Tasarımda koleksiyonerlik ve New York’ta bir tasarım galerisi: Zarolat

“İyi” tasarım, o tasarımın doğru malzemelerle, üstün estetikle üretilmiş, bu bakımdan zamansız, son derece iyi fonksiyonellik sunan, güvenli, uzun ömürlü, çevreye zararsız bir nesneyi ifade ediyor. Bu hafta size, İstanbul – NewYork arasında mekik dokuyan genç bir mimar olan Zeynep‘in NewYork’ta kurduğu ZAROLAT isimli tasarım galerisini tanıtmak istiyorum.

Özlem Yalım press@ozlemyalim.com

Köşe başında rastladığımız sanat galerilerinin aksine, tasarım galerilerine ülkemizde hala aşina değiliz. Zaman içerisinde tek tük ortaya çıktılar; kimileri sessiz sedasız yoluna devam etmeye çalışırken kimileri yok oldular. Bu galeriler çoğunlukla bir tasarımcının ofisi biçiminde de hizmet veriyorlar.

Son dönemde İstanbul’da ses getiren bir tasarım galerisi, turizm endüstrisinin sıkça baş vurduğu iç mimar Mahmut Anlar’ın tüm çalışmalarını toparladığı House of Geo içerisinde açıldı. Anlar burada, 30 yılı aşkın meslek yaşamındaki üretiminin, koleksiyonerlere hitap edecek nitelikteki limitli üretilen, sertifika ile sunulan edisyonlarını sunuyor. Başka galeriler olsa da pek çoğu tam da tasarım galericiliği yapmıyorlar.

Mobilyadan giyime, mutfaktan yatak odasına, kullandığımız pek çok eşya genel anlamda seri olarak üretilmiş ürünlerden oluşur. Hızlı tüketimi tetikleyen, hızlı tüketimin en büyük itici güçlerinden biri olan bu seri üretim nesnelerin tasarlanması benim de mesleğim olan endüstri ürünleri tasarımı isimli profesyonel branş ile sağlanıyor. Seri üretimin tüm esasları farklı olduğu için; seri üretim için tasarımın pratiği de diğer tasarım alanlarına göre tümü ile farklı ve çoğunlukla estetikten çok teknik sorunlar ile birlikte estetik değerleri buluşturmayı amaçlıyor.

Endüstri ürünleri tasarımcılarının işi bir bakıma, makine üretiminin sınırları içinde kalarak estetik değer yaratabilmek, pazarda bir farklılık sunabilmek. Bu zorlu işin sonuçları, çoğunlukla çok büyük farklar ve heyecan yaratmıyor. Kentlerde her mimari yapı, müthiş güzellikte, fonksiyonellikte olmadığı gibi, kullandığımız ürünlerde de bazen sırf fonksiyonel veya ekonomik olduğu için oldukça vasat eşyaları, bazen ise kendi estetik değerlerimize yakın bulabildiklerimizi kullanıyoruz.

Türkiye’de tasarım kadroları ile çalışan pek çok firma var. Kullandığınız Vestel veya Arçelik markalı ürünler de, Nurus veya Koleksiyon markalı ofis/ev mobilyası da, ve burada sayamayacağım pek çok markalı eşya da sizlere, sizin için, tasarımcı entelektüel birikimi ve mesaisi ile ulaşıyor. Tasarıma, tasarımcıya, araştırma ve geliştirmeye ne kadar çok bütçe ayrılır, değer verilirse bu üretimler kuşkusuz daha da iyileşiyor.

Dünya markaları sanayi alanında bizden daha eski; yaratıcı endüstriler alanında bizden daha deneyimli ve estetik bilinç, insan güvenliği, yenilikçi malzemeler ve üretimler alanında bizden daha hevesli ve imkanlı.

Bu nedenle bugün pazarda aydınlatmadan mobilyaya pek çok ürün yabancı markalar tarafından da sunuluyor ve bunlar kuşkusuz ithalat maliyetleri, vergiler ve kur farkı gibi faktörler sebebi ile yerel eşyalara göre daha pahalı.

Türkiye’de yeni evli bir çift, kendi ekonomik koşulları çerçevesinde örneğin IKEA'dan yeni bir ev kurabiliyorsa, aynı ekonomik seviyedeki bir İtalyan çift pek çok “iyi tasarlanmış” eşya ile kendi yaşamlarını kurabiliyor. Burada sözünü ettiğim “iyi” tasarım, o tasarımın doğru malzemelerle, üstün estetikle üretilmiş, bu bakımdan zamansız, son derece iyi fonksiyonellik sunan, güvenli, uzun ömürlü, çevreye zararsız bir nesneyi ifade ediyor.

