dünyanın zamanı” ya da hastane odasındaki saat durmuş olsa da yeniden kendi zamanına bağlanacaktır ve zombilerin istilasını bir kopuş olarak yaşamayacaktır.
Hastane bahçesine çıktığı andan itibaren Rick’in aklında olan tek şey Lori ve Carl’ın yaşayıp yaşamadıklarıdır; dünyanın neden alt üst olduğu sorusu bekleyebilir. Çünkü Rick’i kuran dünyanın bu olduğunu söylemek, pek de doğru değil gibidir; çünkü Rick’i “belli biri” yapmış olan “kopuş”, geçmişte bir yerde, Rick’in Lori’ye aşık olduğu andadır. Aşk, bir süredir her birimiz için sonuna kadar tarihsel olan dünyamız ve “nedensel düşünce”miz için en büyük kopuş fenomenidir. Hem “tarihsel düşünme”, hem de “nedensel düşünme” şeylerin “belli bir şey” olmalarının önünde öyle görünüyor ki en büyük tehditlerdir. İşin aslı tarihsel düşünce de nedensel düşünce de “kesintiler”in peşindedir ama bu iki düşünce tarzı da “bura” olanın dışında bir “kaynak” tanımazlar. Tüm kesintiler “bura”da eriyip gözden yiterler.
Aşk için “bura”nın dışını bulamıyor olsak da en azından “nedensizliği”ne öyle görünüyor ki bel bağlayabiliyoruz. Çok net şunu söyleyebiliriz: eğer bir şeyin belli bir şey olması gerekiyorsa bir kesinti veya kopuşa ihtiyaç duyulur. Eğer gerçekten de “mavi”nin veya “yeşil”in var olmasını istiyorsanız onu renk spektrumundan çıkarabiliyor olmanız gerekir. Veya renk spektrumundan mavi’yi çıkardığınızda mavilik’in yitmesi ve bir daha ele geçirilememesi gerekir. Eğer belli biri değilsek, bir ölü olamayacağız ve şimdi yaşamın taşıyıcısı biyolojik kütlenin içinde sınırımızın belirsizleşmesi tehlikesiyle de karşı karşıyayızdır; ama hayır, daha kötüsü biyolojik kütlenin içinde de, ölüm ile yaşam arasında nerede durduğumuz konusunda da şüpheye düşeceğizdir.