Tarık Ziya Ekinci: 'Ömür boyu başkanlık' geliyor

TİP’in ve Türkiye sosyalist hareketinin içinden gelen ve Kürt siyasetinin yaşayan en eski çınarlarından olan Tarık Ziya Ekinci’yle ülkenin bu zor zamanında, fiziksel ve siyasal şiddeti ekseninde bugünlere nasıl geldiğimizi; yeni anayasa ve başkanlık sistemi süreci ekseninde “nereye gittiğimizi” konuştuk. Ekinci başkanlığın 'ömür boyu' olacağını söylüyor, HDP'ye de 'acil kongre toplanması' çağrısı yapıyor. Sözü fazla uzatmadan Ekinci’ye bırakalım…

Abone ol

DUVAR - Türkiye hafta sonundan beri İstanbul’daki patlamayı konuşuyor. Daha önce de benzer şeyler yaşadık ama bu kez daha yaygın bir tepki var. Siz geçtiğimiz şubat ayında Ankara Kızılay'da meydana gelen bir patlamanın ardından “Kim yapmış olursa olsun, bu bir toplu cinayet” demiştiniz. Bu patlamanın ardından hükümet temsilcilerinin “intikam” temalı açıklamalarını ve yasal Kürt siyasetinin temsilcilerine yönelik bir gözaltı ve tutuklama furyasını görüyoruz. Şimdi içinde bulunduğumuz durum hakkında neler söylemek istersiniz?

Bir defa bunun da toplu bir cinayet ve katliam olduğunu söylüyorum ve kınıyorum. Son derece akıldışı, mantık dışı ve insanlık dışı bir eylemdir. Bu tür eylemler toplumsal nefret yaratan demokratik düzeni tahrip eden sonuçlar doğurur. Hiçbir amaç için meşru olamaz. Tasvip etmiyorum ve şiddetle kınıyorum, reddediyorum.

Siyasi iktidarın bu saldırıya karşı aldığı tavır da akıldışıdır. Kabul edilemez bir tavırdır. İntikam çağrısında bulunuyorlar; bu çok çirkin bir şey… Hele devleti temsil eden, devlet adına konuşan kişilerin intikam çağrısında bulunması, bana göre, o devleti devlet olmaktan çıkartır, bir nevi aşiret haline getirir. Devlet ancak hukuk kuralları içinde çalışır; hukuk dışına çıkan bir devlet, devlet olmak vasfını yitirir. Onun için, teessüre kapılarak hükümet ya da devlet adına bu konuşmaları yapan kişilerin bu tarz ifadeleri kullanmamalarını şiddetle tavsiye ediyorum.

Ayrıca, saldırı sonrasında HDP’nin hedef alınması, saldırının arkasında HDP’nin olduğunun öne sürülmesi de akıldışıdır. Hiçbir HDP’linin hiçbir HDP yöneticisinin böyle bir saldırının arkasında olmasına ihtimal vermiyorum. Örneğin ben İstanbul il başkanını yakından tanıyorum. Gayet aklı başında, iyi bir insan, iyi bir avukat, tanınmış bir avukat… Şimdi bu arkadaşı cumartesi günü işlenmiş olan saldırıyla bağlantılı olarak gözaltına almak akıl işi olamaz ve kabul edilemez. Tamamen intikam duyguları ile yapılmış, kınanması gereken bir davranıştır.

'BU SÜREÇ 7 HAZİRAN’DAN DA ÖNCE BAŞLADI'

Yakın zamana kadar “çözüm süreci” gibi kavramlarla ifade edilen bir süreç vardı, PKK eylemsizlik halindeydi, operasyonlar yapılmıyordu. Ama tablo hızla değişti. Siz yakın zamandaki bir söyleşinizde “KCK Erdoğan'ın tuzağına düştü” diyorsunuz… Tam olarak ne oldu ve ne zaman oldu? Milat olarak 7 Haziran seçimleri alınıyor genel olarak; bu çatışmalı süreç 7 Haziran’la birlikte mi başladı yoksa daha önceden buna ilişkin hazırlıklar var mıydı?

