Tanrıların ve kralların hizmetinde: Hititlerde metal endüstrisi

Hititler açısından hem günlük hayatta hem de inanç dünyasında karşılığını farklı şekillerde bulan metaller, devlet ekonomisi açısından da önemli bir yere sahipti.

Abone ol

H. Levent Keskin*

… Ne zaman ki yeni bir tapınak veya yeni evler el değmemiş bir yerde inşa edilirse, temeller atıldığı zaman temel taşlarının altına şunlar yerleştirilir: 1 mina dannuuant bakırı, 4 bronz çivi/kazık ve demirden küçük bir çekiç. Ortada ağaç direğin yerinde toprağı kazar(lar) ve içerisine bakır koyar(lar) ve sonra etrafına çiviler/kazıklar çakılır ve sonra demir çekiçle vurulur ve orada içeriye doğru şöyle söylenir.

Bak! Bakır dayanıklı ve de ölümsüz olduğu gibi bu tapınak da öyle dayanıklı olsun ve orada kara topraklar üzerinde ölümsüz olsun. … Bak! Temellerin dibine, altını temele koydular ve altın gibi ölümsüz başkaca saf, dayanıklı ve bizzat Tanrılara da ölümsüz olduğu gibi ve o (…) Tanrılara ve insanlara iyi (olsun)! Ve bu tapınak, aynı şekilde Tanrı’ya ölümsüz (ve) iyi olsun! (Sonsuza dek yaşasın!) … (Çeviri: S. Ö. Savaş: Çiviyazılı Belgeler Işığında Anadolu’da {İ.Ö. 2. Binyılda} Madencilik ve Maden Kullanımı.)

Alaca Höyük bronz plaka. Kanatlı güneş kursu taşıyan karışık varlıklar: Darga 1992.

Bir yapı inşa ritüeline ait bu bölümden de anlaşılacağı gibi Hititler açısından metaller, fonksiyonel kullanımlarının yanında, çok farklı anlamlara da sahipti. Yazılı metinler ışığında Hititler metalleri evrenin temel yapı taşları arasında görmekte ve bu yüzden onlara ayrı bir önem atfetmekteydiler. Bu doğrultuda özellikle yukarıdakine benzer bazı ritüellerde ve majik uygulamalarda durumun niteliğine ve önemine göre farklı metallerden üretilmiş sembolik tasarımlar yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Metallerin sahip olduğu fiziksel özellikler de gerek günlük yaşam gerekse ritüeller kapsamında karşılığını bulmaktaydı. Bu doğrultuda altın, korozyon direnci, parlaklığı, saflığı ve uzun ömürlü olmasıyla hem tanrılar hem de insanlar için son derece önemli bir konumdaydı. Gümüş de bir yandan saflığı yansıtırken diğer yandan arınmayla bağlantılı bir kullanıma sahipti.

Hitit dönemine ait çeşitli tipte metal eserler: Bilgi 2004.

GÜMÜŞÜN ÖZEL DURUMU

Benzer bir şekilde kurşunun da şifa amacıyla kullanıldığı metinlerde geçmektedir. Hitit döneminin başlarından itibaren sağlamlığın ve dayanıklılığın bir sembolü olarak geçen demir de özellikle tanrılar ve krallar bağlamında uzun ömürlülüğün, ün ve meşruiyetin simgesi olarak kullanılmıştır. MÖ 2. binyıl başlarından itibaren demirin diğer metaller arasında oldukça önemli bir yere sahip olduğunu, altın-gümüş gibi metallerden birkaç kat daha fazla değere sahip olmasının yanında taht, asa ve krallık sembolü gibi güç simgesi bazı eserlerin üretiminde kullanılmasından anlıyoruz. Metinlerde meteorit demir kavramına oldukça nadir rastlanır; buna karşın normal demirle kullanım farkı açısından ya da belirli tip eserlerin üretimine yönelik olarak bilinçli bir tercihten söz etmemizi sağlayacak bir veri yoktur. Benzer bir durum bakır ve bronz için de geçerlidir. Bazı özel silahların ya da gereçlerin yapımı dışında genel bir kullanım söz konusudur. Bu durum metinleri kaleme alan katiplerin konuyla ilgili bilgi eksikliğinden ya da kimi filologların belirttiği şekilde, metinlerin ana içeriği nedeniyle bu ayrımın çok önemsenmemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Buna karşın altın, gümüş ve bazen demir için farklı kalitelerde ürünlerin metinlerde ayrı terimlerle ifade edildiklerini görebiliriz. Bu farklılıklar, özellikle değerli metaller açısından düşünüldüğünde, saflık derecelerini, hammadde kaynaklarını ya da farklı metallerle yapılmış alaşımları belirtmek amacıyla da kullanılmış olabilir. Özellikle gümüşün, eser yapımı haricinde, para ya da değiş-tokuş birimi olarak külçe formunda kullanıldığını anlıyoruz. Bu yönü açısından gümüşün, özellikle hammadde olarak üretimi ve dağıtımı üzerinde sıkı bir merkezi devlet kontrolü olduğu da yazılı metinlerden anlaşılmakta ve Hitit yasaları kapsamında bu duruma yönelik bazı düzenlemeler de bulunmaktadır. Gümüşün bu istisnai durumuna karşın bakır/bronz ve demir üretiminin hem merkezi kontrole bağlı olarak hem de yaygın bir şekilde gerçekleştirildiği söylenebilir.