Böyle bir ürüne sahip olduğunuzda kullandığınız eşyanın modası hemen geçmeyecek, kalitesi sayesinde eskimeden uzun süre kullanabileceksiniz ve böylece aslında uzun vadede cebinizi ve enerjinizi de yormayacaksınız.

Eşyadan bahsederken ruhtan da bahsetmeliyiz. Seri üretilen bir nesne ruhumuzu ne kadar okşar?

Tasarımcının farkı tam da bu noktada ortaya çıkıyor. İyi tasarım adına güvenli sularda kalıp, belki fonksiyonel, duyulara hitap eden, çok satan, çok kullanılan eşyalar yaratabiliyoruz. Diğer yandan tasarımda ses getiren çabaların tümü aslında bir sanat eserinin bize hissettirdiği duyguları şahlandırıyor. Bir restorana girdiğinizde ambiyansın üstünüzde yarattığı etki, evinizde kendinizi kozanızda hissetmeniz, bir yapıya girdiğinizde tüylerinizin ürpermesi, bir fincanla çay içerken o eşyayı kullanıyor olmanın mutluluğu, gece çok sevdiğiniz bir atmosferde uykuya dalmak, eşsiz bir bahçenin içinizde açtığı o güller…

Bunların tümü tasarımın bir bakıma da ruh meselesi olduğunu ortaya koyuyor.

Sarsıcı biçimde değişen dönüşen yaşam koşulları insanları zorladıkça, onların bu ruhun peşinden koşma arzuları da artıyor. Tüm gün zorlu bir mesai geçirip trafikte saatlerini harcayan kentli insan evinde, odasında rahatlamanın peşine düşüyor. Tüm yıl boyunca 15 gün tatil yapabilen insan, o turizm beldesinde tüm dünyevi alışkanlıklarından uzaklaşmak, başka bir evrende hissetmek istiyor. İnsanlar restoranlara, kafelere aslında yiyip içmek için değil, o mekanda bulunmak, buralarda sosyalleşebilmek veya çalışabilmek için gidiyorlar. Bunların tümünde ruhu olan tasarımın çok büyük bir payı var.

Dünyada çok uzun yıllardır artan bir biçimde tasarımcılar da, seri üretilen nesnelerin dışında, veya onlarla birlikte, limitli, az üretilen ve özel olarak sunulan eşyaları yaratıyorlar. New York, Brüksel, Londra, Basel, Miami, Paris gibi kentlerde collectible design/koleksiyon tasarımı denilen bu alan için çok özel etkinlikler gerçekleştiriliyor; bu ürünler müzayede evlerinde aynı sanat eserleri gibi satışa sunulıyor; meraklılarının koleksiyonlarında yer alıyor.

Çağdaş tasarımcıların bu tür eşya üretimleri tasarım galerilerinde sergileniyor ve sunuluyor. Sıradanlıktan sıkılan, kendi estetik değerlerine yakın eşyaları yaşamında konumlamak isteyen insanların takibindeki bu galeriler ve etkinlikler, yaşam biçimi tercihleri adına önemli bir boşluğu dolduruyorlar.

Bu hafta size, İstanbul – NewYork arasında mekik dokuyan genç bir mimar olan Zeynep‘in NewYork’ta kurduğu ZAROLAT isimli tasarım galerisini tanıtmak istiyorum.

Zeynep Koç İlkokulu ve Lisesini bitirdikten sonra 2012 yılında Brooklyn’e taşınmış. “O zamanlar New York dışında yaşamak istediğim başka hiçbir yer yoktu. Pratt Institute School of Architecture, sadece New York’a değil, köprünün karşı tarafına taşınma ve Brooklyn ile tanışma sebebim.” diye anlatıyor.

ZAROLAT

ZAROLAT hem bir galeri, hem de onun stüdyo olarak kullandığı bir çalışma alanı. Kendi deyimi ile “Aslında bunlar dışında daha birçok karaktere bürünen değişken ve esnek bir alan

Söyleşimizin devamı aşağıda:

Zeynep bize biraz ZAROLAT nasıl bir yer bahseder misin?