7 Haziran'dan önce başladı. Bu, doğrudan doğruya Recep Tayyip Erdoğan'ın tek adam olma, başkan olma planının bozulma sürecine girdiği aşamada alınmış olan bir karardır. HDP o tarihe kadar seçimlere bağımsız adaylarla giriyordu. Bu, Kürt oylarının önemli bir bölümünün AKP’ye gitmesi demekti. Oysa HDP 7 Haziran seçimleri öncesinde Türkiye partisi olma yolunda çok önemli ve olumlu bir proje geliştirdi. Benim de 40 yıldan beri peşinden koştuğum Türkiyelileşme projesi çok önemli bir projedir. Benim de bu amaca dönük pek çok girişimim oldu fakat başarılı olamadım. Halkların Demokratik Kongresi ismiyle başlayan sivil inisiyatifin, BDP ile birlikte Gençay Gürsoy, Ertuğrul Kürkçü vb. arkadaşların girişimiyle Türkiye partisine dönüştürülmesi takdire değer bir girişimdir. Büyük bir başarıdır, takdirle karşıladım.

O zamanki BDP’nin de katılmasıyla HDP’nin kurulması ve Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adaylığı yeni bir hava yarattı. Demirtaş’ın cumhurbaşkalığı programı kamuoyunda da çok olumlu bir yankı uyandırdı ve HDP, Türkiye'nin en önemli muhalefet alternatifi haline geldi. Bir tarafta Türkiye'nin sermaye düzenini temsil eden, gerici siyasi partiler; onun karşısında da gerçek ve daha ileri bir demokrasiyi temsil eden, halkın arzusuna uygun bir politika izleyen ayrı bir siyasal hareket HDP oluştu. Programı ve önerileriyle Türkiye'de rejimin tek alternatifi haline geldi. Eğer o program aksamadan devam ettirilebilseydi, HDP sadece düşünsel olarak değil, fiili bakımdan da Türkiye'nin gerçek ana muhalefet partisi olmaya adaydı.

Bunu Tayyip Erdoğan gördü ve HDP’nin parti olarak seçime katılacak olmasından ürktü. Eğer HDP yüzde 10 barajını aşarsa –ki o ihtimal de ortaya çıkmıştı- bu, Kürt oylarının hemen tümünü HDP’nin alması anlamına gelecekti. Bu koşullarda Erdoğan'ın başkanlık için arzu ettiği meclisteki üçte iki çoğunluğu elde etmesi ihtimali ortadan kalkıyordu. HDP bu esnada bir de atak yaptı, bu atak “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla ifade edildi. Bu atak, o zaman bazı ulusalcı çevrelerin yürüttüğü, “HDP seçimden sonra AKP’ye teslim olacak, Erdoğan'la işbirliği yaparak anayasayı değiştirecek ve başkanlık rejiminin kurulmasına yardım edecek” propagandasını boşa çıkarmak amacıyla yapıldı ve başarılı oldu. Demokratların, Erdoğan'ın başkan olması seçeneğindeki tehlikeyi sezen tüm kesimlerin de HDP’ye yönelmesini sağladı.

HDP’ye yönelim Erdoğan'ın planlarını fena halde sarsmıştı. Bunun karşısında Sayın Erdoğan HDP’yi dışlayarak güvenlikçi bir politika izlemeye karar verdi. O güne kadar yapılmış olan bütün barış çalışmalarını feshetti; örneğin Dolmabahçe deklarasyonunu tanımadığını açıkladı, İmralı’da kurulan masayı dağıttı. Tarafsız Cumhurbaşkanı olmasına karşın HDP’ye açıkça meydan okumaya başladı. “Dolmabahçe’deki toplantıyı da tanımıyorum” dedi. Oysa Dolmabahçe toplantısının hükümetin bir kararı olduğu ve Erdoğan'ın bunu tasvip ettiği, bizzat dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından ifade edilmişti.

.