METALURJİK AKTİVİTELERİN GELİŞİMİNİ BELİRLEYEN ETKENLER

MÖ 17. yüzyıl ortalarında Anadolu’daki ilk merkezi devlet yapılanmasını kuran Hititler yaklaşık 500 yıl boyunca hüküm sürmüş ve eski dünyanın en güçlü devletlerinden biri olarak geride önemli izler bırakmışlardır. Hitit kentlerinde açığa çıkarılan mimari kalıntılar ve arkeolojik buluntular yanında bu döneme ilişkin önemli bilgileri, büyük bir kısmı başkent Hattuşa’da (günümüzde Boğazkale İlçesi/Çorum) açığa çıkarılan, binlerce çivi yazılı tabletten edinmekteyiz. Diğer birçok alanda olduğu gibi metalurjik aktiviteler açısından da Hititlerin gelişkin bir düzeye sahip oldukları söylenebilir. Bu durum çok da şaşırtıcı değildir, zira Anadolu bu kapsamda binlerce yıllık bir birikime sahip olmasının yanında metalurjik aktivitelerin başladığı ve geliştiği en önemli bölgelerden biri olma özelliğindedir.

Hititler dönemi metal endüstrisini tanımlamadan önce bu geçmiş birikime ve tarihsel gelişimine değinmek yararlı olacaktır. Tüm dünyada olduğu gibi insanların metallerle ilk tanışması özellikle renkleriyle ön plana çıkan ve dikkat çeken bazı minerallerin (malakit, azurit ve hematit gibi) keşfedilmesi ve boya amacıyla kullanılması şeklinde olmuştur. Paleolitik dönemde başlayan bu süreç yerleşik hayata geçişi temsil eden Neolitik dönemde de devam etmiş ve bu dönemde doğada bulunan nabit bakırın keşfedilmesi ve işlenmesi insanlarla metaller arasındaki ilişkiye yeni bir boyut kazandırmıştır. İlk başlarda bız/delici, olta kancası gibi basit aletler yanında çeşitli formda boncukların oluşturduğu süs eşyaları soğuk işleme tekniğinde üretilmişken, oldukça erken bir tarihte, piro-teknolojinin diğer bir deyişle ısıl işlemin devreye girmesiyle eserler sıcak dövme (tavlama) tekniğinde şekillendirilmeye başlanmış ve bu sayede nispeten daha dayanıklı eserler üretilebilmiştir. Metal üretiminde piro-teknolojinin bu kadar erken bir tarihte ve çanak-çömleklerin pişirilmesinden çok daha önce kullanılmaya başlanması teknolojik anlamda önemli bir gelişimi simgeler ve büyük olasılıkla metal endüstrisinin ileride, diğer endüstrilere oranla, izleyeceği farklı gelişim çizgisinin ardında yatan temel nedenlerden biri olmalıdır.

