Taşla konuşan kitap
“Latmos’un Kayaları” kitabın daha başında diyor ki okura, bir şiirle karşı karşıya olduğunu biliyorsun, öyleyse her şiirin kendi dilini yarattığı gerçeğini de biliyor olmalısın. Bundan sonra konuşacak olan benim, yani şair. Tabii ki de kendi dilimle konuşacağım, kendi şiir dilim ve kendi dilsel biçim ve biçemimle. Anlamaya çalışmanı umarım.
“Latmos’un Kayaları” kayıtlara göre Ayşen Deniz N’nin ikinci kitabı olarak yayımlandı. Kitap, Öteki Yayınları'ndan çıktı. Öteki Yayınları, az ama öz yayımladığı özellikle şiir kitaplarının baskı, cilt ve benzeri kalitesiyle dikkat çeken bir yayıncılık sürdürüyor. “Latmos’un Kayaları” da bu kalite ve özeni yansıtan bir kitap. Ayşen Deniz N. şiir okurunun dergilerden, ama daha çok fanzinlerden bildiği bir isim. Onun daha çok fanzinlerde görünmesinin bir tercih olduğunu ve bu “fanzinci” tavrın hem biçim hem biçemsel olarak şiirlerine de yansıdığını söyleyebiliriz. Kitapta şairin “özgeçmiş”inin yer aldığı bölümde “Şiirde, edebiyatta, hayatta, tekli form ve yapıların yerine çoklu form ve yapılar, söylemler”den yana olduğu vurgulanıyor. Bu ifadede şairin poetik anlayışının da dile getirildiğini düşünebiliriz. Nitekim kitabı oluşturan şiirlerde de gözlemleniyor bu yaklaşım. Şiir kitaplarının adının önemli olduğunu, okura içerikle ilgili ipucu verdiğini düşünürüm. Özellikle beni duraksatan, duygusal ve düşünsel yönden meşgul eden, soru sordurtan, çağrışım yaratan adı olan kitabı, nerede karşılaşırsam karşılaşayım, başka kitapların arasından derhal göz ucuyla bir kenara ayırırım. “Latmos’un Kayaları” da bende bir kitap adı olarak hem sorular oluşturdu hem çağrışım kapılarını sonuna kadar açtı hem de epeyi bir süre duygu ve düşüncelerimi meşgul etti. Sorularıma yanıt bulunca duygu ve düşüncelerimde oluşan meraka bağlı meşguliyet de yerini şiirin akışına bıraktı. Bunda kitaptan aktaracağım şu kısa metnin payı olduğunu söylemeliyim:
“b.r gün bir kaya’dan bir hikâye öğrendim. bu hikâyeden varlığı öğrendim. ismi yoktu hikâyenin, yeri zamanı yoktu öznesi y.ktu sebebi sonucu yoktu kı..sı yoktu ama yazıl..k ve okumak istedi”
Kitaba adını veren Latmos, Türkçeleştirilmiş adıyla Ege Bölgesi'nde yer alan Beşparmak Dağı'nın adı. Hatta orada yer alan yazılı kayaların adı. Arkeoloji kaynaklarında şu bilgilere yer veriliyor: “Bafa Gölü’nün doğusunda, Batı Menteşe Dağları sisteminde yer alan dağ. Yakın zamandaki önemli prehistorik keşiflerden olan kaya resimleri Milat’tan önce 6 bin ila 5 bin yıllarına tarihlenmektedir. Tespit edilen 170 resimde av ve hayvanlar yerine, çoğunlukla insan çizilmiştir. İnsanlar tek tek değil, aileyi anımsatacak şekilde çizilmiştir. Bu kaya resimleri resim dili ve konusu açısından dünya kaya resimleri arasında önemli bir yere sahiptir. Neolitik dönemde yağmur ve hava tanrısının mekânı olan dağ, Yunan mitolojisinde yerini gök tanrısı Zeus'a bırakmıştır. Bizans döneminde yöre yağmur duası merkezi olmuş, manastır yapılmıştır. Dağ üzerinde yer alan Latmos antik kenti Milat’tan önce 3'üncü yüzyılda kurulmuş, Milat’tan sonra 4'üncü yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.” Geçen süreçte Latmos kaya yazıtlarını zamandan çok insanların tehdit ettiğine ilişkin haberler çıkmıştır. Bu haberlerden birinde yazıtların Arap sabunuyla silinerek yok edilmeye çalışıldığı bilgisi de yer almaktadır. Çünkü yörede taş ocağı açılmak istenmektedir. Bu bilgiler bize gösteriyor ki Ayşen Deniz N’nin kitabına “Latmos’un Kayaları” adını vermesinin arka planında önemli bir duyarlılık söz konusu. Yelpazesi tarihsel, mitolojik, ekolojik, estetik, etik olana kadar açılan bir duyarlılık diyebiliriz buna. Kitaba verilen adın önemli bir uyaran görevi de üstlendiğini belirtmek gerek. Ayrıca şairin yaşama, dünyaya, insana ve insanın tarihsel mirasına, evrensel hatırasına karşı sorumluluk duyduğunu göstermesi bakımından da dikkat çekici. “Latmos’un Kayaları”nın sunuşunda yer alan şiirden birkaç dizeyi aktarmak istiyorum:
Repliğini unutan tanrı:
-söz, buyurmuştu bize
Dil işleyin siz, büyük bir suç.
