TARIMIN NEOLİBERAL DÖNÜŞÜMÜ
2000’li yıllarda tarımın neoliberal dönüşümü neredeyse tamamlandı. 1980 sonrasında, tarıma verilen sübvansiyonların ve diğer desteklerin aşamalı olarak kaldırılması ile başlayan bu süreç, 2000’lere gelindiğinde Dünya Bankası gözetiminde gerçekleştirilen yapısal uyum programları ile yapılan liberalleştirmeler ile devam etti. Bir yandan tarım sektöründe bulunan (TEKEL gibi) kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, diğer yandan da kooperatifçiliğin tasfiyesi ile tarım sektörünün piyasalaştırılması tamamlanmış oldu. 2000’ler boyunca tarımın hem istihdam içindeki hem de milli gelir içindeki payı azalma eğiliminde.
Halen tarım sektöründe bulunanlar için ise “doğrudan gelir desteği” başlığı altında transferler yapılıyor. Bu transferler, 2000’lerde uygulanan neoliberal popülizm modelinin bir bileşeni olarak da işlev görüyor. Yani bu destekler, tarımdaki tasfiyeye karşı verilen bir “sus payı” gibi. Desteklerin içeriği de değişmiş durumda. Ticarete konu olan ürünlere verilen destekler artıyor. Ancak tarımsal üreticiler, tohum ya da üretimde kullanılan kimyasallar konusunda uluslararası gıda tekellerin insafına bırakılmış durumda.
ENFLASYONU İTHALATLA DÜŞÜRMEK!
Ekonomi yönetimi son yıllarda, enflasyon artışını önlemek için tarımsal ürünlerin yurt içinde üretilmesi yerine ithal edilmesi teşvik ediliyor. Aslında bu uygulama, 2000’ler boyunca takip edilen ekonomi politikasının bir devamı. 15 yıldır uygulanan model özetle şöyle işledi: Enflasyonun düşürülmesi kurun baskılanmasıyla, kurun baskılanması ise faizin görece yüksek tutulmasıyla gerçekleştirilebildi. Modelin işleyişi sermaye girişlerinin sürekliliği ile mümkün oldu.
Doğal olarak bu uygulamanın ithalatı teşvik edici, ihracatı ise caydırıcı sonuçları oldu. Nitekim son 15 yılda yüksek cari açığın kronikleşmesi, uygulanan bu ekonomi politikasının bir sonucu. Sanayide olduğu gibi tarım sektöründe de yerli üretim yapısı erozyona uğradı. Bu politikanın tarıma özel sonuçlarının daha da yıkıcı olduğu, son yıllarda gıda fiyatlarının dünya genelinde düşmesine rağmen Türkiye’de artmayı sürdürmesinden de görülebiliyor. Altını çizelim: AKP hükümetlerinin uyguladığı bu politika ekonominin dış sermaye akımlarına bağımlılığını daha da artıracak ve yerli üretimi aşındıracak nitelikte idi.
BİRİKİM MODELİNİN TIKANMASI
Ancak bu politika yakın dönemde tıkandı. Bu tıkanıklıkta bir yandan küresel konjonktürdeki değişim, diğer yandan içeride izlenen politikanın doğal sonuçlarının ortaya çıkmaya başlaması etkili oldu. Tıkanıklık, kuru baskılamak için gereken faiz oranının giderek yükselmesi neticesinde gerçekleşti. 2014 ve 2016’da gördüğümüz iki faiz artış dalgası durumu daha da kötüleştirdi. Zira kurun baskılanmasına dayanan bu mekanizmanın sürdürülmesi giderek daha maliyetli hale gelmeye başladı. Kuru baskılamanın bedeli olarak daha yüksek faiz verilmesi durumunda, ekonomik büyümenin yavaşlaması riski belirdi.
Geldiğimiz noktada ekonomi yönetimi ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle faiz artışına sıcak bakmıyor. Hele 2019 seçimleri öncesi büyümenin yavaşlaması gibi bir soruna tahammülü yok. Faiz artışı seçeneğinin kullanılması bu şekilde sınırlandığında, ekonomi yönetiminin geliştirdiği yöntem, fiyat artışlarında etkili olan gıda fiyatlarını kontrol altına almaya çalışmak oldu. Ancak 15 yıldır uygulanan politikalar sonucunda tarımın neoliberal dönüşümü tamamlandığı için kısmi müdahalelerle gıda fiyatlarının düşürülmesi artık mümkün değil.
YERLİ TARIMIN TASFİYESİ
Gıda enflasyonunu ithalatla kontrol etme fikri, küresel krizin etkilerinin hissedildiği 2010 yılında uygulamaya geçti. Geçtiğimiz 7 yıl boyunca ne fiyatlar düştü ne de ithalata olan ihtiyaç azaldı. Aksine yerli üretim tasfiye olurken ithalata olan bağımlılık daha da arttı. Ancak, iktidarda kalmak için büyümenin zorunlu olduğuna inanan ekonomi yönetimi, faiz artışı yolunu kısıtladığında, yıkıcı etkileri olduğu bilinmesine rağmen enflasyonu düşürmek için geriye ithalat yoluyla fiyatları düşürme çabasından başka bir yol kalmadı.
Zira yakın dönemde kırmızı etten büyükbaş hayvana, nohuttan buğdaya, samandan yeme ve baklagillere kadar pek çok üründe ithalat vergisi sıfırlandı. Bu yolla fiyatların düşürülmesi ve insanların 2019’daki kritik seçimler öncesinde ekonomiyi bir sorun alanı olarak görmemesi sağlanmaya çalışıldı. Ancak bu politikanın sonucu enflasyon kontrol edilemediği gibi, tarımda yerli üretimin tasfiyesi süreci de hızlandı.
ENKAZ BÜYÜYOR
Meselenin ironik yanı, yerli tarımı çökertme pahasına uygulanan ithalat yoluyla enflasyonu düşürme politikasının sonuç vermesi, kurun artmamasına bağlı. Kur artmayı sürdürdüğüne göre, ortaya çıkan sonuç hem yerli tarımsal üretimin tasfiyesi hem de fiyat artışının sürmesi olacak. İnsan sormadan edemiyor: Bu denli ağır sonuçları olduğunu bile bile ekonomi yönetimi neden bu yola gidiyor? Sorunun yanıtı basit:
Şu anda Türkiye’deki her şey gibi, ekonomi de 2019’a kilitlenmiş durumda. Ekonomi yönetimi o zamana kadar bir çöküş yaşanmaması için, (i) fiilen çökmüş alanlara yapılan pansumanlara (KGF desteği), (ii) esas olumsuz etkisi zamanla görülecek geçiştirmelere (ithalat yoluyla gıda enflasyonu kontrol etmek) bel bağlamış durumda. Bu politikanın 2019 seçimlerinde işe yarayıp yaramadığını göreceğiz, ancak her durumda 15 yılın sonunda yaratılan enkaz daha da büyümüş olacak.