ANADOLU’DAKİ METAL ATÖLYELERİ

Ancak bu alandaki en önemli kırılma noktası ekstraktif metalurjinin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Ergitme yoluyla maden cevherlerinden metalik madenin elde edilmesi şeklinde tanımlanabilecek bu süreç birçok açıdan önemli yenilikler getirmiş ve gelişmeleri tetiklemiştir. Her şeyden önemlisi, ergitme işleminin başarısına bağlı olarak, nispeten homojen yapıda elde edilen metallerle, bu dönemin getirilerinden biri olan döküm teknolojisinin de kullanılmasıyla, çok farklı tipte eserler daha sağlam ve kolay bir şekilde üretilmeye başlanır. Aynı şekilde farklı metaller ve alaşımlar da bu dönemle birlikte kullanılmaya başlar. Bugünkü bilgilerimiz ışığında Anadolu’da ekstraktif metalurjinin MÖ 5000’li yıllar civarında başladığını söyleyebiliriz; özellikle MÖ 4. binyıl içinde Anadolu’nun farklı bölgelerinde açığa çıkarılan metal işleme atölyeleri ile üretime yönelik çok sayıda buluntu bu işkolunun yaygın ve gelişmiş bir düzeyde faaliyet gösterdiğini kanıtlamaktadır.

Toplumsal düzeyde birçok yeniliğin ve dönüşümün yaşandığı Erken Tunç Çağı metal endüstrisi açısından da insanlık tarihindeki önemli kırılma noktalarından birini temsil eder. Anadolu’da yaklaşık olarak MÖ 3. binyıla karşılık gelen bu dönemde madencilik ve metal işçiliği alanlarında önemli bir sıçrama görülür. Özellikle dönemin ortalarına doğru ulaşılan düzey; malzeme, teknik ve form açısından günümüze yakın bir ustalık düzeyini yansıtmaktadır. Fonksiyonel kullanımlarının yanında değerli metaller de kullanılarak üretilmiş ve sembolik anlama sahip silahlar ile süs eşyaları ve çeşitli formlardaki kap-kacak çoğunlukla bu dönem yönetici sınıflarının prestij ve güçlerini yansıtan toplu buluntular olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemde Anadolu’nun geneline yayılmış bir şekilde çok sayıda merkezde ele geçen zengin buluntular ve üretime yönelik bulgular bölgenin bu alandaki öncü ve gelişmiş rolünü de göz önüne sermektedir. Sahip olduğu zengin maden yatakları yanında bu kaynakların çeşitliliği ve tüm ülke geneline yayılması, metal endüstrisi açısından, Anadolu’nun bu düzeye ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Hititler de Anadolu’ya geldiklerinde bu geçmiş ve birikim üzerine kendi katkılarını koyarak özgün bir karakter yaratmışlardır; ancak birçok önemli bilim insanının da dile getirdiği şekilde, bugün mimariden sanata farklı alanlarda Hitit damgasını vurduğumuz birçok özelliğin altında bir önceki dönem olan ve MÖ 2. binyılın ilk çeyreğine karşılık gelen Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda gelişen, hatta kökleri Erken Tunç Çağına, diğer bir deyişle Hattilere kadar inen bir gelenek söz konusudur. MÖ 3. binyılın sonlarında gelişkin ve ayırt edici bir karakter kazanan bu gelenek, takip eden dönemlerde evrilerek Hitit üslubuyla birlikte en üst noktasına taşınmıştır. Metal endüstrisi ve bunu yansıtan buluntular açısından da benzer bir durum söz konusudur.

HİTİT DÜNYASINDA METAL KULLANIMININ ÖNEMİ

Hititler döneminde metallerin kullanımına yönelik bilgiyi yazılı metinlerden ve arkeolojik buluntulardan elde ederiz. Anadolu, yazıyla MÖ 2. binyılın hemen başlarında tanışır. Kuzey Mezopotamya’daki Asur ülkesinden gelen ve burada Karum adı verilen bir tür ticaret kolonilerine yerleşen tüccarlar beraberlerinde yazıyı da getirmiş ve Anadolu için de tarihi çağlar başlamıştır. İki bölge arasında kurulan ticaret ilişkisine ithafen Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak adlandırılan bu dönem, büyük çoğunluğu Anadolu’daki Karumların merkezi olan Kaneş-Karum’unda (Kültepe Höyüğü/Kayseri) açığa çıkarılan binlerce çivi yazılı tabletle ön plana çıkmaktadır. Büyük bir kısmı ekonomik içerikli bu tabletlerden iki bölge arasındaki ticaretin organizasyonundan alım-satımı yapılan mallara kadar önemli bilgiler elde edilmektedir. Birçok farklı metalin kullanımı ve değerlerine ilişkin bilgiler yanında Anadolu’dan ihraç (bakır ve bir ölçüde gümüş) ve ithal (kalay) edilen metallerle ilgili de önemli bilgiler metinlerde geçmektedir. Önceki dönemin aksine Hitit belgelerinde metal endüstrisine yönelik kapsamlı bilgiler mevcut değildir. Bunun temel nedeni Hitit metinlerinin karakterinde yatmaktadır. Ele geçen tabletlerin büyük çoğunluğu idari/siyasi metinler ile dini karakterde olan metinlerden oluşmaktadır. Buna karşın bu tür metinlerden ve özellikle saray/tapınak envanter listelerinden metal kullanımına ve Hitit dünyasında metallerin yerine yönelik önemli çıkarımlar yapılabilmektedir.