'HDP DE SAĞLIKLI BİR POLİTİKA İZLEYEMEDİ…'

Bugünkü atmosfer aslında “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışından itibaren başlayan bir sürecin ürünü diyorsunuz… Sıcak çatışma da bu sloganının gücünün sandıkta teyit edilmesinin ardından geldi. Peki bu önlenebilir miydi?

Evet. O slogandan sonra HDP, artık Erdoğan’ın hasmı bir parti konumuna girdi. Ve amansız şekilde saldırılara maruz kaldı. O güne kadar HDP’liler İmralı ve Kandil’e gidip geliyor hükümetle iyi münasebetler sürdürüyorlardı. Bir çözüm süreci yürüyordu. Fakat “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışından sonra Erdoğan adeta bir yıkım politikası sürdürmeye başladı. HDP’lilerin vatan haini olduğu, şeytana taptıkları, Zerdüşt dinine mensup kişiler oldukları gibi, akla hayale gelmez suçlamalarda bulundu. Ama bütün bunlara rağmen HDP barajı aşmayı başardı. O noktadan sonra, aynı politikanın sürdürülebilmesi ve tasfiye edilmesi için savaşa ihtiyaç vardı: Bir savaş başlayacak, HDP’yi şu ya da bu şekilde PKK'ye yandaş gösterecek ve onu kamuoyunda kriminalize edecekti. Ve istediğini de yaptı.

Ama savaş tabii ki tek taraflı olmaz, savaşmak için ikinci bir taraf gerekir. Bana göre PKK tam bu noktada büyük bir hata yaptı; “artık silahın işlevi bitti” noktasına gelmiş olması gerekirdi… HDP büyük bir başarı elde etmiş, politikası kamuoyunda kabul görmüş ve her gün de gelişme gösteriyor… Ona bu imkanı sağlamak gerekiyordu, ama PKK, her ne hikmetse, çağrıyı kabul etti ve savaşa dâhil oldu.

Bu süreçte HDP’ye yönelik de “yeterince etkin rol almadığı”, “inisiyatifi PKK’ye bıraktığı” yönünde eleştiriler oldu…

Bu süreçte benim kanımca HDP de sağlıklı bir politika izleyemedi. Çünkü PKK'nin tabanıyla HDP’ye oy veren geniş halk yığınları arasında bir bağlantı var; açıktan karşı çıkması mümkün değildi, dolaylı bir şekilde PKK'yi eleştirmek istedi. Bu da yeterli olmadı. Ayrı, bağımsız bir parti gibi PKK üzerinde etkili olamadı. Örneğin İrlanda'da Sinn Fein örgütü sivil bir kuruluş olarak, silahlı örgüt (IRA) üzerinde etkindi, onu yönlendirebiliyordu. Ama buradaki pozisyon öyle değil. Hatta tersine, 7 Haziran’dan sonra bazı PKK yöneticileri, seçimlerdeki başarıyı HDP’nin değil kendi başarıları gibi gösterdiler ki bu bence haksız bir değerlendirmeydi. Seçim sonuçları HDP’nin doğru ve tutarlı politikalarının başarısıydı. Bu yeterince takdir edilmedi. Bunun yerine Erdoğan'ın kurduğu tuzağa düşüldü. Sonuç olarak hem Kürt siyaseti ve Kürt halkı, hem de Türkiye toplumu kaybetti.

'HDP VARKEN BAŞKA ARAYIŞLARA GEREK YOK'

Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunu elbette ama ülkenin kalanı için de ciddi demokrasi sorunları var. Siz de HDP’nin Türkiye demokrasi mücadelesine öncülük etmesi gerektiğini söylediniz hep. Şimdi geldiğimiz bu durumda hâlâ böyle bir imkan var mı? Mevcut koşulları tersine çevirme ve toplam bir demokrasi mücadelesinin öncülüğünü üstlenme şansı var mı HDP’nin?

Bence bu şans var ve bu şansın yeniden elde edilebilmesi için Türkiye'deki demokratların Erdoğan'ın tuzağına düşmemesi, onun HDP’yi dışlama politikasına alet olmaması gerekiyor. Bakıyorum, bizim aklı başında aydınlarımız bile HDP’yi yok sayarak yeni arayışlara giriyor. HDP dışında yeni bir demokrasi mücadelesi örgütlemeye çalışıyorlar, toplantılar düzenliyorlar...

