Tanzim satış çözüm mü?

Akla gelen ilk soru neden yalnızca İstanbul ve Ankara’da satış noktaları var, diğer iller de yüksek fiyatlardan etkilenmiyor mu? İkinci soru ise bu satışlar ne zamana kadar devam edecek? Üçüncü ve daha sistematik soru ise böyle bir devlet müdahalesi ile fiyatların düşürülmesi iktidarın sıkı sıkıya bağlı olduğu piyasa aklı için ne ifade ediyor?

Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Piyasa ekonomisi her zaman olduğu gibi iç çelişkilerinden kaynaklanan arızalarla yürümeye devam ediyor. Birkaç ay önce soğan ve patates fiyatlarının yükselişini şimdi patlıcan ve biberde görüyoruz, birkaç ay sonra aynı durum erik, çilek ya da başka bir üründe ortaya çıkacak. Oysa piyasadaki herhangi bir mala tekil bir örnek, münferit bir vaka olarak yaklaşmak, verileri uzun dönemde değerlendirmek yerine anlık patlamalar olarak nitelemek hem sorunun saptanmasında hem de çözüm olasılıklarının hayata geçirilmesinde yanılgılara yol açıyor. Döviz kurlarındaki yükselişi ve Türk Lirası’nın değer kaybını “ekonomik teröre”, “dış mihraklara” bağlamak, sebze-meyve fiyatlarındaki yükseliş için stokçuları, halcileri, aracıları hedef göstermek, çare olarak da dolar bozdurmak ya da gıda depolarını basmak en basit değerlendirmeyle vizyonsuzluktan başka bir şey değil.

TARIM POLİTİKALARI VE GIDA GÜVENCESİ

Farklı piyasalarda ya da farklı mallardaki fiyat dalgalanmaları, oligopolist yapılar ya da haksız rekabet tüketiciyi aynı biçimde etkilemez. Ancak hanelerin temel ve vazgeçilmez tüketim kalemlerinden biri olması nedeniyle gıda fiyatları hanelerin bütçelerinde doğrudan ve hızlı bir etki gösterir. Açlık ve yoksulluk sınırlarının belirlenmesinde birincil önem taşıyan gıda piyasaları ülkedeki tarımsal yapıyla, tarımsal üretimin niteliği, çeşitliliği ve yaygınlığıyla doğrudan ilişkilidir. Son olarak, medyada fazlasıyla üzerinde durulan ürünün tarladan çıkıp üreticilere ulaşmasını sağlayan tedarik zinciri de tarım ve gıda ilişkisinin tamamlayıcı unsurudur. Piyasadaki tarım-tedarik-gıda ilişkisinin sorunlarını her üç basamakta da izlemek gerekir. Böylece ne üretiyoruz, nasıl piyasaya sunuyoruz ve nasıl gıdaya dönüştürüyoruz sorularının da cevabını bulmak mümkün olabilir.

OECD’nin 2018 yılı Tarım Raporu’na göre 2015-2017 yılları arasında Türkiye’de tarıma yönelik destek yüzde 25 düzeyiyle OECD ortalamasının üstünde bir seyir izledi, ancak buna rağmen tüketici fiyatları dünya fiyat ortalamasının yüzde 28 kadar üzerinde oldu. Buna göre tarıma yapılan destek ne üreticiler ne de tüketiciler için beklenen iyileştirmelere yol açtı. OECD raporu aynı zamanda Türkiye’de tarım politikalarının finansal ve kurumsal unsurlara odaklandığını, üretime yönelik düzenlemelerden yoksun olduğunu vurguluyor. Buna göre, 2015-2017 döneminde tarıma yönelik desteklerin yüzde 81 kadarı üreticilere yönelik piyasa fiyat desteği biçiminde gerçekleşti. 2017 yılında 696 sayılı KHK ile Şeker Kurumu ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) kapatıldı, Şeker Kurumu’nun görev ve yetkileri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na, TAPDK’nin görev ve yetkileri ise Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Kurumsal yapılanmadaki değişiklik politika yapımında ve karar alma süreçlerinde etkinlik gibi görünse de kurumsal özerkliğin, yetki paylaşımının ve uzmanlaşmaya dayalı politika yapımının ortadan kalktığı anlamına geliyor. Nitekim şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve satılması sonrası şeker üreticisinin durumu, üreticinin ürününü satamaması, şeker pancarının tarlada kalması, üreticiyle kurumsal yapılar ve karar alıcılar arasındaki kopukluğun en güzel göstergesidir.

