Akşam trafiğinde usul usul ilerliyoruz. Taksinin radyosunda Türkçe Rap çalıyor; adam söyleniyor: Tamam Tamam ! Çok değil birkaç yıl önce sayıları tek tük olan bu Rap’çilerin şimdi nasıl da fazlalaştığını düşünüyorum. Rap müzik severim ve birkaç yıl önce bu konuda yazdığım bir yazım da var hâlâ dolaşımda olan. Ancak radyoda art arda çalan bu parçaları sevemiyorum. Türkçe Rap de her şey gibi coğrafyaya uyum sağlamış ve kendi içinde çoğalarak çeşitlenmiş. Öyle ki belli başlı bilinen türlerin tümünün bir Rap versiyonu var gibi: Arabesk Rap, Anadolu Rock Rap, Türkü Rap, Pop Rap…. Sevgili okuyucular elbette abartıyorum; müzik eleştirmeni değilim! Dikkat çekmek istediğim konu, Rap müziğin çağımıza ait bir trend olması. Hal böyle olunca da bütün sesler sanıyorum bu trendin içinde var olmaya çalışıyor. Trendler böyledir: Bir karadeliğin uzayın karanlığında yarattığı belirli belirsiz vakum gibi, onlara yakın ne varsa içlerine çekerler.
Yaratıcı pratiklerin tümünde -galiba eğilimler demeyi tercih edeceğim- eğilim konusu önemsenir ve takip edilir. Tasarımın ihtiyaç olduğunu savunduğumuz, yaratıcı pratiklerin sorun çözmeye yaradığını her fırsatta vurguladığımız bir durumda, aslına bakarsanız eğilimleri takip etmenin söz konusu olmaması gerekir; ancak gerçekler pek de öyle değildir. Moda tasarımcılarından endüstri ürünleri tasarımcılarına, grafik tasarımcılardan yeni medyaya, mimariden müziğe hemen her yaratıcı alanda belirli eğilimlerin gündemde olduğunu görürsünüz.
Kimi ajanslar, fuarlar, kuruluşlar ve hatta bazı otorite kabul edilen kişiler bu eğilimleri belirler. Benim aklım ise bu konuda hep karışıktır; söz gelimi pigment endüstrisinin moda ve iç mimarlık dünyasına olan etkisini ve bu nedenle “yılın rengi” gibi eğilimleri özellikle piyasaya sürdüklerini bilmekle birlikte, toplumların da belirli eğilimleri kendiliğinden ortaya çıkardığını ve pek çok markanın tasarımcının zaman zaman bunları yakalamaya çalıştığını yıllar içinde gözlemlerim.
Söz konusu tüketim malları olduğunda bir Rap yıldızının sokak modasını ve sneaker kültürünü nasıl arkasına katarak ilerlediğini görmek pek de zor değildir. Benzer bir durum Hollywood etkisi olarak açıklanabilir; bir Barbie filmi gündeme gelir ve bir anda kız çocuklarımızın küçüklüğünde takıntılı olduğu o berbat renk, pembe bütün dünyayı kaplayıverir. Bindiğiniz Vespa’dan kullandığınız çantaya, oturduğunuz koltuktan kozmetik endüstrisine dek her şey pembeleşir; pembe normalleşir.
Bu tür etkilerin altında kalan tüketim nesli markaların ve eğilim belirleyicilerin radarındadır ve bu nesli çeşitli kanallarla motive etmek büyük ekonomik sonuçlar doğurur. Bir film, önemli bir isim, bir spor olayı gibi kitlesel etki sağlayabilecek her faktör piyasaya beraberinde gelen koca bir ürün-tüketim paketi ile sunulur. Yeni yıla girerken çirkin kazaklar ve ekoseli pijama takımları -üstelik her yıl değişmek üzere- satın alınmalıdır. Rihanna seviyorsanız pekala Savage marka iç çamaşırlarının da tutkunu olabilirsiniz; yok eğer Beyonce hayranıysanız onun ismini taşıyan parfümler de radarınıza girecektir mutlaka.