Demokrasi için birlik girişimini mi kastediyorsunuz?

Evet. Oysa ortada bir parti var. Güçlü bir parti, seçimlere girmiş, olumlu sonuçlar almış. Üstelik devlet yardımı almaya hak kazanmış bir siyasal parti var. Kimsenin itiraz etmediği tutarlı bir programı var… O program çerçevesinde bütünleşmek ve bu partiyi içine düşürüldüğü durumdan elbirliğiyle çıkarmak lazım. Bugün ben 'demokratım', 'aydınım' diyen, Türkiye'nin düzlüğe çıkmasını isteyen herkesin HDP’nin yanında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında bir çıkış yoktur. Görüyorum, bazı arkadaşlar “artık yazı da yazmayacağım” diyor. Yazı da yazmadın, ne oldu, “evimde oturacağım, Erdoğan'ın politikasıyla baş etmek mümkün değildir” diye düşünüyorlar. Oysa ortada demokratik gelişmeyi temsil eden bir siyasal parti ve onu siyasal yaşamdan silmeye çalışan bir güç var. O gücün Türkiye’ye tek başına hâkim olmasını istemiyorsanız ülkenin bir felakete sürüklenmesini istemiyorsanız, HDP’nin yanında yer almanız ona destek olmanız, ona yol göstermeniz gerekir. Ben bu kanaatteyim ve bunu tavsiye ediyorum demokrat dostlarıma, arkadaşlarıma.

'HDP SÜRATLE BİR KONGRE TOPLAMALI'

HDP ne yapmalı? Evet, Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk gibi çok önemli isimler, neredeyse tüm belediye başkanları tutuklu. Yerel yönetimlere kayyım atandı. Olağanüstü koşullar var ama HDP’nin de bu yeni koşullara uygun bir başka pozisyon alma şansı var mı?

Erdoğan olağanüstü hale götüren süreç için “Allah’ın bir lütfudur” demişti. Şimdi HDP'yi yok etmek için olağanüstü halin bütün imkânlarını kullanıyor. HDP’nin süratle bir kongre toplaması ve yeni koşullara uygun programını açıklaması ve onu benimseyen, bu programı yaşama geçirecek yeni bir kadroyla, yeni isimlerle kamuoyunun önüne çıkması en doğru yoldur bence. Evet, arkadaşlar tutukludur ve bununla ilgili her türlü girişim ve mücadele sürdürülmelidir. Ama temel sorunların da beklemeye tahammülü yoktur. Geçen her gün HDP’nin aleyhine oluyor.

Bir yandan da gündemde yeni anayasa ve başkanlık tartışması var. AKP ve MHP anlaşmış görünüyor. Sizce süreç nasıl gelişir, ufukta bir başkanlık rejimi görünüyor mu sizce?

Koşullar öyle görünüyor. Meclis’te 330 oyu bulacaklardır. Sonra iş halkoyuna kalıyor. O noktada da Erdoğan'ın sağladığı bir prestij var. “Türkiye bir kaos riski altında” kampanyası sürdürülerek halktan oy alınacak gibi görünüyor.

CHP'nin tutumunu nasıl görüyorsunuz bu süreçte?

CHP iki arada bir derede kalmış, ne yaptığı anlaşılmaz durumda olan bir parti görünümünde. Yenikapı toplantısında açıktan destek verdi hükümete. Ama daha sonra Erdoğan güvenemedi CHP’ye. Üstelik onunla yan yana görünmeyi CHP’ye verilmiş bir tür taviz olarak algıladı ve onunla Yenikapı ilişkisini sürdürmek istemedi. CHP’yi karşısına almayı daha uygun gördü ve MHP'nin Türk-İslam sentezi politikasına ağırlık vermek suretiyle onun tabanına oynadı. Aslında Erdoğan’ın kafasında HDP’nin baraj altında kalacağını ve böylelikle Meclis aritmetiğinin değişeceğini umduğu bir erken seçim vardı. Ama buna gerek kalmadan, MHP gümüş tepsi içinde ona istediği başkanlık şansını sundu…

'YENİ TASARIDA MECLİS FİİLEN ORTADAN KALKIYOR'

Anayasa değişikliği ve hedeflenen yeni rejime ilişkin program ortaya çıktı. Siz “cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak adlandırılan bu yeni sistem önerisini nasıl görüyorsunuz?