İçinde bulunduğumuz yapı, Brooklyn’in Dumbo mahallesinde eski depo binalarının arasında yer alıyor. 120 sene önce kese kağıdını icat eden İskoç bir göçmenin yaptırdığı ve 90'ların sonuna kadar Japon motorsiklet klübüne ev sahipliği yapmış alçak tuğla bir bina. Burası, alışık olduğumuz sanat galerilerinin tersine, kolektif bir yaklaşımla birden fazla sanatçı ve tasarımcının işlerini bir araya getiren sergiler tasarlıyor. Daha çok objeler ve fonksiyonelliğin ön planda olduğu bir tasarım galerisi olsa da, heykeller ve klasik sanat üretimleri de sergilenen parçalar arasında. Her kürasyon, alanı çok titiz bir şekilde kullanarak eserlerin birbiri ile diyalog kurduğu bütünsel ve mekansal deneyim yaratmayı hedefliyor.

Ne zaman açıldı mekan ve nasıl bir programı var?

Nisan ayındaki açılış sergisi, 8 farklı tasarımcı ve sanatçının işlerini bir arada düzenlerken, Temmuz ayında mekan kısa bir süreliğine Dumbo’da yaşayan lokal bir ressamın solo sergi alanına dönüştü. Geçtiğimiz ay ise, 12 sanatçıyı bir araya getirdiğimiz ve galerinin genelde ortaya koyduğu kolektif anlayışı yansıtan yeni bir grup sergisi açtık. Kasım ve Aralık ayları için LA based başka bir galeriyle co-curation yapma planımız var. Burası steril bir galeri ortamı değil, tüm kreatifleri bir araya getirmeyi amaçlayan ve organik olarak devamlı değişen neredeyse komün bir alan. Sergi açılışları, sanatçı söyleşileri ve kitap tanıtımlarının yanı sıra, yemek enstelasyonlarının da dahil olduğu çeşitli etkinlikler planlıyoruz.

Seni böyle bir mekan açmaya iten olaylar, duygular neydi, bir de tabii kısaltılmış olarak ZAROLAT ismini kullanıyorsun, bu tercihini de anlatır mısın?

Aslında bu ismi ZAROLAT STUDIO olarak ilk defa 2018 yılında, bireysel mimarlık işleri yapmaya başladığım zaman kullanmaya başladım. STUDIO benim mimari ve tasarıma yönelik işlerimin piştiği mutfak. Şimdi ise COLLECTIVE adı altında ikinci bir oluşum var. Burası benim dışımdaki tüm yaratıcıları ve işlerini temsil eden bir ortak alan. Beni tanıyanlar ZAROLAT isminin nereden geldiğini tabii ki biliyor, fakat kendi ismimi özellikle hiç bir yerde kullanmayıp, ZAROLAT’ı içerisinde farklı alanlar barındıran bir çatı olarak öne sürme çabasındayım. İşler benim yönetmenliğimde yürüse de, ortaya çıkan durum benimle ilgili değil, benden çok daha öte, hepimizin içinde bulunduğu çoklu bir yapı!

Hem kendi işlerimi hem de farklı sanatçıların işlerini gösterebileceğim bir galeri mekanı hayali çok uzun yıllarıdır var. Okul sonrası içine düştüğüm kurumsal mimarlık dünyasından hızlı çıkışım sonrasında, geçtiğimiz seneye kadar freelancer olarak çeşitli projelerde çalıştım. Daha çok iç mekanlar tasarlayıp işlerin uygulama kısmında bulundum. Mart 2020 yılında EAA STUDIO NYC’de 10 sanatçı arkadaşımın işlerini bir araya getirdiğim bir grup sergisi açılışının hemen ardından kendimizi evlere kapattık. O zamandan beri aslında başlatmış olduğum ama devamını getiremediğim bu fikir kafamda pişmeye devam ediyor. İş yapma biçimimin tek başına değil, daha iş birlikçi bir yapıda olması gerektiğine inanıyorum. Bu girişim kolektif bir amaca hizmet etse de, konfor alanımdan çıkmam adına benim için çok önemli bir adım.

Tam da bu iş birliğinden bahsetmişken, galerinde sunduğun tasarımcılardan söz eder misin?

