Tarihsel bellek ve kültürel çelişkinin izinde: Ngũgĩ wa Thiong'o

Ngũgĩ wa Thiong'o postkolonyal dönemde Afrika'nın yozlaşmış elitlerinin, halkın mücadelesiyle mağlup edilebileceğine olan umudunu asla kaybetmiyor. İlk kitabından son kitabına kadar hissediyoruz.

Abone ol

''Asla dinlenmeyeceğiz,

Toprağımız olmadan,

Gerçek özgürlüğe ulaşmadan

Kenya siyah halkın ülkesidir''

Bir Buğday Tanesi

1938 doğumlu Kenyalı ünlü yazar Ngũgĩ wa Thiong'o, eserleriyle Afrika edebiyatının öncüleri ve genç kuşak postkolonyal dönem yazarları arasında önemli bir bağlantı işlevi görür. Esaret altında tutulan ve bağımsızlığını kazanan bir toplumun tarihsel belleğinin kayıtlarını tutan kitaplarında ele aldığı temel konular; sömürgecilikten postkolonyaliteye geçiş, kendi kültürü ile sömürge düzeninin hayatları üzerinde oluşturduğu baskı arasında kalan topluluklar ve bağımsızlık sonrası kimlik/yönelim krizleri olmuştur.

BİR DİL BİR BAVUL: SÜRGÜNÜN EDEBİ BİÇİMLENİŞİ

İçine doğduğu coğrafyanın doğal bir neticesi olarak bütün hayatı direniş, ana dili mücadelesi, siyasi sürgün ve daha birçok olumsuzlar ile geçen yazar politik gerekçelerle 1978'de tutuklandıktan sonra, İngilizce yazmayı bırakmış ve ana dili Gikuyu ile eserler vermeye başlamış, sonrasında kitaplarını İngilizce'ye yine kendisi çevirmiştir.

Bütün demeçlerinde sürgün hayatını kendisinin seçmediğini, sürgünün ona dayatıldığını ısrarla belirtmesi, kendi ülkesine ve kültürüne olan bağlılığını bir kez daha gün yüzüne çıkarıyor. Guardian'a verdiği bir röportajında “Bütün kitaplarımın konusu Kenya'da geçiyor, ancak bir tanesini oradayken yazabildim.” demiştir. O bir tanesini de ironik bir şekilde Kenya'da bir hapishanede tuvalet kağıdının üzerine yazmıştır.

1982 yılında, ülkesine döndüğünde havaalanında katledileceğine dair bir istihbarat aldığında Londra'dan Kenya'ya dönüş için otelden çıkmak üzeredir; elinde bir bavulu vardır. Haberi aldıktan sonra mecburen elinde açılmamış bavuluyla Londra'da kalır. Sürgünde olduğunu uzun yıllar kabullenemez. Sürgün sözcüğü yerine  kendi deyimi ile 'gemi kazası/shipwreck' tabirini tercih eder, bir an önce kurtulup eve ulaşacağını ümit eden bir 'kazazede' olarak görür kendini.

Ancak çok sevdiği ülkesine dönüşü o kadar çabuk olamayacaktır. 7 yıl sonra o bavul hala aynı şekilde durmaktadır. Bavulu ancak yıllar sonra New York'ta üniversitede profesörlük teklifini kabul ettiği zaman açar.

Aradaki Nehir, 1965, Çev.: Bora Korkmaz, Ayrıntı Yayınları, 2016. 

UHURU (ÖZGÜRLÜK) ÜTOPYASI

Yazarın eserlerini Kenya'nın tarihsel ve siyasi altyapısı ekseninde okumak doğru olacaktır. Ngũgĩ'nın erken dönem eserlerinde sömürgenin ilk yıllarından Mau Mau isyanına kadar olan süreçte yaşanan kültürel çatışmaların birey ve topluma yansımalarını görürüz. 1920'den 1963'e kadar resmi olarak İngiltere sömürgesinde kalan Kenya'da yerel halkın yaşam şartlarının iyice kötüleşmesi, toplama alanlarında yaşamaya mecbur bırakılması, siyasi ve ekonomik faaliyetlerinin kısıtlanması ile birlikte 1952 yılında Mau Mau isyanı başlamış, yazar da o dönemki bütün ülke insanları gibi bu durumdan etkilenmiş, üvey abisini çatışmalarda kaybetmiş, annesi tutuklanarak işkence görmüştür.

İngiltere'de daha okuldayken yazmaya başladığı ve dilimize henüz çevrilmemiş olan 'Weep Not Child', Doğu Afrikalı bir yazar tarafından yayımlanan ilk İngilizce roman olma özelliğini taşımaktadır.