Anayasa tasarısı çok açık. Bir tek adamın iktidarı olacak, o tek adam hem yasamaya hem yürütmeye hem de yargıya hâkim olacak. Meclis fiilen ortadan kalkıyor. Yeni sistemde meclisin hiçbir işlevi yok. Normalde meclisin kanun yapma yetkisi vardır. Şimdi kanun yapma yetkisi, çoğunluk partisi ve başkana devrediliyor. Ayrıca Başkanın kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi var. Bu da meclisin kanun yapma yetkisini dolaylı olarak başkanın uhdesine veriliyor.

Başkanlık kararnamelerinin iptal edilebilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne dava açılabilecek; ama bu davanın açılabilmesi için de meclisin iki güçlü partisinin yetkisi olacak ve 120’nin üstünde vekilin imzası gerekecek. Başka türlü Anayasa Mahkemesi’ne gitmenin yolu da kapalıdır.

Bütçeyi de Başkan yapacak, meclise gönderecek ve mecliste onaylatacak. Bütçe onaylanmaz ve kazayla meclisten ret kararı çıkarsa… Eskiden hükümet düşüyordu bu durumda. Şimdi o da kalkıyor. Bunun için de önlem alınmış, “Başkan, bir önceki bütçenin artımı oranında artırma yaparak eski bütçeyi aynen kullanabilir” deniyor.

Milletvekilinin yalnız yazılı soru sorma -o da sözlü değil- hakkı var. İlgili Bakan ne zaman isterse cevap verir. Gensoru müessesesi de kalkmıştır ortadan. Yani Meclis’in kanun yapma, bütçe yapma, denetleme yetkileri elinden alınıyor. Meclis sembolik bir kurum haline getirilmiş oluyor. Sadece milletvekillerine itibar sağlayacak kurum haline dönüştürülmüş oluyor. Başkana da ömür boyu başkanlık yolu açıyor.

Nasıl?

Normalde başkanlık iki dönemle sınırlanmış. Ama ‘başkan istediği zaman erken seçim kararı alabilir’ yetkisiyle donatılmıştır. Yine taslağa göre parlamento seçimleri yenilenirken başkanlık seçimleri de yenilenebilir. Bu noktada ek olarak ‘erken seçim durumunda Başkan ikinci dönem başkanlık yapıyor olsa da yeniden aday olabilir’ hükmüne yer verilmiştir. Bu madde ömür boyu başkanlığın önünü açıyor.

Buna karşın tasarı meclisin kendisini feshetmesi ve seçim kararı almasını ise 3/5 oranına bağlamış. Çoğunluk grubu (Başkan) istemediği takdirde bunu işletmek imkânsızdır. Demek istediğim, gayet ustaca hazırlanmış bir taslak. İki dönem başkanlık için değil, ömür boyu başkanlık için hazırlanmış bir anayasa.

'ANAYASA HUKUKÇULARINI GÖREVE ÇAĞIRIYORUM'

Peki böyle yönetilebilir mi Türkiye? Bir yandan da hatırı sayılır bir çoğunluk var bu sisteme karşı çıkan… Kürtler, Aleviler, solcular, laikler?

Bütün bu demokratik güçlerin birlik halinde etkin bir mücadeleyi örgütleyip tek adam rejimine karşı mücadele etmesidir bu olumsuz gidişi durdurmanın yolu. Alevilerin kendi başına, Kürtlerin kendi başına, demokratların kendi başına mücadelesi ile sonuç alınamaz. Demokrasi güçlerinin bir bütün olarak ortak bir program etrafında birleşmeleri gerekir. Bu program bence, 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında HDP adına Cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’ın kamuoyuna açıkladığı programdır. Bu hem çoğulcu demokratik bir program, hem de ekonomik olarak dengeli bir gelişmeyi gözeten gelir dağılımındaki adaletsizlikleri gidermeyi öngören son derece tutarlı bir programdır. Varsa eksiklerini tamamlayarak, bu programın yaşama geçmesi için mücadele edilmelidir.