Sokakta günlük koşturmacasının içinde olan insanların bir kısmı bu tür değişimlerin farkında bile değildir. Onlar hazır moda ve endüstriyel üretim ne sunarsa, kişisel tercihlerini bu seçki içinden yaparlar. Piyasada olan malların arasından kendileri için en uygun olanı seçer, beğenir ve kullanırlar. Yeni ve evlenecek bir çift için yıllarca kullanacakları ev eşyaları, belki artık en beğendikleri değil, en fazla taksit yapan satıcılar arasından cüzdanlarına en uygun olanı olmuştur. Bu ürünlerin bir kısmı tasarlanmış; bir kısmı öylesine yapılmıştır ve bunun pek de bir önemi yoktur; hayat hızlıdır, ekonomi kısıtlıdır ve bunlar da nihayetinde eşyadır işte. Çağdaş düzende, toplumların çok büyük oranda kesimi için geçerli olan biçimde, insanın kullandığı eşyalardan yaşadığı alanlara dek pek çok önemli ve kişisel seçim artık beğeniler tarafından değil; ekonomik yeterlilikler tarafından belirlenir olmuştur. Kuşkusuz bu trajik.
"Trend" denilen eğilim kavramı, insan hayatının çeşitli yönlerini, yaşam kültürünü yansıtan karmaşık ve çok yönlü bir kavram. Eğilimleri takip etme veya belirleme fikri, bireysellik, uyum, yenilik ve değişim doğasına ilişkin felsefi soruları gündeme getiriyor kaçınılmaz olarak. Kimi eğilimler çağın gereksinimi ve metazorisi olarak insanları uymaya zorunlu kılarken, aslında çoğunlukla arzulanan kişinin kendi kararlarını kendi alabilmesi, kendi özgün kişiliğini öne çıkarabileceği tercihleri yapabilmesidir. Tarihte pek çok felsefeci bu soruna kafa yormuş.
Nietzsche'nin bireyselliği yücelten ve uyum karşıtlığı yönündeki bakış açısı, trendleri takip etmek veya kişisel özgünlüğü korumak arasındaki gerilimi aydınlatır. Toplumsal trendlere uyum sağlama baskısı, bireyleri benzersizliklerinden ödün vererek kalabalığa uymaya zorlayabilir. Nietzsche, kendine ait olmanın önemini vurgular ve kimliğini tehlikeye atabilecek yönlendirmelere karşı direnmenin gerekliliğine dikkat çeker.
Canım Immanuel Kant: "Kendi anlayışını kullanmaya cesaret et!" der.
Kant'ın bireysel özerklik ve akılcılığa yönelik çağrısı, trend felsefesiyle rezonans yapar. Trendlerin popüler görüşü ve davranışı belirlediği bir dünyada, Kant da bireyleri kendileri olarak düşünmeye ve körü körüne kalabalığı takip etmemeye çağırır. Düşünüre göre, bağımsız düşünmeye ve yaygın trendlere karşı sorgulamaya cesaret etmek, entelektüel özgürlük ve kişisel gelişim için temel niteliklerdir.
Jean-Paul Sartre biraz daha derinleşir, ona göre: "Varoluş özden önce gelir." Sartre'ın varoluşçu felsefesi, önceden belirlenmiş roller ve sabit kimlikler fikrini sorgular. Sartre'a göre bireyler seçimleri ve eylemleriyle kendi özlerini yaratmaktadır. Diğer yandan Sartre da bize toplumsal baskılara karşı kendi kimliklerimizin özgünlüğünden vaz geçmememiz gerektiğini salık verir.
Foucault'un toplumsal normlar ve kurumlarla ilgili eleştirisi, kimlik ve davranışın standartlaşmış işaretleri olarak görülen trendlerin sorgulanmasını teşvik eder. Trendler genellikle bireysel ifadeyi düzenlemeye ve kontrol etmeye çalışan dış güçler tarafından şekillenir. Foucault'un sabit kimlikler ve ahlaki standartlar dayatılmasına karşı çıkma çağrısı, geleneksel alışkanlıkların kısıtlamalarından kaçınmayı ve kişisel evrimin akıcılığını kabul etmeyi vurgular. Şöyle demiştir: "Bana kim olduğumu sormayın ve aynı kalmamı istemeyin!”
Eğilimleri takip etmek, toplumsal davranışlar bağlamında bir tür güven duygusu veriyor olmalı. İnsanlar sosyal varlıklar olarak birbirlerinden etkileniyorlar ve birbirlerine benzemeye çalışıyorlar. Bu, onların toplum içinde kabul edilmelerine ve onay görmelerine olanak veriyor. Felsefecilerin derdi devletle ve sistemle. Temelde düzen kurucu olan devletin tüm mekanizmaları ile karar alıcı ve kural koyucu özelliği kaçınılmaz; bu şekli ile yaşamı nitel ve nicel olarak yönlendirme kudreti de fazlası ile devletin elinde bulunuyor. Bu çerçevede söz gelimi kentsel tasarımın, şehir aydınlatmalarının, ulaşım araçlarının, toplumsal giyim alışkanlıklarının, bürokrasinin ana belirleyicisi, yurt dışında söylendiği şekli ile trendsetter’ı, yaratıcı endüstrilerde emek veren profesyonel uzmanlardan daha çok devlet ve içindeki kişiler olarak ortaya çıkıyor.