Tezgahınız olsun
Kırılan taşlardaki ısrar
Kendini duyup da kimseye anlatmasın
İçinizde birikenler
Ayşen Deniz N’nin kitabının vurgulanması gereken ilk önemli özelliğinin dilin kullanımıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Onun şiir dilinin fanzinlerle eşleşen bir niteliği var gibi geldi bana. “Latmos’un Kayaları”nı konuşmaya başlamanın birçok yolu bulunabilir. Kitap bu olanağı fazlasıyla sağlıyor. Şiirlerin özellikle diliyle ilgili biçimsel seçim bu seçeneklerden sadece biri. Beni şiirleri konuşmaya dilinden başlamaya yönelten nedenlerin başında aslında bizzat kitabın bana verdiği tepki geliyor. Her okuma sonuçta bir etki tepki olayıdır. Okumak için açılan kitabın, sayfanın, metnin karşısına geçip cümleleri göz hizamıza getirdiğimizde bir tepkiyle karşılaşırız. Bu ilk tepki, ilk izlenim aslında sonuna kadar bize eşlik eder. Okuduğumuzla ilgili görüşümüz, yargımız böylece ortaya çıkar. Yani bu yazının da birdenbire kitabın ve şairin dili üzerine konuşarak başlaması tesadüfen gelişmiş bir durum değil. “Latmos’un Kayaları” kitabın daha başında diyor ki okura, bir şiirle karşı karşıya olduğunu biliyorsun, öyleyse her şiirin kendi dilini yarattığı gerçeğini de biliyor olmalısın. Bundan sonra konuşacak olan benim, yani şair. Tabii ki de kendi dilimle konuşacağım, kendi şiir dilim ve kendi dilsel biçim ve biçemimle. Anlamaya çalışmanı umarım. Okurun bu uyarıyı alabileceği dizelerden örnek sunalım:
ismi………….kız üç harf. küçük bir boşluk. adı kız. ileride var edecek. doğuracak. doğu..mazsa ve şimd..verimsiz kız: az kıt kısa kısır. şimdi verimsiz, varlığın kaynağı ama kıt. kı..geçici. …ız o an bir yolcu o a bir durak ya da hiç. aynı anda susmak aynı anda yanıt. susmak yokluktan var etmek. ama şimdi kız kı..ız şimdi gizli.
Bu dizeler bize bir kayayı, bir kaya yazısını, harfleri kayaların üstünde doğal olarak biçimlenmiş bir metin okuduğumuzu, okuyacağımızı söylüyor. Dolayısıyla okuduğumuz metnin zamanı, zamanın mekânda bıraktığı izleri de içerdiğini dile getiriyor. Şairin okur olarak bizden “Latmos’un Kayaları”nı okuduktan sonra yeniden yazdığını, okumakta olduğumuz şiirin böyle oluştuğunu bilmemizi beklediğini de söyleyelim. Kısacası, şair kitabının bir kayanın okunmasına dayanan sözlerden oluştuğunu unutmadan sayfaları çevirmemizi istiyor bizden. Şu dizelerde de bunun dile getirildiğini düşünüyorum:
- taş! dedim içime, taş-
laştı
taş nereden bilsin taşarken taşlaşmamayı
(…)
dilin ejderiyle sevişmek lazım
latmos’un kayalarında yalnız
kurumamış geçmişin gözyaşları
yeryüzüne parçalanmış yazılan
“Latmos’un Kayaları” bir konuşma kitabı. Ancak konuşma diyorsak insanın insan ya da insanlarla konuşması değil söz konusu olan. Çünkü şairin kitabı oluşturan konuşmasının nedeni, niçini, konusu, sözünün nesnesi özü itibarıyla bir taş kütlesi. Bildiğimiz taşla, taşlarla konuşuyor şair. Yani Ayşen Deniz N. “Lotmos’un Kayaları”yla konuşuyor, “Latmosun Kayaları”nı konuşturuyor. Özetle taşı konuşuyor, taşla konuşuyor, taşı konuşturuyor… İç konuşmalar, dış konuşmalar, içe konuşmalar, dışa konuşmalar, susmaların konuşması, sessiz kalmaların konuşması; tümü taşla ve taşın çevresiyle ilgili… Deniz, uçurum ve benzerlerinden söz edilmesinin nedeni de öyle, taş. Taşı dile getirmek için de birtakım deneyimlere girişiyor şair. Dille ilgili aldığı biçimsel tavrın da bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Taş dile geldiğinde aslında şair de dile geliyor. Taş şairi, şair taşı konuşturuyor bir bakıma. Şu dizelerde okunduğu gibi:
ben bunları okudum
taş ulandı sesime
ben bunları okudum
taş ulandı çırasına