Ben ayrıca anayasa hukukçularını da göreve çağırıyorum. Bir vakitler üniversite öğretim üyeleri toplumsal sorunlar karşısında topluma yol gösterici öncülük görevi yapıyorlardı. Hani neredeler? Bu kadar anayasa hocası var, aklı başında, tutarlı. İçlerinde yakından tanıdıklarım da var... Bir araya gelip, “Bu anayasa ile 21. Yüzyıl'da Türkiye yönetilemez. Böyle bir anayasa teklifiyle Meclis’e çıkmak çok yanlıştır kabul edilemez” demeye cesaret gösteremiyorlar! “Ülkemizi kuvvetler birliği ve tek adam rejimine götürecek olan bu anayasa değişikliği tasarısı, kabul edilebilecek bir metin değildir. Herkesin böyle bir tasarının kanunlaşmaması için çaba göstermesini, bilim insanı olarak tavsiye ediyoruz” diyecek anayasa profesörlerine ihtiyaç var. İsimlerini saymak istemiyorum ama aralarında sevdiğim, saydığım çok değerli bilim insanları var. Bunların sesi soluğu kesildi. Bilim insanısınız, ne diyorsunuz, bu anayasaya oy verelim mi vermeyelim mi? Bu milletin vergileriyle okudunuz, uzman oldunuz. Uzmanlık alanınızla ilgili konularda millete yol gösterme sorumluluğunuz var. Kim yapacak bu işin öncülüğünü? Bu tasarı bizi nereye götürecek bize açıkça anlatmaları lazım. Anayasa hocalarımızdan bu görevi beklemek hepimizin, tüm Türkiye'nin hakkıdır.

'91 yaşında olmasam beni de alırlardı'

Bir yazınızda yaşadığımız sürece ‘Türk tipi faşizm’ diyorsunuz. Muhalefet karşısında çok sert önlemler, tutuklamalar, kapatılan dernekler, medya kuruluşları… Şehit cenazelerinde CHP’lilere saldırılar oluyor. Hiçbir aykırı sese tahammül yok. Ama toplumun bir kesiminden de destek görüyor bu süreç. Farklı toplumsal kesimler arasında büyük bir gerilim yaratıyor bu...

AKP ve sayın Erdoğan bu yöntemi her zaman bir taktik olarak kullanıyor: Toplumu bölmek, ayrıştırmak… Kendi safında olanlar ile demokrasi, insan hakları, çağdaşlık diyen çevreleri birbirinden izole etmek... Tabii elindeki devlet imkânlarını da çok iyi kullanıyor. Bütün basını kontrol altına aldı, görüyorsunuz. Neredeyse bir tek bağımsız televizyon kanalı yok. İşte en etkili olan, sözde bağımsız geçinen kanallara bakın. HDP’yi konuşuyorlar ama bir tek HDP’liyi çağırmıyor ya da çağıramıyorlar. Bu gayriahlâkî bir davranıştır. En büyük yayın kuruluşu olan Doğan grubu teslim oldu işte. Erdoğan'ın çevresinden isimleri alarak onun isteği doğrultuda yazı yazılmasına, programlar yapılmasına olanak hazırladı. AKP’nin ve sayın Erdoğan’ın kamuoyu desteği bu sayede sağlanmış. Medyada başka bir ses duyulmuyor ki insanlar dinleyip düşünebilsin.

Bu baskı ortamında siz kendinizi güvende hissediyor musunuz?

Ben 91 yaşına geldim bana ne yapabilirler? Beni götürecekleri yerde ölüp boyunlarına kalırım. İstemezler o duruma düşmeyi.

‘Bu yaşta olmasam gelirlerdi’ mi diyorsunuz?

(Gülüyor) Evet.