Sistemin müteahhidi yaşanan konutlardaki balkonları Fransızlaştırınca balkonsuz yaşamak eğilim olabilir. Park ve bahçeler müdürlüğü sizin için yol kenarlarında çeşitli amatör desenler, dokular ile çeşitli düzenlemeler sunuyor olabilir. Kentin kendisi demek olan boğaz sularında her gün tasarım becerisinden yoksun çeşitli boyuttaki makineler oradan oraya gidip geliyordur ve bunları maalesef işin okulunu okumuş olanlar yapmamıştır. Bunların hiçbiri aslında tasarımcılar olarak peşinde koştuğumuz idealleri yansıtmaz ama toplumsal olarak belirttiğim sebeplerle farkında olunmaksızın kabul görürler. İşin kötü yanı, bunların tümü büyük resimde bir toplumun gelecek nesillere sirayet edecek estetik DNA’sını kodlar, onların yaşam kalitesi beklentileri adına belirleyici olurlar.
Tüm bir felsefe kültünün dışında kalıp, kendi özgün çizgisini, özelliği ve varoluşunu ortaya koyarak kendi olma yerine, hemen yakınındakine, berisindekine benzemeye çalışmakta biraz da kurnazlık duygusu var itiraf edelim. Biliriz ki, yeni bir düşünce ortaya koymak, yeni bir estetik yaratmak, yeni bir fonksiyon tanımlamak emek gerektirir. Yanılma riski korkutucudur. Bu nedenle yapılmış bir “şey”in orasını burasını çekiştirerek bir replikasını yapmak öz kaynakların korunması anlamına gelir. Ortaya çıkan asla heyecan vermeyecektir; fark yaratmayacaktır ama olsun, en azından garantilidir! Moda endüstrisinin temel motivasyonu bu duygudur. Modanın dışında bu yaklaşıma en çok, görece maliyetli mekan tasarımı ve mimarlık gibi alanlarda rastlarız. Yıllarca “Pinterest mimarlığı” olarak adlandırılan ve artık nihayetinde yapay zeka ile birlikte daha da kapsamlı biçimde evrim geçirecek olan bu “sürü olma” yaklaşımı, insanların üzerlerine yağan trend bombaları olduğu müddetçe varlığını sürdürecek. Sırf moda olduğu için veya en yakın arkadaşında gördüğü için, veya takip ettiği dergide vurgulandığı için makineye komutlar verilecek: Bana Hygge bir yatak odası tasarla! Bana öyle bir bina yap ki sanki Sir Norman Foster tasarlamış olsun! Benim için bir Anna Wintour kombini önerir misin?
Kitlesel eğilimler bir yana, mesleki anlamda ele aldığımızda eğilimler farklı bir seviyede ortaya çıkar; bu seviye genel bir estetik anlayışın yanında çağın teknolojileri ve malzemeleri ile sorunları etrafında belirlenir. Kısaca bunlardan söz etmek istiyorum.
İçinde bulunduğumuz bu yeni yılda tasarım dünyası teknolojinin, kültürün ve sürdürülebilirliğin değişen manzarasına uyum sağlamaya çalışıyor ve evriliyor. Yenilikçi endüstriyel tasarım konseptlerinden ileriye dönük mimariye, ürün tasarımlarından iç mekanlara, cesur grafik tasarım trendlerinden sürdürülebilir uygulamalara kadar, tasarım endüstrisi büyük bir dönüşümün içinde.
Sanayi üretimi ile kol kola ilerleyen endüstriyel tasarım, artık sürdürülebilirliği temel bir prensip olarak benimsiyor. Tasarımcılar, sadece göze hoş gelen değil aynı zamanda çevre dostu olan ürünler yaratmaya odaklanalı epey oldu, ancak bu eğilim artık keyfi bir tercih değil bir zorunluluk. Geri dönüştürülmüş malzemeler kullanmaktan atıkları minimum düzeyde olan ürünler tasarlamaya kadar, sürdürülebilirlik endüstriyel tasarım eğilimlerinin en üst sırasında. Ayrıca, malzemeler ve üretim süreçlerindeki inovasyon, hem fonksiyonel hem de görsel olarak çarpıcı ürünlerin yaratılması kadar önemseniyor. Son kullanıcıların çok büyük bir kısmı sürdürülebilirlik veya çevre konusunda olması gerektiği kadar duyarlı olmasalar da artık onlara sunulan ürünlerin mutfağında bu eğilim tartışmasız olarak var.
