Diego Armando Maradona. O kimilerine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu. Bazılarımızın çocukluk kahramanı bazılarımızın gençlik. Yaşı yetmeyenler için ise yıkılması çok zor bir mit. Cam kadar hassas ve kırılgan ama kurşun geçirmez yelek kadar delinemez bir mit. Aslında belki de futbolun endüstrileşmesinden önceki son gerçek futbolcu o. Arjantin'in nesi meşhur? İddia ediyorum tangodan önce Maradona ismi gelir. Büyüleyici futbol yeteneği kadar saha dışındaki hayatı da bir o kadar radarımıza girmiştir. 60 yaşında kalp krizi sebebiyle hayata gözlerini yuman Tanrı'nın Eli, “Carpe Diem”in yani “Anı Yaşa” kültürünün vücut bulmuş haliydi.
Aslında ilk etapta klasik bir futbolcu öyküsü gibi başlamıştır Maradona'nın hayatı. Sefaletten gelen bir çocuk, olağanüstü yetenekleriyle dünyaya meydan okumuştur. Hayatında büyük inişler ve büyük çıkışları yaşamış biri. Kazanmanın ne demek olduğunu, nasıl bir bedeli olduğunu bildiği gibi kaybetmenin de anlamını damarlarına kadar hissetmiş biriydi o.
Mustafa Kemal Atatürk'ün “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” sözü vardır ya, Maradona belki de bu tanımlamayla uzaktan yakından alakası olmayıp, buna rağmen hayatımıza dokunabilmiş biridir. Zaten onun da örnek bir sporcu olma gibi bir derdi yoktu bu dünyada. Bugün Michael Jordan, LeBron James, Cristiano Ronaldo gibi PR'ı, reklamı ve imaj çalışması profesyonelce yönetilen ve yönetilmiş spor ikonları para üretmeye devam ediyor. Bütün bu saha dışındaki çalışmaların temel amacı kazanmak elbette. Saha içinde kazanmak, saha dışında daha da kazanmak. Taraftarın, spor seyircisinin ve tüketicinin gözünde kusursuz, mükemmel insan figürleri oluşturmak aslında büyük bir emek içerse de biraz da kolaycılığa kaçmak oluyor. Maradona, bir laboratuvarda üretilmiş kusursuz sporcu figürü değildi. Bizim gibi biriydi. Kusurları olan, yer yer kontrolünü yitiren ve zaman zaman uçlarda yaşayan. Yani etten ve kemikten biriydi ve belki de bu yüzden hayatlarımıza dokundu.
Çok büyük takımlarda elbette forma giydi ama bugün Maradona denilince iki kelime yanına not edilebiliyor. Arjantin ve Napoli. Napoli nedir? Dönemin İtalya'sında bütün gücü elinde tutan Milan, Juventus gibi takımlara rağmen orta sıralarda mücadele eden kısmen Çaykur Rizespor gibi bir takımdı. Maradona, Napoli'ye transfer olmadan evvel Napoli neydi gerçekten? Bugünün Napoli'si gibi düşünmeyin. O zamanlar sportif olarak haritada bile yer almıyordu. Hesaplarda hiç yoktu. Bugün Messi, Barcelona'da oynamadan önce de Barcelona yine Barcelona'ydı. Cristiano Ronaldo, Real Madrid forması giymeden evvel de dünyanın bir numaralı futbol takımıydı. Napoli ise MÖ ve MS yani Maradona'dan önce ve Maradona'dan sonra olarak dönemlendirilir. Maradona, Napoli için milat denilebilir. Bir şehrin kaderini değiştirmek ve bir şehirle özdeşleşmek. Batman ve Gotham şehri gibi düşünün.
Riverplate'dan sonra Boca Juniors forması giydiğinde Boca taraftarının sloganını bir hatırlayalım:
“Boca es mi religion,
Maradona es mi dios,
La bombenera es mi iglesia"
(Dinim Boca, Tanrım Maradona, Mabedim Bombonera)
Maradona'nın, esasında futbol oynadığı tüm kariyeri boyunca insanların hayatlarına dokunmuş olduğunu anlıyoruz. 1986 Dünya Kupası'nda İngiltere'ye attığı tarihi golü, topu kendi yarım sahasından alıp, tek tek herkesi çalımlayıp golü atışı... Hani “göstere göstere atmak” derler ya, tam tanımı herhalde. Yine İngiltere'ye eliyle attığı golün ardından “O el, Tanrı'nın eliydi” demesine ne demeli? “Bu bir takımı yenmek değil, bir ülkeyi yenmektir” dedi. Tabii Maradona atınca “Tanrı'nın eli” olurken Thierre Henry, İrlanda'ya eliyle gol atıp, bir ülkenin kaderiyle oynayınca “Kolpacı Henry” diye tarihe yazılıyor. Burada spor severlerden çok medyayı da eleştirmek lazım. Demek ki yapılan işin ne olduğundan çok, kimin yaptığı ve kime yaptığı ile daha çok ilgileniyoruz.
Maradona, kariyeri boyunca saha dışındaki birçok skandalla da gündemi meşgul etmiştir. Mafya ile bağlantılı ilişkileri, narkotik bağımlılığı ve hatta alkolikliği. Düşünsenize, birçok sporcuya doping testi yapılırken Maradona'nın narkotik kullandığı ortaya çıkıyor.
2002 Dünya Kupası için gideceği Japonya'nın, kokain kullandığı gerekçesiyle kendisine vize vermemesi üzerine, ABD'nin Japonya'ya attığı atom bombalarına gönderme yaparak; “Evet kokain kullandım ama hiç değilse Amerikalılar gibi binlerce masum insanı öldürmedim!” demesi...
Maradona'nın çok fazla demeci var muhakkak, birçoğu renkli ve ilginç. Ama aralarından en enteresan, en önemli ve kalıcı olarak akıllara kazınanı 1986 Dünya Kupası'nda İngiltere'ye elle gol atmasının ardından yaptığı açıklamadır;
“Bu maç bizim için bir final gibiydi. çÇünkü bir takıma karşı değil, bir ülkeye karşı kazanmış olacaktık. Maçtan önce futbolun Falkland Savaşı'yla ilgisi olmadığını söyleyip duruyorduk, ama orada birçok Arjantinli çocuk ölmüştü; onları kuş yavruları gibi öldürmüşlerdi... Bu bir rövanş olacaktı, sanki Malvinas'ın intikamını alacaktık. Yaptığımız röportajlarda hepimiz, bunları birbirine karıştırmamak lazım; futbol ve politika ayrı şeylerdir filan diyorduk, ama yalandı hepsi, düpedüz yalan! İşte bunun için, sanırım attığım gol, golden öte bir şeydi...”
O, örnek bir sporcu değildi. Michael Jordan veya Cristiano Ronaldo gibi gıpta ile bakılan rol model hiç olmadı. Futbolun endüstrileşmesinden önceki son gerçek futbolcuydu o. Kimilerine göre o gelmiş geçmiş en iyi futbolcuydu. Kimilerinin çocukluğu, kimilerinin gençliği, yaşı küçük olanların ise zihnindeki bir mit aslında o. Onun gibisi gelmemişti. Bunu zaten biliyoruz. Onun gibisi bir daha gelecek mi, hiç sanmıyorum. Tanrı'nın Eli, futbol sahalarına uzanmıştı bir zamanlar diye hatırlayacağız. Şimdi ise o el, Tanrı'nın yanında. Gracias Diego! Adios Maradona!