Hitit metinlerinde farklı tipte eserlerin üretiminin yapıldığı metaller arasında altın, gümüş, demir, bakır, kalay ve bronz geçer. “Siyah Demir” olarak adlandırılan ve metinlerde kaynağı “Gökyüzü” olarak belirtilen metal birçok araştırmacı tarafından “Meteorit Demir” olarak yorumlanır. “Siyah Demir” ve kurşun kelime olarak ilk kez MÖ 15. yüzyılda Orta Hitit Dönemi’ne tarihlenen metinlerde geçmeye başlar, ancak arkeolojik buluntular her ikisinin de Erken Tunç Çağı’ndan itibaren Anadolu’da bilindiğini ve kullanıldığını ortaya koymaktadır.

HATTUŞİLİ’NİN GANİMETİ

Hitit metinleri ışığında gerek hammadde gerekse son ürün olarak metallerin dönemin ekonomisi içinde önemli bir yere sahip olduğunu anlıyoruz. Vergi olarak toplanan malların dağılımında metaller ön sıralarda olmasa da özellikle savaş ganimetlerini listeleyen metinlerde sıkça bahsi geçer. Hitit devletinin ilk kralı olan I. Hattuşili’nin Güneydoğuya yaptığı sefer sonrasında elde edilen ganimet şu şekilde sıralanır:

“İki yük arabası altın, gümüşten iki mayaltum-arabası, altından bir masa, Hahhu’nun tanrıları, gümüşten güçlü bir boğa, ön kısmı gümüşten bir gemi. (Bunları) Büyük Kral Tabarna Hahhu kentinden aldı ve Güneş Tanrıçasına yukarı getirdi.” (Çeviri: M. Alparslan: Hititler, Bir Anadolu İmparatorluğu)

Özellikle tapınak / saray envanter listelerinde sıralanan malzemeler arasında metallerin ilk sırada bulunduğu görülür. Bu durum devlet içindeki metal üretiminin yaygınlığına dair dolaylı bir kanıt olarak da değerlendirilebilir. Söz konusu listelerde ilk sırayı altından üretilmiş eserler alır. Bu dağılım hem tanrı/tanrıça heykellerinin ve sunulan adakların hem de kralî zenginliğin bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır. İmparatorluk dönemine ait envanter listelerinde demir malzemelerin hem adak eşyaları arasında hem de resmi depolarda bulunan malzemeler arasında sayılması dikkat çekicidir. Bu durum, çok yaygın olmasa da demirin imparatorluk döneminde tüm ülke sınırları içerisinde erişilen ve üretilen bir malzeme olduğunu gösterir. Buna paralel bir şekilde erken dönem metinlerinde demirden üretilmiş eserler kralî özellikte az sayıda örnekle sınırlıyken Orta Hitit dönemi metinlerinde zikredilen eserler çeşitlenmeye başlar ve İmparatorluk Dönemi metinlerinde önemli ölçüde zenginleştiği görülür. Ağırlıklı olarak yine kült ve ritüellerle bağlantılı ya da kralî simgeler olarak kullanılan eserler söz konusu olmakla birlikte geç dönem metinlerinde bazı silahların da demirden üretildiği belirtilmektedir. Bu doğrultuda özellikle imparatorluk dönemi ile demir metalurjisinin yaygınlaştığı ve silah üretiminde önemli bir yer edinmeye başladığı da söylenebilir.

METİNLERDEN NELER ÖĞRENİYORUZ?