Asıl üzerinde durulması gereken ve uzun vadeli yapısal dönüşümlere yol açacak politikalar doğrudan üretim sürecini hedef alan politikalardır. Nitekim OECD raporunda dikkat çeken iki noktadan birincisi doğru çevre politikalarıyla organik tarımın, iyi tarım uygulamalarının ve ekilebilir toprakların korunmasına yönelik çevre-dostu tarım pratiklerinin desteklenmesidir. İkincisi ise eğitim, altyapı yatırımları ve yenilikçiliğe yönelik tarım desteklerinin kullanılması, böylelikle fiyatlara müdahale ederek palyatif çözüm üretmek yerine, tarımın niteliğini artıracak desteklerle gelişimi sürekli kılmaktır; ancak bu tür destekler toplam tarım desteği içinde yüzde 1’den daha az bir paya sahiptir. Topraklarının yaklaşık üçte biri tarım alanı olan, dört mevsimi yaşayan ve insan gücüne sahip bir ülkede gıda güvencesinin piyasanın insafına terk edilmesi mevcut tarım politikalarının etkinlikten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.

FİYATLARLA OYNAMAK GEÇİCİ DENGE SAĞLAR

Vatandaşların sebze meyve fiyatlarındaki artıştan zarar görmesini önlemek amacıyla İstanbul’da 50 ve Ankara’da 15 tanzim satış noktasında indirimli sebze meyve satışına başlandı ve bu hafta satış noktalarındaki uzun kuyruklar medyada yeterince tartışma konusu oldu. Akla gelen ilk soru neden yalnızca İstanbul ve Ankara’da satış noktaları var, diğer iller de yüksek fiyatlardan etkilenmiyor mu? İkinci soru ise bu satışlar ne zamana kadar devam edecek? Üçüncü ve daha sistematik soru ise böyle bir devlet müdahalesi ile fiyatların düşürülmesi iktidarın sıkı sıkıya bağlı olduğu piyasa aklı için ne ifade ediyor?

İster üretici tarafından ister tüketici tarafından bakalım, gıda piyasasının parasal destekle ya da fiyatların devlet tarafından belirlenmesiyle denetim altına alınması ancak kısa vadeli ve dar kapsamlı bir çözüm sunar. OECD Raporu’na göre 2015-2017 yılları arasında üreticilere yönelik desteklerin yüzde 81 kadarı fiyat desteği biçiminde sağlandı. Bugün tanzim satış indirimleri de tüketicilere yönelik bir fiyat desteği sunmakta. Her iki durumda da ekilebilir alanların etkin kullanımı, tarımsal çıktının artırılması ve sürekliliğinin sağlanması, küçük üreticiye lojistik destek sağlanması, yerel üreticinin pazara daha çabuk ulaşımının sağlanması gibi pratik iyileştirmelerden söz etmek mümkün değil. Tarımsal üretimde kısa, orta ve uzun vade planlamalar yapılmadıkça fiyatlarla oynamak ya da fiyat desteği yapmak piyasaya ancak geçici bir denge sağlayabilir.

PİYASADAN KAÇIŞ MÜMKÜN MÜ?

