Dolandırıcılık suçlamasıyla tutuklanan Steve Bannon, 5 milyon
dolar kefaletle serbest bırakıldı.
Amerikan yasaları ve güç savaşları içinde koşullu serbest kalsa
da 21. yüzyıla özgü “pop faşizm”in bu ilginç, özgün temsilcisini
yakından tanımak, yakından izlemek gerekiyor. Trumpizm olarak da
anılan alternatif sağ (alt-right) düşüncesinin, hareketinin önde
gelen aktörlerinden Bannon.
Alt-right dijital çağ sağ siyaseti olduğu o hareketin
dayattığı “alternatif – gerçekler” anlamına da geliyor.
Post-truth (hakikat sonrası); yerli, milli
kültürel-siyasal sosla kurgulanıp, mevcuda uymasa da müesses
nizama, sözde egemenlere karşı geçerli kılınan gerçekler diye
okunabilir. Taş fırın erkeği hakimiyeti ve gerçeği olarak da… Evet;
ırkçılığının, yabancı, elit-entelektüel düşmanlığının, yerine göre
İslamofobik, yerine göre anti- semit araçsal dindarlığının yanı
sıra hareketin temel özelliklerinden biri de kadın düşmanlığı ya da
korkusudur.
İster alternatif sağ, ister alternatif gerçekler deyin alt-right
ve post-truth hareketini 2016’da Trump eşliğinde Amerika’da hakim
kılan isimlerin başında geliyor Steve Bannon. Seçim kampanyası ve
zaferin ardındaki isim olarak biliniyor. Trump bu hizmet
karşılığında onu Başkanlık Baş Stratejisti ve Baş
Danışmanı olarak Beyaz Saray’a taşıdı.
Amerikan devlet sisteminde olmayan, şahsa özel statü ve muhabbet
uzun sürmedi. Akılları, amaçları bir olsa da “stratejik” nedenlerle
Ağustos 2017’de görevden ayrıldı. Saray’dan atılmak her ne kadar
mevzi kaybı olsa da hareket, Amerika ötesine çoktan geçmişti.
Bannon da yeni siyasetçi ve propagandistler yetiştirerek alternatif
sağı Avrupa’da birleştirip etkinleştirme çalışmalarına yöneldi.
Göçmen ve Müslüman karşıtlığı temellerinde yükselen oluşum,
Soros ve Açık Toplum Vakfı’na alternatif olarak Hareket
adını alıyordu. Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, Almanya başta
olmak üzere kıtada birçok ülkede karşılık bulan, Avrupa Birliği’ne
karşı “alternatif sağ hareket”, kendisine merkez olarak AB’yle aynı
kenti; Brüksel’i seçiyordu.
2018’de inşa edilen Hareket’in fikir babası ve örgütleyicisi
Bannon, 2014’de Vatikan’da düzenlediği toplantıda Batı ve
Amerika’nın yüz yüze olduğu krizi aynı zamanda Kilisenin, Hristiyan
inancının, kapitalizmin krizi olarak niteliyor, “cihatçı İslami
faşizme karşı” beka savaşı çağrısı yapıyordu. “İnsanları
metalaştıran serbest piyasa kapitalizmine karşı orta sınıfa yayılan
aydınlıkçı kapitalizm” öneriyordu.
Bu sözlerden ilk aydınlanan toplantının moderatörü Benjamin
Harnwell, Bannon’ın desteği ve danışmanlığı altında
anti-İslam/alternatif sağ dinsel siyasal akademi kurmak için hemen
kolları sıvayacaktı. Projeye canı gönülden destek veren adamımız
bir yandan da ABD-Meksika sınırına duvar örmek için destek
kampanyasını yürütmekteydi. Binlerce kişinin katıldığı kampanyada
25 milyon dolar toplanmıştı. Bannon ve üç arkadaşı, bağışların bir
kısmını zimmetlerine geçirdikleri için soruşturulup tutuklandı.