Hitit metinlerinde metal endüstrisinin işleyişine yönelik, bu işkolunun nasıl organize olduğu ve yürütüldüğü hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. Bunun nedeni, metinlerin ana içeriğinden kaynaklanmakta. Yine de özellikle envanter listeleri ve bazı kült metinleri doğrultusunda bu konuya yönelik çıkarımlar yapılabilir. Metinlerde üretim alanında çalışan ustalara yönelik bir ayrım her zaman için söz konusu değildir. Bu bağlamda en sık karşılaşılan terim LÚ.ME. E.DÉ.A olarak geçen ve genel anlamda metal ustası ya da metal işçisi olarak tanımlanan bir meslek grubudur. Bu kapsamda daha çok bronz üretimiyle uğraşan ustalar kastedilmiş olmalıdır. Genel kullanıma sahip diğer iki terim LÚSIMUG/.A/ ya da LÚTIBIRA olarak geçmektedir. Diğer yandan özellikle Orta Hitit döneminden itibaren bakır üzerinde uzmanlaşmış ustalar LÚ URU-DU.DÍM.DÍM Sümerogramı ile tanımlanmaktadır. Bazı metinlerde altın ve gümüş üstüne uzmanlaşmış, diğer bir deyişle kuyumculuk zanaatını icra eden ustalardan bahsedilmekte, kimi zaman bu ustalar isimleriyle de belirtilmektedir. Bu durumu özelikle bayram metinlerinde ve mabet personelinin sayıldığı listelerde görebiliriz. Metal ustalarının zaman zaman kale ve sur yapımı gibi inşaat işlerinde de görevlendirildiklerini anlıyoruz. Bu durum büyük olasılıkla metal aletlerin kullanımında uzmanlaşmış ustaları yansıtıyor olmalıdır. LÚSIMUG olarak tanımlanan metal ustalarının köleler arasında da yer aldığını ve diğer birçok iş kolunda olduğu gibi satın alınıp çalıştırıldığını da metinlerden öğreniyoruz.

Yazılı metinler ışığında metallerin fonksiyonel anlamda çeşitli tipte eserlerin üretiminin yanında farklı bağlamlarda da kullanıldığı, hatta bu yönlerinin, en azından metinler kapsamında, ön plana çıktığı söylenebilir. Kült metinlerinde, özellikle yapı ritüellerinde bakırın sembolik ve majik özelliğine vurgu yapılarak yeni inşa edilen tapınakların ve kamusal yapıların temellerine bakırdan üretilmiş çeşitli eserlerin adak olarak bırakıldığı söylenmektedir. Benzer bir durum altın ve gümüş gibi metaller ve bazı taş cinsleri için de geçerlidir.

Saray ve tapınak envanter listelerinden hangi metalin hangi tip eserlerin üretiminde kullanıldığına yönelik bilgiler de elde edilmektedir. Metinlerin içeriği nedeniyle ilk sırayı dini ve/veya sembolik anlamdaki eserler almaktadır. Bu doğrultuda tanrı/tanrıça heykel(cik)leri ile bunlarla bağlantılı sembollerin ve kült eşyalarının çoğunlukla altından üretildiği ya da altınla kaplandığı belirtilmektedir.

Tahtta oturan altın tanrıça, buluntu yeri belli değil, N. Schimmel Koleksiyonu,
Metropolitan Museum of Art: Darga 1992.

Aynı kapsamda gümüş ya da gümüş kaplamalı eserler de söz konusudur. Tüm Hitit tarihi boyunca özellikle kralî sembollerin ve belirli kült eşyalarının demirden üretildiği de görülür. Kült törenlerinde önemli bir yere sahip olan ve riton olarak da tanımlanan zoomorfik / hayvan biçimli kapların (Hititçe BIBRU) başta değerli metaller olmak üzere bakır/bronz ya da demirden de üretildiklerinden bahsedilir. Yazılı metinlerde değerli metallerden üretilmiş ikinci önemli grubu süs eşyaları oluşturur. Bu kapsamda özellikle altından yapılmış diademler (alın bantları), saç süslemeleri, küpeler, gerdanlıklar, kolye taneleri, süs iğneleri ile bilezikler ve halhallar gibi takılardan envanter listelerinde ya da çeşitli törenler kapsamında özellikle kralî çiftin giyim-kuşam tasvirlerinde bahsedilir.