ZAROLAT’ın her gün büyüyen sanatçı ve tasarımcı topluluğu, Dünya’nın her yerinden New York’a gelmiş, farklı disiplin ve kültürlerini işlerine yansıtan bağımsız kişilerden oluşuyor. İlk olarak arkadaşlarımla başlayan bu grup, galerinin açılmasıyla beraber yeni tanıştığım insanlarla gelişmeye ve çeşitliliğini arttırmaya başladı. Bir kısmı okuldan mimar arkadaşlarım, diğerleri ürün tasarımcısı ya da ürün tasarlayan grafik tasarımcı. İki tanesi galeriyi açmamla beraber tanıştığım komşularım - birinin stüdyosu yan duvarımın arkası, diğeri ise karşı binada yaşıyor! Başka bir sanatçı, aslında profesyonel fotoğrafçı ama heykel ve aydınlatma işleri yapıyor. New York’ta olmayıp ilkdefa burada işinin sergilendiği aydınlatma tasarımcısı arkadaşım Giulia Archimede ise, Floransa’da yaşıyor ve ‘Rebirth’ lambası için Tuscany’den çıkardığı ve oyduğu onyx ve mermerle çalışıyor. ZAROLAT’ta bütün yaratıcı disiplinler birbiri içine girmiş bir şekilde yer alıyor ve her yaratıcının ortaya çıkardığı ürünün kendine ait bir hikayesi var. Temsil edilen sanatçı ve tasarımcıların kültürel çeşitililiği bizim için çok önemli ve bu da koleksiyondaki parçaların özgün olmasının önemli bir nedeni.

Peki New York nasıl bir ortam?

New York çok zor bir yer. Herkes için. Burası çok yanlız ve herkesin öncelikle kendine sonra da Dünya’ya bir şeyler kanıtlamak istediği için bulunduğu bir şehir. Buradan bir süreliğine ayrılıp şehre geri dönünce, sanki hareket eden bir koşu bandına tekrar çıkmak gerekiyor gibi hissediyorum. ZAROLAT, Brooklyn’de olması nedeniyle, şehrin o en kalabalık noktasında değil, kendini son yıllarda özellikle ortaya koymuş olan Dumbo bölgesinde. Özellikle bulunduğumuz sokak, tarihi önemi ve manzarasının yanı sıra, komşu işyerlerinin başlatmış olduğu değişimle beraber kısa sürede sanat ve tasarım sokağına dönüştü. Bu sayede kurmuş olduğum komşuluk ilişkileri ve birbirimize destek olma durumu çok değerli.

Sen mimarsın. Mimarlik yapiyor musun, yapacak mısın?

Bir süredir bir başkası için üzerinde çalıştığım bir proje olmasa da, mimari projeler için her zaman hazırım. Galerinin açılışından beri sergi tasarımları, operasyonla ilgili konular ve burada kurduğum ilişkiler içerisinde kayboldum. Önümüzdeki ay itibariyle tasarımını tamamlamak ve üretimine geçmek istediğim yeni parçalara, yani kendi sanatsal üretimime yoğunlaşmayı hedefliyorum. Fakat mimarlık galeride sergileri tasarlarken de hep benimle - her kürasyonda parçaların birbirleri ile iletişim kurarak mekanda bütünsel bir deneyim yaratması asıl peşinde olduğum şey!

Seninle iki yıl önce benim açtığım DEKA+ isimli ürün tasarımı sergisinde buluşmuştuk. Orada sergilediğin bir masan ve sandalyen vardı. Bu sözünü ettiğin bütünsel deneyimi sende fazlası ile gördüğüm için soruyorum. Sanat eseri üreten, aynı zamanda eşya tasarlayan pek çok mimar tanıyorum; sen de onların çağdaş bir temsilcisisin. Senin ürün tasarımına bakış açın nasıl?

2018 yılından itibaren yaptığım iç mekanlar, ölçeği bir anda küçülterek algımı bir sandalyeye kadar indirdi. Ben de her gün kullandığımız bu günlük objelere merak sarmaya ve onları daha yakından incelemeye başladım. Tek bir sandalyenin bizim için ne kadar önemli olduğunu anlayınca nasıl yapıldığının da bir o kadar ciddi bir iş olduğunu düşünerek 2019 yılında ZAROLAT’ın ilk 3 parça mobilyasını tasarladım. Bu 3 parçayı ‘Made in İstanbul’ olarak tanıtıyorum ve İstanbul’da çalıştığım değerli ahşap ve metal ustalarına buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

İçinde bulunduğumuz çağın getirdikleri hakkında ne düşünüyorsun? Genç bir girişimci / idealist olarak duygu ve düşüncelerini çok merak ediyorum.