Harvard Business Schol’un onur belgeli mezunlarından eski asker,
eski yatırım danışmanı ve finansçı Bannon’ı siyasal stratejist,
örgütçü, ajitatöre dönüştüren ise 1990’ların sonunda adım attığı
medya dünya dünyası. Trump’ın seçim kampanyası öncesinde bir dizi
belgesele yapımcı, yönetmen olarak imza attı. Radyo programları,
internet gazeteciliği, yayıncılık yaptı. O her şeyden önce bir
propaganda sanatçısı ve savaşçısı.
Hollandalı sanatçı Jonas Stall, onun çalışmalarından hareketle
bir sergi gerçekleştirdi. 20 Nisan-23 Eylül 2018’de Rotterdam Het
Nieuwe Instituut – Rotterdam’da düzenlenen sergi, Steve Bannon:
A Propaganda Retrospecive adını taşıyordu.
Kısaca kahramanımız birçok yönden ilgiyi hak ediyor. Örneğin,
zamanımızın dahi iş adamı Mars kolonicisi Elon Musk daha bebeyken
o, uzay araştırmaları ve kolonizasyonu projesi Biosphere
2’nin yöneticisir! Oradan Beyaz Saray’a, oradan Avrupa
Akademisi’ne, Meksika duvarında mahkemeye taşınan serüven dolu bir
yolculuk…
MEDYA OLMADAN OLMAZ
Amerikan donanmasında yedi yıl görev yapan Bannon ordudan
ayrıldıktan sonra finans dünyasına adım atar. 1990’da birkaç
arkadaşıyla ortak (ama kendi adını taşıyan) yatırım danışmanlığı
şirketi kurar. Şirket medyaya yönelik kat bankacılığı yapmaktadır.
1993-1995 yıllarında müşterilerinden Texaslı milyarder Ed
Bass’in Colombia Üniversitesi’yle işbirliğiyle başlattığı 200
milyon dolar bütçeli uzay araştırmaları projesi Biosphere
2'nin müdür yardımcılığını üstlenir.
Castle Rock Enterntainment’ın Ted Turner'a satışına
aracılık eden Bannon ve şirketi, karşılığında Seinfeld
dahil beş televizyon programında hak sahibi olur. Şirketini 1998’de
sattıktan sonra kendisi doğrudan medya yatırımlarına girer.
11 Eylül 2001, onun için yeni milat olacaktır. Nazi propaganda
sanatçısı Leni Riefenstahl’ı kendisine kılavuz olarak alır. 2004’te
Reagan belgeselini çeker. Kötülüklerle, şeytanla savaşan
kahraman, yurtsever radikal portesi çizer. In the Face of Evil:
Reagan’s War in Word and Deed adını taşıyan filmde Reagan
Hristiyan dünyayı tek başına savunan yalnız kovboydur. Soğuk
Savaş’ı sonlandırmaya çalışan barış yanlısı herkes, “tavizci
ihanet” içindedir. Film, İkiz Kuleler’e saldırıyla yükselen toz,
duman içinden Usame Bin Ladin belirmesiyle sonlanır.
Film, Bannon’ın “İslamcı teröre karşı haçlı seferi” çağrısı
yapan Bush’un Leni Riefrnstahl’ı olma projesinin adımıdır. Ama
beklediği karşılığı göremeyince o da Çay Partisi’nin
örgütleyicileri arasına katılacaktır. 2011’de partinin öncüsü Sarah
Pahlin’i “yenilmez” olarak belgeselleştirir: The
Undefeated. Trump öncesinde Clinton’lara savaş açar.
Alternatif sağ ve Trump’la yolunun kesişmesi ise Breitbart
News’la gerçekleşecektir.
Aynı dili konuşurlar. Görev: üniversitelerde, sokaklarda
iktidarı ele geçirmeyi planlayan “kültürel Marksistleri, “Davos
Partisi”ni oluşturan zengin küresel elitleri, El-Kaide ve İslami
terörü ezmektir. Reagan’ın deyişiyle kötülükler imparatorluğuyla,
canavarla, şeytanla savaş…
Bu misyonerlik, haliyle kişiye “seçilmişlik” duygusu ve her şeye
hak sahibi olma duygusu veriyor. Onların seslendiği taş fırın
erkeği pozlarındaki şehir adamından Recep İvedik gibilere uzanan
güçsüzleri de güç sahibi yapıyor. Strateji sanatının sırrı
burada.