'Aradaki Nehir', Mau Mau İsyanı'ndan önce sömürgenin ilk yıllarında geçer. Hikayede kendi idealleri, Hıristiyan misyonerler ve Afrika gelenekleri arasında bocalayan karakterler, mutsuz bir aşk ilişkisi ekseninde ele alınır. Tıpkı iki 'düşman' köyü bölen nehir gibi, her karakter kendi içinde kendi nehirlerini, inançlarını, hayallerini ve çelişkilerini barındırır.

Ngũgĩ'nin kendi hayatında bir dönem dindar bir Hıristiyan olup aynı zamanda Gikuyu gelenekleri gereği erkekliğe geçiş törenleri gibi dinsel ritüellere de katılıp bu inanışın gereklerini yerine getirmesi, iki inanışın arasında kalışı ve daha sonra Hıristiyanlığı reddedişi ile 1976'da sömürgeciliğin bir işareti olarak gördüğü James Ngũgĩ'dan kendi adını Gikuyu mirasının şerefine Ngũgĩ wa Thiong'o olarak değiştirmesinin altyapısını bu kitapta açıkça görebiliriz.


Bir Buğday Tanesi, 1967, Çev: Gül Korkmaz, Ayrıntı Yayınları, 2014.

'Bir Buğday Tanesi'nde, yazarın kültürel gelenekçilikten yavaş yavaş kopuşunu ve Fanonist Marksizme doğru meyletmesini izliyoruz. Ngũgĩ, kitabın adında İncil'e feda etmenin ve yeniden doğumun bir parçası; "bir buğday tanesi ölmedikçe'' deyişine atıfta bulunuyor. Bu kitap, siyasi izlence ve tarihsel anlamda diğer eserlerine nazaran stratejik olarak daha fazla öne çıkıyor. Kenya'daki bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesine dair siyasi eksende, sömürgeciliğe karşı bir başkaldırı ve isyan anlatısı olan kitap, Kenya halklarının gözünden sömürgeciliğin bütün yıkıcılığını okuyucunun gözleri önüne seriyor.

Kitabın üslubu da tıpkı hikayenin kendisi gibi bulutludur. Tanımlanamayan bir 'ben' anlatır öyküyü, yer yer bütün bir köy  ve/veya halkın tek bir benliği gibidir, bir taraftan da yazar köydeki her bir karaktere tek tek yer verip onların da gizlerini ve hikayelerini açığa çıkararak, hepsini tek tek onurlandırır. Hem tekil, hem çoğul anlatımlı, psikolojik romanın sınırlarının genişleyerek kamulaştığı bir kitaptır Bir Buğday Tanesi.

Yazarın 1967'de bu kitapla beraber tartışmaya açtığı politik ve kültürel meseleler günümüz neoliberal ekonomi üzerine kurulu dünyada hala yanıtsız kalıyor. Bunlardan iki tanesini tekrar soralım; Uhuru nedir? Kenya gerçekten özgür ve bağımsız bir ülke midir?

Kan Çiçekleri, 1977, Çev: Seda Ağar, Ayrıntı Yayınları, 2019.

NE İÇİN SAVAŞIYORDUK?

1977'de yazdığı Kan Çiçekleri yazarın en karanlık ve ağır atmosfere sahip kitabıdır. Farklı zamanlarda öldürülen üç ünlü iş insanının cinayetine neden olan koşullar ve birbirleriyle bağlantısı ekseninde Kenya'nın ahlaki ve siyasi 'çöküş' dönemlerine tanıklık ediyoruz. Ngũgĩ, bu kitapta kendi çocukları tarafından yok edilen bir toplum tasviri ile karşımıza çıkıyor. Kitabın kurgulanışında ve üslubunda sözlü gelenek daha az yer tutarken, İncil ve Hıristiyanlık referansları, William Shakespeare alıntıları, İngiliz kültürüne göndermeleri mevcut. Yazarın burada Afrika geleneklerinden uzaklaşıp, para ve mevki için kültüründen vazgeçen kendi ülkesinin insanlarına biçimsel olarak bir nazire yaptığını söylemek çok da yanlış olmaz. 

Ngũgĩ, bu kitapla beraber adeta karşımıza dikilir ve şöyle der: Mau Mau ne işe yaradı? Ne için savaşıyorduk? Kendinize gelin ve Kenya'yı ne hale getirdiğinize bakın!