Çok kaygılıyım ve içinde yaşadığımız bu çağın getirdiklerini sevmiyorum. Tabii ki ben de bu dünyanın bir parçası olarak herkes gibi teknolojinin getirdiklerine muhtacım ama ekranlarımıza bağımlı olma durumunu çok üzücü buluyorum. Kendimi ve insanları dışarıdan gördüğümde bir fare deneyi içerisinde olduğumuzu hissediyorum ve toplumsal olarak bu ne kadar sağlıksız bir yerde durduğumuzu gösteriyor. Ayrıca bu kadar çok şeyi aynanda görüp, duyarak, istediğimiz kişiyi oluşturmaya çalışmak çok zor. Kendimizi devamlı karşılatırabileceğimiz milyonların gerçek olmayan hikayelerini izliyoruz.

Her şeyi ele geçirmesi planlanan AI teknolojisinin ise özgünlük ve artizanlığın tamamen ters köşesinde durduğunu düşündüğümden kendimi konuya çok uzak hissediyorum. Bu teknolojinin getirdikleriyle beraber artık orjinal sanat eserini diğerlerinden ayırt etmek bile zorlaştı, ortada çok fazla özgün olmayan iş sanki çok başarılıymış gibi geziyor. Ama makinelerin ürettiği jenerik görsellerin arkasında hiçbir emek olmadığı gibi, bunları sanat eseri gibi ortaya koymanın doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Bu demek değil ki tasarım sürecinde yardımcı olması için ya da objelerin üretiminde bugünün teknolojilerinden yararlanamayız.

ZAROLAT’ta “computer-generated” dediğimiz sadece sanal ortamda tasarlanmış ya da CNC gibi makineler tarafından üretilmiş parçalar var. Ama bu parçalarda tasarıma verilen bir emek ve bunu yaratmak için ortaya konulmuş bir fikir var. Benim için galeride bulunan her ürünün tasarım kalitesi dışında, nasıl üretildiği, arkasındaki zanaatkarlar ve el emeğinin çok önemli bir yeri var.

Bildiğin üzere Türkiye’nin genç nesli hızla ülkeden uzaklaşıyor. Ne yazık ki seninki gibi olumlu girişimler için İstanbul hala çok imkansız bir coğrafya gibi. Diğer yandan yurt dışında sürülen yaşamlar da sanıldığı kadar kolay değil. Kendini göçmen gibi hissediyor musun?

Açıkçası New York’ta göçmen gibi hissetmiyorum çünkü burada herkes göçmen ve yabancı. O yüzden bu dünyada kimse yabancı gibi hissetmiyor. Çok çeşitli ve devamlı kaynayan garip bir yer. Tabii ki kebap ve rakı sofralarını büyük özlemle arıyoruz, orası ayrı.

ZAROLAT bize biraz ilham vermek istese, mesela kitap, film vb. ne tavsiye eder?

Eskiden yanlızca tasarım ve mimari ile ilgili kitaplar okumam gerektiğini düşünürdüm. Bir süredir alanımla ilgili okumalarımı Dezeen ve Sight Unseen gibi platformlarda haber niteliğinde yapıp, bambaşka hikayelere dalmaya çalışıyorum. Rick Rubin’in “The Creative Act: A Way of Being”i son zamanlarda bana ilham olmuş özel bir kitap.

Ama açıkçası, son 10 aydır en çok üzerine bombalar yağan masum insanlar ve çocukları, onları cesurca kaydeden Gazalı gazetecilerin sosyal medyalarını ve konuyla ilgili eski/yeni belgesel ve filmler izliyorum. Bisan Owda dün Amerika’da Emmy ödülü kazanmış, canı ve toplumunun özgürlüğü için yaşamaya çalışırken çok da umrundaymış gibi.. Gerçekten kendisinin soğuk kanlılığı ve aylardır hiç aksatmadığı çekimleri tüylerimi ürpertiyor ve beni onu tanırmışçasına gururlandırıyor. Lütfen görmediyseniz şuan Amerikan başkanından daha fazla takipçişi olan Motaz Azaiza’yı ve hala Gaza’da yaşayan Bisan’ın “Hi this is Bisan from Gaza and I am still alive” ile başlayan videolarını izleyin. Konuyla ilgili kendini eğitmeye açık olan herkese de, “İsraelism” ve dünyada ünlü Dr. Gabor Mate’nin de içerisinde bulunduğu “Where Olive Trees Weep” adında 2 belgesel filmini öneririm.

Son olarak ZAROLAT, mimarlık mı, ürün tasarımı mı, tasarım galerisi mi, hepsi mi ?

Hepsi birbiri içinde ve kollektif bir anlayışla. Şu anda ZAROLAT tam olarak bunu yansıtıyor.

Tüm yazılarını göster