Tarık Akan'ın cenazesinde Che bakışları

O kalabalıktan kopmuş, sanki bütün olan bitenin dışındaymış gibi, kararlı ve inançlı gözlerle Tarık Akan’ın cenazesine bakıyordu. Yoldaşına, yol arkadaşına...

Abone ol

Maryland Institute College of Art’a göre aşağıdaki Che Guevara fotoğrafı dünya üzerindeki en ünlü fotoğraftır. Hiç kuşkusuz ki Alberto Korda’nın çektiği bu fotoğraf 20.yüzyılın sembolü olmuştur. Defalarca eylemlerde, mitinglerde, grevlerde, duvarlarda ve günlük hayatta tüketilen birçok araç ve gereçte kullanılmıştır. Çin’den Şili’ye, Kanada’dan Japonya’ya kadar yeni bir dünyanın düşlerini kuran sayısız devrimci ve yurtsever için bu fotoğraf; kararlılığın, inancın, öfkenin sembolü olarak kullanılıp mücadeleyi imgeleyen bir gösterge haline dönüşmüştür. Ancak fotoğrafın hikayesi hazindir. Küba devriminden yaklaşık bir sene sonra -4 Mart 1960 tarihinde- Havana Limanı’na yanaşan La Coubre silah gemisinde patlama yaşanır. Patlama sırasında Che Guevara, başkanı olduğu Küba Merkez Bankası’na giderken yolunu değiştirir ve patlamanın olduğu yere gelir. Doktor Che, yaralanan tayfalara ve liman işçilerine müdahalede bulunmaya başlar. Patlamada en 150 kişi yaşamını kaybeder, 200 civarında insan yaralanır. Tam olarak kimsenin sorumlu tutulamadığı La Coubre patlamasında, olayın sorumluları aydınlatılamamış ve başta ABD olmak üzerine Küba Devrimi’ne düşman olan emperyalist ülkeler olayın failleri olarak en güçlü adaylar olarak zihinlerde yer tutmuştur.

Fotoğraf: Alberto Korda

La Coubre patlamasından bir gün sonra -5 Mart 1960 tarihinde- Havana’da düzenlenen cenaze töreninde Alberto Korda’nın deklanşöre bastığı an tüm zamanın durduğu, Che’nin dünya devrim tarihinin sembolü haline geleceği o kare filme basılmış olur. Che’nin kararlı yüzünde, devrime olan inancın, devrim düşmanlarına duyulan öfkenin yansıması görülür. O fotoğraf, o tarihten sonra meydanları dolduran devrimciler için ‘mücadele’ kavramının somut karşılığını oluşturur.

Türkiye Sineması’nda ideolojik sorumlulukları olan, derli toplu bir hikaye anlatmaya çalışan, kitlelere ulaşmada başarı sağlayan birkaç işçi filmi bulunmaktadır. Bu filmlerden iki tanesinin yönetmenliğini Yavuz Özkan yapmıştır. Yavuz Özkan, 1978 yılında çok zor şartlarda yapımını gerçekleştirdiği ‘Maden’ filmi ile referansını Komünist Manifesto’dan alan bir söylemle filminin final sahnesini kurgulamıştır.

Yönetmenliğini Yavuz Özkan'ın üstlendiği Maden, ilk kez 1978'de sinemaseverlerle buluştu.

'CÜNEYT HANGİSİNİ İSTERSE ONU BEĞENSİN'

O tarihlerde Arzu Film sansürü ile boğuşan Tarık Akan bir yıldır işsizdir. ‘’Ben açık söyleyeyim, bir yıl boyunca işsiz kaldım. Bir yılın sonunda şunu yaptım; 'Maden' filminin senaryosunu Yavuz Özkan’la çalıştım… Yavuz Özkan’a dedim ki 'Cüneyt Arkın'la ortak oynayalım. İki rol var, Cüneyt hangisini isterse onu beğensin. Afişe istediğini yazsın. Benim adımı istediği kadar küçük yazsın, kendi adını kocaman yazsın… Türkiye’de ilk defa iki star bir araya geldi. Ve paramız da yok ama Cüneyt’le ortak yaptık. Adana bölgesine gittim… 'Anlaşma bu, Cüneyt Arkın ve Tarık Akan filmi çekiliyor. Satın alıyor musun?' dedim. Yerlere yatıyor. İki star ne demek, ‘Tamam’ dedi ‘alacağım’…’’

Tarık Akan bu film ile hem kendi üzerindeki yakışıklı, zengin adamı oynayan star hegemonyasını hem de Anadolu sinemalarında süregelen Yeşilçam filmi hegemonyasını yıkar. "Ve Maden filmi de çıktığı zaman inanılmaz büyük bir iş yaptı. Yani yeri göğü oynattı." Bu film, Türkiye işçi sınıfına selam çakması ile dikkatleri üzerine çekmişti. Sendikalarda gösterimleri yapılmış, gösterimlerden sonra politik sürece dair tartışmalarla filmin etkisi konuşulmuştur.

Özkan, Maden filminden bir yıl sonra Demiryol'u çekti.

1979 yılında ise yine Yavuz Özkan yönetmenliğinde ‘Demiryol’ filmi çekilmiş, Tarık Akan filmde politik bir militana hayat vermiştir. Bu filmde, kuşkusuz kaynağını Türkiye gerçekliğinden alan, işçi grevleri ve siyasal mücadele yollarına değinen, işçi sınıfına selam çakan bir sinema içeriği ve estetiği ile kameraya alınmıştır. Şüphesiz ki, bu iki filmin de ortak özelliği filmlerin içeriğiyle de tutarlı bir örnek oluşturan ‘dayanışma’ ritüeli idi. ‘Destek’ tepedendir, yukarıdan gelir, dikeydir; ama ‘dayanışma’ yataydır, aynı doğrultuda ilerler. Ortak dünyaya inanan, aynı sınıfa ve o sınıfın mücadelesine inanan insanlar dayanışırlar.

Dün, Tarık Akan’ın cenazesi için Teşvikiye Camii’ne gittiğimde, yoğun kalabalığı görünce biraz uzakta kalmayı tercih ettim. Kenara, köşeye geçip bir sigara yaktım, kitleyi izlemeye koyuldum. Sinema okuluna başladığım yıl olan 2007’de, filmini izlediğim ve hayranı olduğum bir yönetmeni gördüm. Yavuz Özkan’ı… O kalabalıktan kopmuş, sanki bütün olan bitenin dışındaymış gibi, kararlı ve inançlı gözlerle Tarık Akan’ın cenazesine bakıyordu. Yoldaşına, yol arkadaşına... Yanına yaklaşıp, onu rahatsız etmeden olanca çabuklukla fotoğrafladım. Bakışları, odamın duvarında, meydanlarda afişlerini gördüğüm, o afişleri taşımaktan onur duyduğum Che Guevara’yı andırıyordu. Kararlı, inançlı… Tıpkı ‘mücadele’nin somut hali gibiydi.