Bronz tanrı heykelcikleri, Doğantepe-Amasya Müzesi (sol), Boğazköy-Berlin Doğu
Eserleri Müzesi (orta), Lazkiye-Louvre Müzesi (sağ): Darga 1992.

Metinlerde geçen metal eserler arasında bir diğer grup silahlardır. Hititlerin yayılmacı politikasının en önemli unsuru olan ordunun temel donanımı olarak sayabileceğimiz çeşitli tipte silahlar yanında metinlerde daha çok çeşitli ritüeller ve törenler kapsamında sembolik anlamlara sahip olarak kullanılan altından ya da demirden üretilmiş olanlarından bahsedilir. Bu türdeki silahlar kimi zaman tanrıların birer sembolü olarak kullanılırken, kimi zaman adak eşyaları olarak bahsedilmekte, bazen de kralın, kralî muhafızların ya da üst düzey görevlilerin törenler bağlamında taşıdığı unsurlar olarak geçmektedir. Adak olarak tapınaklara ya da kutsal mekânlara bırakılan silahların da çoğunlukla altın ya da demirden bazı durumlarda bakır/bronzdan üretildiğini anlıyoruz. Bu kapsamdaki silah formları arasında başta çeşitli formlarda baltalar olmak üzere, kılıç ve mızrak ucu gibi tipler başı çeker. Başkent Hattuşa sınırları içerisindeki bir yol çalışması sırasında bulunan, üzerinde Akadca çivi yazılı bir kitabe bulunan kılıç bu kapsamdaki ünik buluntulardan birini temsil eder. Hitit kralı II. Tudhalya’nın batıdaki Assuwa ülkesine yaptığı ve zaferle sonuçlanan sefer sonrasında Fırtına Tanrısı’na adadığı bir grup kılıçtan biri olduğu üzerindeki yazıttan anlaşılmaktadır:

“Büyük kral Duthaliya Assuwa ülkesini yerle bir ettiği zaman bu kılıçları efendisi Fırtına Tanrısına adak olarak sundu.” (Çeviri: A. Ünal ve diğ., Müze-Museum, 4)

Solda: Gümüş geyik ritonu, buluntu yeri belli değil, N. Schimmel Koleksiyonu, Metropolitan Museum of Art: Bilgi 2004.
Sağda: Gümüş boğa ritonu, buluntu yeri belli değil, N. Schimmel Koleksiyonu, Metropolitan Museum of Art: Bilgi 2004.

Önemli bir dini merkez olarak bir dönem kralî rezidans olarak da kullanılmış Şapinuva kentinde de benzer kapsamda bir buluntu grubu dikkat çekicidir. Burada dini karakterli olarak tanımlanan ve girişinde olasılıkla Fırtına Tanrısı’nı tasvir eden kabartmalı ortostatın yer aldığı D binasında bir odanın köşesinde üzerlerinde çivi yazısıyla “Büyük Kral” ifadesi yazılı bir grup kolcuklu balta ile mızrak uçları ele geçmiştir. Aynı alanda ele geçen bronz bir miğfer ile zırh pulları ve kralî mühürler panteonun başındaki Fırtına Tanrısı Teşup’a kral tarafından adak olarak sunulmuş olmalıdır ve ünik bir buluntu grubunu yansıtır. Burada ele geçen ve taştan üretilmiş ışınlı bir tören baltasının çok yakın bir tasviri Hattuşa’da Kral Kapısı olarak adlandırılan kapı girişindeki tanrı kabartmasında karşımıza çıkar.

Bunlar haricinde çoğu silahın, demir kullanımı yaygınlaşana kadar, bronzdan üretildiği, alaşımsız bakırın genellikle tek kullanımlık olarak düşünülen ok uçlarında ekonomik nedenle tercih edildiği söylenebilir. Günlük işlerde kullanılan çoğu aletin de bakır/bronzdan üretildiğini söyleyebiliriz. Bu kategoride özellikle tarımsal alanda kullanılan orak ve benzeri kesici aletler, olta kancaları ile taş ve ahşap işçiliğinde kullanılan keski, murç gibi aletler sayılabilir. Bunun yanında birçok eser grubunda fonksiyonel ve estetik açıdan etkisi olacak bilinçli alaşım stratejilerinin Hititli metal işçileri tarafından ustalıkla kullanıldığı eserler üzerinde yürütülen analizlerden anlaşılmaktadır.