2006'da yazdığı Kargalar Büyücüsü'nde, Afrika'nın sömürge sonrası tarihinin çok uzun bir dönemine tanıklık eden destansı bir kitapla karşı karşıya kalıyoruz. Yer yer biçimsel olarak Marquez ve Bulgakov esintileri barındıran kitap, taşıdığı kültürel miras ve anlatım diliyle özgün bir noktada yer alıyor.

“Yazılı kelimeler de şarkı söyler” diyen Thiong'o, gerçekten de kelimelere şarkı söylettiği bu büyük eserinde düzyazıyı aşarak yerelden doğan bir dil kuruyor; sözlü diyaloglara, atasözleri, bilmeceler ve çok sesli anlatımlara başvuruyor ve kitabın alametifarikası buradan geliyor. Yazarın sözlü geleneklerden beslendiği bu kitapta hayatı boyunca savunduğu ve uğruna özgürlüğünden yoksun bırakıldığı anadilinin ve kültürünün lezzetini aktarırken toplumsal olanı sanatla bir araya getirip hikayeyi gerçekçi bir atmosferde yeniden var ediyor. Kargalar Büyücüsü'nün bu yönüyle çoksesli / polifonik bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Yazar kendisini bilinçli olarak metnin dışında tutup bir gözlemci, eşlikçi olarak kurgulayıp dış seslerin anlatıyı yönetmesine izin veriyor.

Gikuyu dilinde yazdığı bu romanı kendisi İngilizceye çeviren Ngugi, İngilizceyi de kendi oriijinal metninin estetik özelliklerine ve yerel anlatımlarına uyacak şekilde yapılandırarak postkolonyal gerçekliği karakterize eden kültürlerarası melez etkileşimi kendisi kurguluyor.

Yazarın Aradaki Nehir'den Kargalar Büyücüsü'ne kadar olan kitaplarını kronolojik sırayla okuduğunuzda hem Kenya siyasi tarihinin hem de Ngũgĩ'nin kendi edebi yolculuğunun ve dönüşümünün katmanlarını görebilirsiniz.

Bütün kitaplarında çok sevdiği ülkesi Kenya'nın sömürge öncesi, esnası ve sonrasında olup bitenleri, dünyanın gözleri önünde gerçekleşen sömürü, soygun ve yağma düzenini ifşa ederken yazar aslında malumun ilanını yazıyor, dünyanın başını öte yana çevirdiği, sömürge sonrası kaderine terkettiği bir ülkenin enkazını kaldırırken, yine henüz dilimize çevrilmemiş 'Decolonising The Mind' kitabında aşağıdaki retorik soruları soruyor:

"Bir yazar, neo-köleler köle olduklarını cümle aleme kendileri ilan ederken, bu gerçeği okuyucularıyla paylaşarak onları nasıl şok edebilir ki? Bu insanlık karşıtı suçların failleri suçlarını gizleme gereği bile duymazken, hatta özellikle bazı durumlarda çocuk katliamlarını, yolsuzlukları, hırsızlıkları ve bütün bir ulusu sömürmelerini alenen ve gururla kutluyorken; onların soykırımcılıklarına, yağmacılıklarına, soygunculuklarına ve hırsızlıklarına dikkat çekerek okuyucularınızı nasıl dehşete düşürebilirsiniz? Kendi demeçleri ve söylemleri tüm kurgusal abartıları geride bırakırken, biz onları nasıl hicvedebiliriz ki?"

Kargalar Büyücüsü, 2006, Çev: Seda Ağar, Ayrıntı Yayınları, 2021.

UMUT, HER ŞEYE RAĞMEN

 Thiong'o, hayatı mücadele ile geçmiş bir yazar. Yazdıkları; doğduğu ve büyüdüğü ülkenin, anadilinin, kültürünün, beslendiği coğrafyanın kalbinden geliyor, mücadelesi de her şeyden daha gerçek. Kitapları da bu yüzden okuyucuyu derinden etkiliyor.

Bütün bu mücadelenin içerisinde öfkeli olmak için birçok neden varken her şeye rağmen umudu yüceltiyor. Thiong'o postkolonyal dönemde Afrika'nın yozlaşmış elitlerinin, halkın örgütlü mücadelesiyle mağlup edilebileceğine olan umudunu asla kaybetmiyor. Bunu ilk kitabından son kitabına kadar bütün yazdıklarında iliklerimize kadar hissediyoruz.

Son yıllarda adı Nobel Edebiyat Ödülü için sıkça geçen Ngũgĩ wa Thiong'o'nun önümüzdeki yıllarda bu kıymetli ödüle değer görülmesi bizce şaşırtıcı olmayacaktır.