Mimarlık alanında, içinde bulunduğumuz dönem yapay zekanın etkisi ile dönüşmeye en açık çağını yaşıyor. Parametrik ve kompleks tasarımların önümüzdeki yıllar içerisinde gittikçe artarak kentleri şekillendireceğini ön görmek hiç de zor değil. Diğer yandan doğayı yapılı çevrelere entegre eden, sağlık ve refahı teşvik eden alanlar yaratmayı hedefleyen, biyofilik tasarımın yükselişine olan tanıklığımız devam edecek muhtemelen. Mimarlar, doğal unsurları tasarımlarına dahil ederek yeşil çatılardan yaşayan duvarlara, yapılı çevrenin genel deneyimini arttıran tasarımlara yöneliyorlar uzun bir süredir. Bunda kentlerdeki yeşil alanların gittikçe azalması, havanın kirlenmesi, trafik ve kalabalık gibi olumsuz faktörlerin insanlar üzerinde yarattığı stresli duruma çözüm arayışı gibi pek çok faktör etkili oluyor. Aslında bu eğilimi yaratan ne tasarımcı, ne de kullanıcı; çağın koşulları bir anlamda eğilim belirleyici olmuş durumda.
Teknolojik gelişimler her alanda eğilim belirleyici ve davranış yönlendirici. Gelecekte çok kısa vadelerle başta cam/optik alanlarındaki çağ atlatıcı gelişmelere tanık olacağız. İnsanlığın hayatına yeni yeni katılan gözlük, kuşkusuz kullanıcı deneyimi dediğimiz (UX) tasarım alanını yeniden yapılandıracak. Sözgelimi çevrimiçi alışverişi bugünlere dek önce masa üstü ekrandan; daha sonra da mobil cihazlardan yaptık ve ilgili arayüz tasarımları bu medyumlara göre geliştirildi. Bunların tümü VR gözlüklere göre genişletilerek işe başlandı. Bir bakıma yukarıdan aşağı veya sağdan sola kaldırma pratiği yerini panaromik kavramına, tutup çekmeye, katmanlara bırakacak.
Grafik tasarım alanında son dönemde sıkça karşıma çıkan bir terim var: Glassmorphism. Camdan türeyen şeklinde Türkçeleştirsem sanırım yanlış olmaz. İnsanların yaşamında gittikçe daha önemli bir hale gelen bu teknolojik cihazların, onlarla birlikte gelen grafik tasarım anlayışına da etkisi bu eğilim. Temel olarak geçirgenlik, ışık ve gölge etkisi ile sanki cammış gibi algısının yaratıldığı tasarım eğilimine bu isim verilmiş. Aynı zamanda renklerin derecelendirilmesi, örneğin gittikçe koyulaşması veya uçuklaşması gibi tasarım öğeleri de bu eğilimde yerini buluyor. Ekrana o denli alışkınız ki artık, algısal olarak ona benzeyen her görsellik de otomatik olarak algımızda bir norm haline geliyor ve aynı güven duygusu, bilinç altımızı bu türden bir görselliğe yöneltiyor.
Verdiğim birkaç örneği, yüzlercesi ile çoğaltmak mümkün. Tasarım dünyası her alanda bunları araştırıyor, yaratıyor, ortaya koyuyor, uyguluyor. İnsanların bir kısmı da bilinçsiz olarak bunların etkisinde kalıyor. Estetiğin her ölçütü aslında göreceli ve tercihler bireysel. Yine de eğer daha dikkatli bakarsanız toplumsal anlamda hem estetiğe hem de yaşama dair eğilimlerin farklı güçlerle nasıl da yönlendirildiğini görebilirsiniz. Bazen de tüm bu eğilimlerin dışında kalmak, asıl ihtiyaçlarımızı düşünmek, bizi kendimiz yapacak o özgünlüğe ve farklılığa kavuşturabilir. Böylece sokaklarda birbirine benzeyen insanlar azalabilir, daha akıllı ve yeterli yaşam alanları kurulabilir, ekonomiler daha iyi korunabilir.