Bugün büyük kentlerde ve bu kentleri çevreleyen kırsal bölgelerde, küçük kentlerde ve kırsalda farklı ölçeklerde alternatif ekonomik modeller ortaya çıkıyor. Kentlerde ekolojik pazarlar, gıda toplulukları ve tüketici kooperatifleri piyasa aklının dışında çıkmaya çalışanlar için alternatifler sunuyor. Sıklıkla orta sınıf hayatlarından sıkılan beyaz yakalıların köy romantizmi olarak görülse de bu tür arayışlar piyasa ilişkilerinin derinlemesine nüfuz ettiği kesimlerde dahi bir alternatif arayışının devam ettiğini gösteriyor. Buğday Derneği tarafından yürütülen Tatuta, tarım, turizm, takas modeli gönüllü bireylerin ekolojik çiftliklerde çalışarak tarımsal üretim deneyimine ortak olmalarını sağlıyor. Topluluk destekli tarım da bunun bir başka versiyonu. Bu örneklerdeki temel kısıt, çevre dostu ya da iyi tarım pratikleri içermelerine rağmen genellikle küçük ölçekli olmaları, yaygın bir üretim ağının parçası olmamaları nedeniyle yüksek maliyete sahip olmaları. Bu kısıtı aşmanın yolu da bu tür alternatiflerin yaygınlaşmasından geçiyor. Tüketicilerin piyasa koşullarından daha az etkilenmeleri için yerel üreticilerle bağ kurmaları, yerel pazarlara ulaşmaları, sermayesi giderek yoğunlaşan ve piyasayı kontrol altına alan süpermarketlerden ve devletin sunduğu küçük çaplı çözümlerden daha kalıcı bir zihniyet dönüşümünün başlangıcı olabilir.

Gerçek anlamda bir toplumsal dönüşüm için tüketimdeki zihniyet dönüşümü kadar önemli bir başka unsur da üretimin örgütlenmesindeki dönüşüm. Bunun için de üreticilerin piyasa koşullarına karşı daha fazla direnç göstermelerini sağlayacak örgütsel modellerin altını çizmek gerekiyor. Tarihsel olarak en eski ve en yaygın tarımsal örgütlenme modellerinden biri kooperatiflerdir. Tarım kooperatifleri küçük üreticilerin ürünlerini bir araya getirerek piyasaya sürmesine imkan tanır, aynı zamanda üretim sürecindeki risklere ve sermaye ilişkilerine karşı üreticiyi korur. Gelişmiş kooperatifler tarımsal ürünün toplanması, işlenmesi, piyasaya sürülmesi ve hatta süreç içinde markalaşması sayesinde üreticinin ürettiği üründen daha fazla gelir elde etmesine imkan tanır. Bir sonraki aşamada yerel ekonomilerde yarattığı çarpan etkisiyle yeni iş kollarının gelişmesine ve istihdamın artmasına yol açar. Bunun en güzel örneklerinden biri Tire-Süt Kooperatifi markalaşma aşamasına gelmiş ve Ege Bölgesi’nde belli bir pazar payı elde etmiştir. Nazilli Ör-Koop yine markalaşma aşamasına gelmiş süt kooperatiflerinden biridir. Köy-Koop bugün 21 bölge birliği, 28 il birliği ve 2700 kooperatif ile Türkiye’nin tarım kooperatifleri ağını temsil etmektedir.

İster arz-talep gibi piyasa dinamikleriyle bakalım, ister üretici ve tüketici arasındaki karşılıklı ilişki üzerinden anlamaya çalışalım, daha iyi bir yaşam standardının anahtarı piyasanın kendi çıkarını önceleyen rekabetinde ya da siyasi çıkarlara yönelik devlet müdahalesinde değil, toplumsal ilişkilerin en temel, en alt düzeylerinde ortaya çıkacak örgütlülükte. Bunun için yukarıdan dayatılacak tüm çözümlere karşılık içinde aktif olarak yer alacağımız yerel örgütlenmelere odaklanmak gerekiyor.

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü