Anayasa hukuku denilen disiplin meğer devlet mühendisliği hatta
devlet filozofluğuymuş. Meğer şimdi kendimize sorduğumuz “biz bu
çukura nasıl düştük, bu cendereden nasıl çıkarız?” sorularının
yanıtları üzerine belki son yarım yüzyıldır zaten yazılmadık hiçbir
şey kalmamış. Yani anayasacılık, ne bileyim (küçümsemeden örnek
vermek gerekirse) “ticaret kanununda ne yazıyor onu öğrenelim” der
gibi “anayasamızda ne yazıyor” gibi, yahut 12 Eylül dayatmasıyla
üniversitelere kadar okutulan “İnkılâp Tarihi” garabeti gibi bir
hafızlık alıştırması değilmiş. Bu basit, temel, önümde duran ama
görmediğim bilgiyi özelde Murat Sevinç hocayı tanımam, genelde son
dönemde KHK'lerin değerli hocaları dışarı püskürtmesinin tuhaf
biçimde “olumlu” etkisiyle anladım.
Şimdi korona sonrası dünya düzeninin alacağı biçimden, alma
potansiyeli olan biçimlerden söz ederken, gözlerimizi kendi göbek
deliğimize çevirdiğimizde devletin arızasını gidermek için anayasa
ustalarını düşünüyorum. Daha uzun yaşayan, daha az ölen, bebek ölüm
oranlarının düştüğü, son bir milyarlık nüfusu ben doğduktan sonra
eklenmiş bir yerküre. Küresel örgütlenmede bir iktidar kavgası,
tedarik zincirinin kökten dönüşmesi, “stratejik” görülecek
alanlarda pahalı ulusal üretimin, düşük maliyetli uluslararası
tedarik zincirinin yerini alacağı bir dünya. Buna karşılık, küresel
bir düzen kurulmasının da kendini dayatması zorunluluğu ortada.
Küresel düzenden kendiliğinden bir uluslararası dayanışma,
halkların kardeşliği çıkacağını varsayanlar var. Benim durduğum
taraftan ise küreselleşme denilince tektipleşme geliyor ilk akla.
Makinalaşmak istemiyorum, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla
döşenir filan falan.
Yaşadığımız dönemi (tarih) ve durduğumuz yeri (coğrafya) biricik
sanmak gibi bir eğilimimiz de var. Arjantin şunun şurasında bizde
modernleşmenin ilk adımını atan yönetici diyebileceğimiz Sultan II.
Mahmut’un başa geçtiği, bir başka bakımdan da Osmanlı’nın “sonunun”
zaten başladığı yıllarda kurulmuş. Yüz yıl sonra Arjantin’in kişi
başına düşen ulusal geliri dünyada onuncu sırada. 1929 Büyük
Bunalımı’nın hemen ardından Arjantin’de ilk hükümet darbesi olmuş
ve yetmiş yıllık anayasal yönetim kesintiye uğramış. Yine de
1960’ların ortasında dahi Arjantin ekonomik olarak yukarılarda.
1976 askeri darbesinin ardından ise tepetaklak gitmiş. Benzer
biçimde dünyanın bizim durduğumuz yere göre öbür ucundaki Meiji
(1868-1912) ile II. Abdülhamit (1876-1909) dönemleri de “orada olan
neden burada ol(a)madı” yakşaımıyla karşılaştırılabilir.
Primo di Rivera’nın İspanya’da 1923’te darbe yapıp, ülkesine
“nizam” getirme girişimi yedi yıl sürmüş, halbuki muhtemelen tam
aksine iç savaşı hazırlamış. Bizde cumhuriyetin kuruluşuna denk
geliyor. İki dünya savaşında da tarafsız kalan İspanya 1939’dan
1975’e, bugün kabrinden kalkıp Madrid caddelerinde gezmeye kalksa
herhalde ceketinin kuyruğuna teneke bağlanacak bir hokkabaza çare
bulamamış, Franko eceliyle yatağında ölmüş. Fransa’nın Bloch’un
Tuhaf Yenilgi kitabında anlattığı II. Dünya Savaşı’nda
Almanlara teslim olması, belki sosyalist ağırlıklı Halkçı Cephe’den
kendi içinden ihanetvari bir kurtuluş. Hindiçin’den başlayıp,
Cezayir’in bağımsızlığına dek yirmi yıl daha savaşmış Fransa.