Solda: Bronz tören baltası, Şarkışla, Berlin Devlet Müzesi: Bilgi 2004. Sağda: Bronz Akadca yazıtlı kılıç, Boğazköy, Çorum Müzesi: Bilgi 2004.
ARKEOLOJİNİN GÖSTERDİKLERİ

Dönemin metal endüstrisine yönelik kapsamlı bilgiler yazılı metinler dışında arkeolojik buluntulardan elde edilmektedir. Metal eserleri tek başına ele aldığımızda, tüm arkeolojik malzemeler içinde, sayısal anlamda en küçük gruplardan birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bunun ardında yatan neden son derece basittir; metalden üretilmiş herhangi bir nesne işlevini yitirse bile hammaddesi açısından değerli olmaya devam eder. Bu nedenle diğer malzemeler gibi kırıldığında ya da işlevini yitirdiğinde bir kenara atılmaz, yeniden eritilmek üzere biriktirilir ve tekrar kullanıma sokulur. Bu nedenle yerleşim alanlarında yürütülen arkeolojik kazılarda çok az sayıda metal eser ele geçer ve bunların büyük bir kısmı tam bir formu yansıtmayan parçalardan oluşur.

İstisna olarak ele geçen eserler bir köşede unutulmuş, zamanında gözden kaybolmuş ya da ani gelişen bir durumda geride bırakılmış eserler şeklindedir. Buna karşın tahrip edilmemiş mezarlarda ve belirli bir amaç için biriktirilmiş toplu buluntu grupları halinde ele geçen metal eserler önemli birer veri kaynağı olabilmektedir. Farklı bölgelerde tüm dönemler boyunca görülen bu durumun Hitit dönemi açısından da geçerli olduğu söylenebilir. Ancak bu dönem için iki dezavantaj söz konusudur. Birincisi, nicelik ve nitelik açısından zengin mezar hediyeleri barındıracak potansiyele sahip ve Hitit kraliyet mensuplarına ya da üst düzey görevlilere ait mezarların henüz bulunamamış olmasıdır. Hitit dönemine ait ve kazısı yapılmış az sayıdaki mezarlık sıradan halka ait olup mezar hediyeleri açısından, özellikle metal eserler kapsamında, oldukça sınırlıdır. İkinci husus Hititler dönemine ait toplu buluntu gruplarının büyük çoğunluğunun kaçak kazılar sonucu ele geçmiş eserlerden oluşmasıdır. Bazıları ülkemizdeki müzelerde korunan, bazıları da dünyanın farklı ülkelerindeki müze ve koleksiyonlara dağılmış bu eserler tipolojik ve ikonografik özellikleri doğrultusunda kesin bir şekilde Hitit döneminin farklı evrelerine tarihlenebilmektedir. Tekil açıdan ele alındığında her biri üretim teknikleri ve üslup açısından dönemlerinin birer başyapıtı sayılabilecek bu eserler maalesef buluntu durumlarıyla ilgili herhangi bir bilgi olmadığı için bağlamlarından kopuk birer obje olarak sınırlı ölçüde bilgi sunmaktadır. Yine de kimi eserlerde bulunan tasvirler ve yazıtlar aracılığıyla ve genel form itibarıyla bu eserlerden de belirli bilgiler edinildiği söylenebilir. Özellikle yazılı metinlerde bahsi geçen ve çeşitli ritüeller kapsamında kullanıldığı belirtilen bazı kap formlarının ve yine benzer kapsamdaki tanrı/tanrıça heykel(cik)lerinin karşılıklarını bu tip eserlerde görebilmekteyiz. Öyküsel anlatıma sahip tasvir bantlarında da genellikle metinlerde söz edilen bayram kutlamaları ve ritüellerle ilgili sahneler canlandırılmıştır. Bu da hem yazılı belgelerin canlandırılması hem de kazılarda ele geçen diğer buluntuların yorumlanması anlamında katkı sağlar.

