Olmayacak dediğimiz şey oldu, Açık Radyo kapatıldı. RTÜK, dün yaptığı tebliğle “yayın lisansının iptali” kararını açıkladı. 30 yıldır yayın yapan Açık Radyo, bundan sonra karasal yayın yapamayacak.
İlerleyen günlerde ne olur, neler yaşanır, hep birlikte göreceğiz. Bildiğim, Açık Radyo’nun susmayacağı, susturulamayacağı. Alternatif yayın yolları var ama elbette bir frekanstan yayın yapmanın, radyo alıcılarına ulaşmanın yeri ayrı. RTÜK, her şeyden önce haber alma, haber verme ve ifade özgürlüğümüzü engelliyor. Bu konuda icraatı sağlam: Devletin (ve hatta dümdüz söyleyeyim, AKP’nin) istediğini yapıyor, onlardan olmayanı, biat etmeyeni susturuyor. Gerekçeleri sıradan, bahaneleri sudan. Yazık ki önünde durulamıyor.
Direnmek, sesimizi yükseltmek, yan yana gelmek ve hatta örgütlenmek şart ama bunları da yapamıyoruz. Sosyal medya platformlarında kurduğumuz cümleler ve yarattığımız hashtag’lerle ilerliyoruz. Şüphesiz bunlar da işe yarıyordur ama yetmiyor. Çok çok öncesinde yapmamız gereken şeyleri öteledikçe sorun büyüyor, önü alınamaz bir boyuta erişiyor. Pandemi dönemi çok tartıştığımız, konuştuğumuz, zaman zaman uzlaştığımız dayanışma hâli hâlâ uzağımızda. Oysa Açık Radyo’yu yaşatacak olan, dayanışma. Bir ucundan tutup ilerlemek şart ama niyeyse yapmıyoruz ya da yapamıyoruz.
’60’lı yıllarda Türkiye Müzisyenler Sendikası etkindi. Başkanlığını Muammer Yeşil’in yaptığı sendika, o dönem pek çok kazanım sağlamıştı. Türkiye’yi (başta Yugoslavya’da yapılan Balkan Melodileri Festivali olmak üzere) beynelmilel arenada temsil etmek ve yerli müzisyenlere istihdam alanı sağlamak, bunların başında geliyor. Yabancı orkestralar çalıştıran kulüpler, sendikanın girişimiyle buralı müzisyenlere kapılarını açmış, onları işe almak durumunda kalmıştı. Üstelik bu kararın arkasında duruyorlar, kulüpleri denetliyorlardı. O kadar ki, Barış Manço, orkestrasında yabancı müzisyenler çalıştırdığı için kısa süreli bir gözaltı yaşamıştı. 1951’de kurulan sendika, müzik alanında Türkiye’deki ilk ciddi örgütlenme sayılabilir.
Aynı dönemde Türk Müziği Sanatçıları Sendikası (Müzik-iş) kurulmuş, aynı adlı gazeteyle faaliyetini üyelerine ve ilgilisine ulaştırmıştı. Türk Musiki Folklor ve Sahne Sanatkarları Sendikası, Müzisyen ve Sahne Sanatkarları Sendikası, o dönemden kalan örgütlenme girişimleri…
’70’li yıllara geldiğimizde Tüm Müzik ve Sahne İşçileri Sendikası’yla (TÜMİS) karşılaşıyoruz. Sendikaya üye olmayan müzisyenler, Şanar Yurdatapan’ın girişimi olan Hafif Müzik Derneği’nde örgütlenmiş, TRT’ye karşı giriştikleri denetim savaşını başarıyla sonlandırmışlardı. Sonrasında da denetim oldu ama ’70’li yılların başında yaptıkları boykot, kazanımlarla sonuçlandığı için bu cümleyi kurmak yanlış değil. Dernek bu on yılın sonuna doğru DEMAR’a (Demokratik Sanatçılar Topluluğu) dönüşmüş, faaliyetini bu çatı altında sürdürmüştü. Sadece İstanbul’da değil başka illerde de sendikaların kurulduğu, insanların örgütlenmekten, yan yana olmaktan korkmadığı dönemler bunlar. Üstelik her darbe sonrası bütün sendikalar, dernekler kapatılmışken…
12 Eylül 1980’de yapılan darbe bu anlamda bir ilk. O dönem kapatılan sendikalar sonrasında açılamadı, örgütlenme zorlaştırıldı. Yan yana üç kişinin sokakta yürüyemediği bir dönemde buna rağmen kimi girişimler var ama bunlar kalıcı olamadı. Bugün de aynı şey geçerli: Pek çok sendika ve örgüt var ama hepsi küçük topluluklara hitap ediyor, hep birlikte yan yana gelmek artık bir hayal.
1974 yılında Almanya’da kurulan Avrupa Türkiyeli Toplumcular Federasyonu (ATTF) bünyesinde yapılan bir plakta, sözlerini Bertolt Brecht’in yazdığı bir marşla karşılaşıyoruz: “Dayanışma Şarkısı”. “Haydi unutmayalım / Nereden biz gücü alırız” dizeleriyle başlıyor ve şöyle devam ediyor: “İşçileri tüm dünyanın / Bir amaçla birleşsin / Dünyadaki nimetleri / Hep beraber paylaşsın /…/ İşçileri tüm dünyanın / Birlikten kuvvet doğar Senin kızıl birliklerin / Her türlü zulmü boğar // Haydi unutmayalım / Soruyu somut soralım / Hem açken hem de tokken / Bu dünya kimin dünyası? / Kimindir gelecek?” Bu marş, ’70’li yıllarda Genco Erkal ve Zeliha Berksoy tarafından sahnelenen “Brecht Kabare” içinde yer almış, kaydı aynı adlı plakla dinleyiciye ulaşmıştı. Yıllar sonra, “Ben Bertolt Brecht” adıyla Kalan Müzik tarafından yeniden basılan bu albüm sayesinde bu marş kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa aktarıldı. Hoş, örgütlenmeyi öğrenemedik ama en azından (her şeyde olduğu gibi) bunda da umudumuz baki.
Açık Radyo kapatıldı. Şu an yayın sürüyor, en azından bu satırların yazıldığı saatlerde sürüyordu ama sık sık şu anons duyuluyordu: “Yayınımız RTÜK tarafından kesilene kadar olağan akışında devam edecektir.”
“Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo” elbette kapatılamaz, susturulamaz, susturulamayacak. Yine de bir yanımız buruk. Yan yana olmadığımız sürece, bu burukluk daha da büyüyecek, umut azalacak. Geçmişe dönüp bakmak, tarihten dersler almak, şu an bize en gerekli şeylerden biri. Bir dönem yapıldı, şimdi neden yapılmasın?
Radyoların susturulmadığı, insanların boş yere hapse atılmadığı bir geleceğin hayalini kurmamız, bunun için savaşmamız boşuna değil. Son karar gösteriyor ki bunda haklıyız.
Açık Radyo susmasın. Öğreneceğimiz, aktaracağımız çok şey var.