Almanın hıncını mı çıkarmış acaba? De Gaulle gibi kurtarıcı
generale dahi suikast ve darbe girişimlerine varıncaya dek binbir
badire atlatmış. Boullin gibi kendi bakanını ortadan kaldırmış.
1920’lerde belki kendimizi İspanya, İtalya, Fransa
deneyimleriyle karşılaştırmak mümkünken, 1960’larda artık Mısır,
Suriye ve Irak’ın Nasır ve Baas deneyimleri sanki daha öğretici
olmuş. Yahut II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden itibaren tüm olan
biteni Soğuk Savaş arkaplanı önünde değerlendirmek daha anlamlı
belki. Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasıyla tarihin sonu
gelmişti, şimdi hızlandığı söyleniyor. Bizim buralardaysa saatler
bozulmuş gibi. Bir yandan saatler durmuş, bir yandan yarınlar hiç
olmayacakmış, bu devran dönmeyecekmiş, bu çark kırılmayacakmış gibi
doyasıya bir başıbozukluk egemen. 2002’den bugüne kimler geldi
geçti: Acaba bundan yirmibeş yıl sonra Soylu, Akar, Çavuşoğlu,
Kalın vb. isimleri anımsayan kalacak mı? Baksanıza değil Rivera,
Franco, neredeyse De Gaulle silindi gitti, meraklısı, tarihçisi
dışında hatırlayan mı kaldı? Macron, Cezayir Savaşı’ndan sonra
doğan ilk cumhurbaşkanı sahi, zaman çok şeylerin ilacı
tevekkeli.
Bugün Belgrad’dan otomobile binsek, Şam’a dek kabaca 2400
kilometre yolu, diyelim iki sürücüyle bilemediniz yirmi dört
saatten biraz fazla zamanda durmadan almamız mümkün. Her iki uçta
da, Balkan ellerinde de, Arap şehirlerinde de “bizden” bir şeyler
bulmak, bakmayı bilenler için fazlasıyla olası. Bu alanda görmediği
cephe kalmayıp, nihayet Bağdat’ta şehit düşen Galatasaray’ın kurucu
kadrosundan Kürt Celâl, Ali Sami Yen’e bir mektubunda şöyle yazmış: “Bu
Irak, bu kavm-i necip diye meth-i senada bulunduklarını görsen,
dünyada bunlar kadar menfur kimseler tasavvur edemezsin”. Aman
Davutoğlu’ndan saklayın bu mektubu. Madem öyle boş verelim
Belgrad’dan Şam’a gitmeyi, bir öğle vakti Süleymaniye’yi gezip,
caminin karşısında meşrebinize ve kesenize göre ya kurufasulye ya
döner yiyip, Haliç’e yürüyerek inip, metro köprüsünden karşıya
geçip, tersanenin yanından Tepebaşı’na çıkıp Pera Palas’ta çay
içelim. Devam edip Taksim’e Maçka Parkı’nın üzerinden teleferiğe
binelim, oradan Beşiktaş’a inip, tekrar geri dönelim vapurla
Kadıköy’e. Kaç asır, kaç medeniyet geçtik bir günde?
Erdoğan, Akar, Soylu, Kalın, Altun vesaire ve bugün dahi
kimsenin adını bilmediği kabine üyelerinden birinden dipnot
kabilinden olsun tarihte bir iz kalacak mı? Bir vaşak 75 metreden
bir fareyi, bir kartal 3 bin 200 metre uzaktan bir tavşanı ayırt
edip, av olarak ona odaklanabiliyormuş. Bizler de kanatlarımızı
açıp asırların ve sınırların üzerinden uçtuğumuzda nelere
odaklanıyoruz? Yok vaşak, yok kartal. Yahu ben ne anlatıyorum?
Burnumuzun ucunu göremiyoruz. Hazal Ocak’a, Berat Albayrak’tan
Kanal İstanbul haberi için dava. Fahrettin Altun’un üç kuruşa
kiraladığı boğazda evine komşu arazi haberine terör suçlaması.
Belediyelere ekmek dağıtma yasağı ve aşevlerine kapatma cezası.
Belediye başkanlarına bağış toplamaktan soruşturma. RTÜK’ten ılımlı
muhalifliklerine bile tahammül edilemeyen kanallara cezalar ve
gözdağı. Af yasasının hali. Her gün suratımıza tükürülüyor bizler
de “ya Rabbi buna da şükür” diyoruz, ben de size Pazar yazısı diye
zevzeklik ediyorum.