Yumruk biçimli riton ve üzerindeki müzikli sahne, buluntu yeri belli değil, Boston Güzel Sanatlar Müzesi:
Dinçol 2019.
METAL OBJELERİN HALK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Metal eserler yanında üretime yönelik bulgular da bu işkolunun niteliği ve organizasyonu hakkında önemli veriler sağlar. Yazılı metinler bu konuda çok az bilgi vermektedir, ancak bu endüstri kapsamında cevherlerin ergitildiği, külçe formundaki metallerin eritilerek çeşitli tipte kalıplarda döküm tekniği vasıtasıyla eserlerin üretildiğini anlıyoruz. Birçok Hitit merkezinde buna yönelik atölyeler ya da üretim aktivitelerini işaret eden buluntular açığa çıkarılmıştır. Bu kategorideki buluntular arasında maden cevherleri, külçeler, potalar, körükler, üfleçler, kalıplar, çeşitli formlarda çekiç, keski ve murç gibi aletler ile yarı mamul ürünler ve üretim artıkları sayılabilir. Atölyelerin ve üretime yönelik buluntuların ele geçtiği alanların/mekânların yerleşimler içindeki konumlarına bakıldığında bunların daha çok merkezi idarenin kontrolünde ve denetiminde yürütülen aktiviteler kapsamında olduğu söylenebilir; ancak mutlaka sıradan halkın kullanımına yönelik, özellikle günlük işlerde kullanılacak alet ve gereçleri üreten ticari atölyeler de mevcut olmalıydı. Kazılarda genellikle anıtsal ve kamusal özellikte alanlar üzerinde yoğunlaşıldığı için bu tip atölyelere ve çalışmasına dair bilgi mevcut değildir.

Hititler Anadolu’nun maden kaynakları açısından sahip olduğu zengin potansiyeli ve kendilerinden önceki teknolojik birikimi olumlu anlamda kullanarak metal endüstrisi alanında da önemli ve gelişkin bir düzeye ulaşmış ve bu düzeyi ürettikleri eserlerle yansıtmışlardır. Hititler açısından hem günlük hayatta hem de inanç dünyasında karşılığını farklı şekillerde bulan metaller, devlet ekonomisi açısından da önemli bir yere sahipti. Gerek yazılı metinlerden gerekse arkeolojik buluntulardan elde edilen veriler bu durumu net bir şekilde ortaya koyar. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, söz konusu verilerin tamamı merkezi otoritenin perspektifinden bir bakışı yansıtır. Gerek metinlerde bahsedilen zenginlik ve çeşitlilik gerekse arkeolojik buluntularda kendini gösteren ihtişam tamamen saray ve tapınağın, diğer bir deyişle yönetici erkin kontrolündeki gücün bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Buna karşın sıradan halkın yaşamında metallerin nasıl bir rol oynadığı veya ne kadar önemli olduğuna dair elimizde yeterli veri bulunmamaktadır.

Bunun en temel sebeplerinden birisi arkeolojik araştırmalarda kamusal alan ve yapılara öncelik verilmesi, sıradan halkın yaşamının, büyük olasılıkla buluntuların az gösterişli olacağı düşüncesinden dolayı, gereken ilgiyi görmemesidir. Oysa Erken Tunç Çağı’nın başlamasıyla birlikte metal endüstrisinin bu anlamda önemli bir etkisinin olduğu söylenebilir. Özellikle tarımsal üretimde kullanılan aletler yanında taş ve ahşap işçiliği başta olmak üzere birçok iş kolunda metal aletlerin kullanımının işgücü ve harcanan birim zaman açısından önemli avantajları olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda metal endüstrisinin halk toplulukları üzerinde önemli ve toplumsal düzeyde karşılığını bulan bir etkisinin olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Sahip olduğu kültürel çeşitlilik ve zengin buluntu envanteri değerlendirildiğinde Anadolu, metalurjik aktiviteler açısından, sadece Hitit dönemi için değil tüm devirler için adeta bir açık hava laboratuvarı konumundadır. Henüz yeterli seviyede olmamakla birlikte ülkemizde sayısı her gün artan kazı ve araştırmalar kapsamında bu yöndeki çalışmaların artması, Hititler devri özelinde madencilik ve metal işçiliği aktivitelerinin hem bir işkolu olarak organizasyonu ve gelişiminin hem de toplumsal düzeydeki katkısı ve karşılığının bütüncül bir perspektiften ele alınmasını ve tüm boyutlarıyla incelenmesini sağlayacaktır.

*Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı