Tasarımcıların hayatına bir çığ gibi düşen yapay zeka motorları ile entegrasyon kuran; ilgili teknolojileri önceki sistemlerine entegre ederek çalışmalarına genişlik kazandıran tasarımcılar, bu teknolojilerle savaşmak yerine gerekli sistem dönüşümünü sağlayarak fark yaratabiliyor.
Sistemler üzerine geçtiğimiz hafta başladığım arama/anlama yazısında, bu kavramın sadece pratik yapıları değil aynı zamanda insan düşüncesinin yansımalarını da ifade ettiğini belirtmiştim. Kaotik yaşamında bir düzen tutturmak isteyen insan çeşitli sistemlere sığınıyor ve böylece varlığını güvende hissediyor. Aracı, satıcı meslek gruplarının tersine, yapıcı ve yaratıcı meslek grupları bu sistemlerin oluşturulmasında kilit roller üstleniyor.
Gelecek hafta sizlere arı kovanlarından kullanıcı deneyimine (UX), kolonializmden devlet ve enstitü gibi büyük sistemlere, bu kavramdan söz etmeye devam edeceğim. Bu nedenle sistemlerin insanın evrimleşmesi, gelişmesi ve toplumsal sürdürülebilirlik bağlamında irdelenmesi ve anlaşılması elzem.
Çağımızda sistem denildiğinde ilk akla gelen alan teknoloji. İlk makinelerden bilgisayarlara dek, tümü sistemler ile inşa edildiler. Makine sistemlerinde ilk inovasyonlardan biri Charles Babbage’ın 19. yüzyılda tanımladığı Analitik Motor’u (Analytical Engine) olarak kayıtlara geçmiş. Bugün yapay zeka motorları, ChatGPT ve benzeri onlarca motor sayesinde makine öğrenmesinden, yani öğrenmek ve kendi kendini geliştirmek üzere yaratılmış sistemlerden söz ediyoruz. Kuşkusuz bu insanlık için yeni bir faz; insanın beyin yapısında da çeşitli endüstrilerden sağlık sektörüne, eğlenceden yaratıcı alanlara dek hemen hemen tüm ezberler bozuluyor.
Uzun bir süredir insan- makine sistemlerinin birbiri ile entegrasyonunu deneyimliyoruz. Charlie Chaplin’in 1936 tarihli kült yapıtı Modern Zamanlar’dan bu yana bu birliktelik gittikçe makinenin ağırlık kazandığı biçimde evrildi. O dönemde ellerin yerine geçen makine, artık beynimizin yerine geçti. Akıllı cihazların ellerimizde, gözümüzde ve kulaklarımızda bir uzuv olması veya deri altına şu veya bu sebeple yerleştirilen çipler, bu organic ve inorganic iki sistemin birleşiminin örnekleri. Bunun yanında söz gelimi sağlık alanında protez endüstrisinde bu entergasyonun en çarpıcı örnekleri hem insanlarda hem de diğer türlerde sürekli olarak geliştirilen bir yapı. İnsanlık, harici makineler geliştirdiği gibi, insan bedeni ile uyum içerisinde çalışabilecek, tamamlayıcı tasarımlar da yaratıyor ve bunları biyolojik bedenlerin sistemleri ile sinerji yaratacak biçimde komutlayabiliyor.
Geçtiğimiz hafta mimarlığın da sistemsel bir süreç olduğundan söz etmiştim. Mimarlığın ve tasarımın etkileşimde olduğu politik sistemler tarihten bu yana bu meslekler üzerinde olumlu ve olumsuz etkiler yaratıyor. Burada da başka bir alanda sistemlerin birbiri ile ilişkisini gözlemlemek mümkün.
Kimi coğrafyalarda barınma ihtiyacı için devlet tarafından desteklenen toplu konut ve kamusal alan projeleri gibi pek çok başarılı sosyal mimarlık üretiminin yanında özellikle otoriter rejimlerde yapının bir propaganda aracı haline geldiğini görebiliyoruz. Büyük ve çok katmanlı bir sistem olan devlet buradaki gücünü, kendi sistemine dahil ettiği ve çıkar dengelerini sürekli ve stratejik olarak canlı tuttuğu ilişkiler ile mutlak biçimde elinde bulundurabiliyor.
Aynı zamanda politik sistemlerin yarattığı bürokrasi, başlı başına devletin çoğunlukla içinden çıkılmaz bir hal alan sistemini tanımlıyor. Bürokrasi, başka bir deyişle devlet sistemler ağı, çoğunlukla bireylerin, kurumların dinamik, değişken, verimli, üretici ve yenilikçi sistemler üretmesinin önünde büyük bir engel olarak duruyor.
Sistemler olmadığında, yaratıcılık daha da artabiliyor; çok daha yeni beklenmedik çözümler ortaya çıkabiliyor. Deneme-yanılma esasına dayalı bir yaratıcı süreç çoğunlukla özendirdiğimiz, takdir ettiğimiz bir pratiktir ancak burada ortaya çıkan sonuçların etkisini arttırmak için sistemden kaçınmak pek mümkün olamayabiliyor. Sistem dışı kalan hemen her konuya “alternatif” sıfatı eklemleniyor ve bu üretimler, bu fikirler amatörlük sınıfından pek öteye geçemiyor.
Yaratıcılığı dengelemek için tasarımcılar hibrit sistemler kurgulamak zorundalar. Emprovizasyon, beklenmedik entegrasyonlar, sistemlerle uyumlu ancak onların sınırlarını esnetebilen tasarımlar, bugün başarının anahtarını elinde tutuyor.
Örneğin Singapur’da yer alan Gardens by the Bay sürdürülebilir sistemlerin mimarlıkla, teknoloji ile birleştiği, tüm sistemlerin birbiri ile etkileşimde olduğu dünya mimarlık projelerinden biri. Yeşil alanlara, evsel tarıma alan açan dikey mimari örnekleri yine bu konuda başarılı örnekler verebiliyor. Tasarımcıların hayatına bir çığ gibi düşen yapay zeka motorları ile entegrasyon kuran; ilgili teknolojileri önceki sistemlerine entegre ederek çalışmalarına genişlik kazandıran tasarımcılar, bu teknolojilerle savaşmak yerine gerekli sistem dönüşümünü sağlayarak fark yaratabiliyor.
Teknolojik sistemlerin yaşamlarımızı bunca şekillendirdiği günümüzde, tasarımcılar geçmiş yıllara göre çok farklı bir alanda, kullanıcı deneyimi denilen UX alanında tercih edilir olmaya başladı.
Çevrimiçi alışveriş deneyiminden araç kullanımına dek pek çok alanda karşımıza çıkan yazılımların insan ile ilişkisini düzenleyerek tasarlayan UX branşı. sistem düşüncesiyle derin bir şekilde bağlantılı. UX tasarımında sistemler, kullanıcılar, arayüzler, içerik ve teknolojiler gibi birbirine bağlı pek çok unsur birarada hareket ediyor. Bu, tutarlı, verimli ve anlamlı deneyimler yaratmak için gerekli.
Başarılı bir kullanıcı deneyimi; arayüz tasarımı, navigasyon yapısı, erişilebilirlik ve kullanıcı geri bildirimi gibi birden fazla bileşenin bir arada çalışmasıyla oluşur. Bunu sıradan kullanıcılar olarak pek çok farklı e-ticaret arayüzünde deneyimleriz. Kimi zaman kullanması kolay kimi zaman da zor olarak nitelendirdiğimiz bu sistemler aslında bize ilgili tasarımın başarısını gösterir.
Iyi bir e- ticaret sitesinde navigasyon başarılıdır. Yani site içerisinde veya uygulamada gezinmeniz; aradığınızı kolayca bulmanız, bir önceki ekranlara ulaşımınız kolaydır. Kullanıcıların ürünleri hızla bulabilmesi için kategoriler, filtreler ve arama çubuğu gibi hiyerarşik bir sistem söz konusudur bu yapıda.
Algoritmalar, kullanıcı davranışlarına göre ürün önerileri sunarak kişiselleştirilmiş bir deneyim sağlar. Beğendiğiniz ürünün benzeri, bulamadığınız ürünün eş değeri karşınıza çıktığı gibi, hiç aklınızda olmayan bir ürünün size “beğeneceğiniz” analizi üzerine sunulması bu algoritmik sistemlerle sağlanır. Başarılı bir UX sistemi, mutlaka iyi bir geri bildirim döngüsü içerir. Başka bir deyişle kullanıcı yorumları ve puanlama sistemi, satın alma kararlarını etkiler ve ürünlerin görünürlüğünü artırır; tam tersi de mümkün olur. Beğenmediğiniz işletme, ürün, kurye gibi konularda yorum ve puanlama yapmanıza imkan verilir.
Bu etkileşim sisteme dahil olan tüm katmanlarda kullanıcıların birbiri üzerinde etkili olmasını sağlar. Sözgelimi çevrimiçi yemek satışı sistemine dahil olduğunuzda, geri bildirim esasları sebebi ile işletme sahibinden kuryeye sistem herkes üzerinde bir tür şeffaflık ve otokontrol sağlar; kuşkusuz bu paydaşların hiç bir kullanıcı deneyimi sonucunda olumsuz puanlanmak ve sistem içerisinde alt sıralara düşmek istememektedir.
Bu birbirine bağlı sistemlerin kombinasyonu, milyonlarca kullanıcı için akıcı ve sezgisel bir deneyim yaratır. UX tasarımı, kullanıcı problemlerini çözmek için izole unsurları değil, büyük resmi inceleyen bir sistem düşüncesi yaklaşımı benimser.
UX tasarımında modüler sistemler, platformlar arasında ölçeklenebilirlik ve tutarlılık sağlar. Yeniden kullanılabilir bileşenler, tutarlı bir kullanıcı deneyimi sunmak için önemlidir.
Google’ın Material Design sistemi, düğmeler, menüler ve tipografi gibi yeniden kullanılabilir bileşenler ve tasarım rehberler sunuyor. Bu sistem, Gmail, Google haritaları ve Google Drive gibi tüm Google uygulamalarında tutarlı bir görünüm ve kişisel bir his yaratıyor. Bu sistematik yaklaşım, tasarımda gereksiz tekrarı azaltır ve kullanıcıların arayüzleri benimseyerek içselleştirmesini, böylece daha kolay anlamasını sağlar.
UX tasarımcıları, sadece görünüm ve kullanım ile ilgilenmezler; kullanıcılar ve teknoloji arasındaki etkileşimleri geliştirerek karmaşık, sistemik sorunları da ele alırlar. Örnke vermem gerekirse, Londra ve New York gibi şehirlerde ulaşım ağları için sistem odaklı UX tasarımları uygulanmakta: Londra’nın Oyster Kart Sistemi, otobüs, tren ve metroda seyahati kolaylaştıran birleşik bir ödeme ve erişim sistemi; bir benzerini biz de artık Ekrem İmamoğlu yönetiminde nihayet İstanbulkart olarak kullanbiliyoruz. Bu ürünlerin bağlı olduğu uygulama sistemleri kullanıcıların ücretleri, rotaları ve kart kullanımı gibi bilgileri anlamasını sağlayan arayüzler sunuyor.
New York’taki MTA Metro Uygulaması, kullanıcıları gecikmeler, rota değişiklikleri ve seyahat süreleri hakkında bilgilendiren gerçek zamanlı veri sistemleri kullanıyor.
Toplu taşımayı bir sistem olarak gören tasarımcılar, milyonlarca günlük yolcu için uyumlu deneyimler yaratabilirler.
Bu tür uygulamaların, söz gelimi toplu taşıma ve kentsel yaşam gibi geniş alanlarda kullanıldığında 7'den 70'e herkese hitap etmesi gereklidir. UX’te erişilebilirlik, sistemlerin kapsayıcı olmasını ve farklı kullanıcıların sorunsuz bir şekilde etkileşim kurabilmesini sağlar.
Bu alanda kanımca en etkin sistemleri Apple kurgulamaktadır. Tasarım yalaşımı oldukça sade evrensel olan bu markanın felsefesi kullanıcı deneyimini de öncelikli kılıyor. Apple’ın UX sistemi; VoiceOver, Büyüteç ve AssistiveTouch gibi erişilebilirlik araçlarına sahip. Bu özellikler, iPhone, iPad ve Mac gibi cihazlar arasında birleşik bir biçimde kulanılabiliyor. Farklı cihazların sistemleri birbirine kolaylıkla entegre olduğundan bu sistemsel bütünlük kullanıcı için daha baştan tercih duygusu yaratıyor.
Sistematik bir yaklaşım benimseyen Apple, erişilebilirliği de tasarımın merkezi bir ilkesi haline getiren örnek felsefesi ile bugün dünyanın öncü markaları arasında.
Teknoloji alanında sistemlere örnek vermek okyanus damlalarını saymak kadar uçsuz bucaksız bir iş. Bu nedenle rotamı son olarak size söz verdiğim üzere arılara çeviriyorum. Arıların dünyası bildiğiniz üzere takım ruhu, organizasyonel yapılar, adaptasyon, iş bölümü ve sistem analizi gibi alanlarda bizler için iyi bir metafordur.
Kovanın kendisi bir sistemdir. Kendi başın sürdürülebilir olan, birbiri ile bağlantılı, dengeli ve fonksiyonel, aynı zamanda estetik olan bu mimari yapıyı arılar inşa ederler.
Kovanın mimarisindeki heksagon hücreler verimlilik ve optimizasyon sebebi ile bu formdadır. Kovan sadece balın stoklandığı yer değil aynı zamanda bu toplama ve biriktirme işinin arılar tarafından müthiş sistematik biçimde yürütüldüğü bir ortamdır; bu nedenle bu tasarım sistemi kendi içinde bu fonksiyona yönelik detaylar barındırır.
Bu sistem içinde her arının farklı bir görev dağılımı vardır. Hiç bir arı bir diğerinin görevine karışmaz ve böylece bozulmayan, yavaşlamayan sistem içerisinde kusursuz bir verimlilik söz konusu olabilir.
Buradan örnek alabileceğimiz konu, insanların tasarladıkları sistemlerde de kimsenin bir diğeri ile meşgul olmadan; herkesin kendi uzman olduğu alanda çalışmasını sürdürecek ve sadece gerekli olan noktalarda birbirlerine entegre olarak harmoni içinde yaşanabilecek sistemlerin tasarlanması olabilir.
Arılar bunu iyi bir işbirliği ve iletişim ile sağlar. Başarılı bir sistem, ister devlet, ister toplu taşıma, ister bir bina, isterse telefon uygulaması olsun, iyi iletişim kurmalı ve işbirlikleri sağlamalıdır. Arılar kaynakları azaldığında Waggle dansı denen bir kolektif hareketle bu bilgileri sistemleri içinde yayıyorlar. Yine arılar kovandaki besin azaldığında kolektif biçimde bu az kaynak içeren yeni ortama adapte olacak biçimde beslenmelerini sürdürüyorlar.
Arıların siteminde bir hiyerarşik yapı öne çıkıyor olmasına karşılık, Kraliçe arı da işçi arılar da tam bir sinerjik bütünlük içinde kolektif çalışma sergiliyorlar. Kraliçenin kraliçeliği konumunda, deneyiminde ve sahip olduğu özelliklerinde; yöneticiliğinde değil.
Arıların kovanları sadece kendi içinde değil, konumlandıkları yerlere göre de sistemin sürdürülebilirliğini öncelikliyor. Bu yapılar stratejik alanlara inşa edilerek sistemin güvenliği sağlanıyor.
Arılardan öğrenecek çok şey var. Tasarımda modülerlik sisteminin ilham kaynağı arı kovanları olabilir. Finlandiya’da devletin arıların işbirlikçi sistemlerinden ilham alarak kimi kurumsal örgütlenmeleri yapılandırdığını biliyoruz.
Bakın bu son cümlem, tasarım anlayışında ve felsefesinde konumumuzun ne olduğunu bir kez daha anımsattı bana!