yanmayacak biliyorsun
kül utanır tenimde
ben bunları okudum
sen beterine çevir diyedir
Her çağın hayatın devinimine, ritmine, dünyanın durumuna toplumsal ve bireysel deneyimlerin duygu, düşünce ve edimlerine bağlı olarak kendine özgü hassasiyetler geliştirmiş olduğunu biliyoruz. Zamanın ruhuna koşut olarak ortaya çıkmış hassasiyetler de diyebiliriz bunlara. Sanırım sözü edilen bu olgunun izinin sürülebileceği kaynakların başında sanat, sanatların içinde de ilk sırada şiir yer almaktadır diyebiliriz. Şiir zaman zaman yansıttıkları, zaman zaman temsil ettikleriyle hem kendini hem de dile getirildiği çağın özelliklerini geleceğe aktarıyor. “Latmos’un Kayaları”nda bunun da söz konusu olduğu görülüyor. Kitabı oluşturan şiirlerin arka planında mitolojik, tarihsel, hatta arkeolojik öğelerin yer alması, yapıtın yaslandığı zamanı genişlettiği gibi bizi de duygu, düşünce ve duyarlılığımızın yelpazesini açmaya yöneltiyor. “Latmos atlas bir kaftan sırtımızdan kayan” dizesinin altını geçmiş zamana ait deneyime ve o deneyimden kalan mirasa dikkat çekiliyor olması nedeniyle çizdim. Öte yandan geçmiş hayatların deneyimi ve tarihsel mirasın değeri bilinmediği takdirde bugünümüzden ve geleceğimizden neler kaybedeceğimize ilişkin bir uyarıda bulunuluyor olmasını da önemli gördüm. Ayşen Deniz N. öyle anlaşılıyor ki Latmos’un bıraktığı mirasa; kayalara ve o kayaların metnine uzun uzadıya tüm ayrıntılarına kadar bakmış. Bununla birlikte bir şey daha yapmış. Şair kayaların metnini okurken aslında bir gözüyle kendine, diğer gözüyle de bize, hayata, hayatımıza bakmış. Hem geçmişe bakmış hem de şimdiki zamana ve geleceğe yöneltmiş bakışlarını. Yetinmemiş bize, yaşadığımıza, yaşadığımız hayata ve dünyaya çevirmiş gözlerini… Kitapta hem yarım olduğu hem de sık sık yinelendiği için dikkat çeken bir dize var: “şehri yok”… Bu bilerek yarısı yazılmış dizenin şüphesiz ki bir nedeni var. Şair bize burada da bir şey söylüyor. Genç şair risk alabildiği ölçüde kendini var edebiliyor. Bu aynı zamanda şairin şiirinin yeni olmasının, özgün olmasının da gerektirdiği bir durum. Şairin, hem genç hem de kadın şair olarak riski göze alması ve şiiriyle bunun üstesinden gelmesi önemli. Ayşen Deniz N. de öyle yapıyor. Özellikle dille ilgili biçimsel cesaretinin altını çizmek gerekir. Şiiri feda etmeden aldığı riskin üstesinden geliyor ve biçimsel girişimini de gayet kabul edilebilir çizgiye taşıyor. Kitaptaki “şehri yok” dizesinin yarım yazılarak yinelenmesinde de durum böyle. Bu yarım dize, sirenlerin sesini de çağrıştırarak kitabın içinde yankılanıyor adeta. “Şehri yok” dizesinin aslında kitapta bir yerde bir kez tam olarak yazıldığını belirtelim. O dize aynı zamanda Ayşen Deniz N’nin ve kitabının hem amacını hem de okura ve tarihe söylenmiş sözünü oluşturuyor. Kitapta Yunancaya çevrilerek yer alan Yunus Emre’nin bir sözü var: “- as agapi, agapimenous mou!”, yani “sevelim sevilelim”. Kitabın sonunda da Anadolu coğrafyasında var olan ve var olmuş birçok dilde tekrarlanıyor bu söz. Yunus Emre’ye ait ve asırlar öncesinde dile getirilmiş “sevelim sevilelim” çağrısını gerçekleştirememiş olmak insan için ağır bir utanç değil midir? Utanç ne demek, suç bile sayılır. Şehir sözcüğü aynı zamanda biliyoruz ki medeniyet anlamına da geliyor. Öyleyse büyük bir utanç ve suç içinde olan insan için şehir, şehirler oluşturduğunu sanmak bir yanılgıdan başka nedir? Değil mi ki dünyanın hiçbir yerinde henüz bir “sevelim sevilelim” şehri, yani barış içinde bir arada yaşanılan bir uygarlık yok ve ne yazık ki oluşturulamamış. Şair o yarım dizeyi tamamlıyor işte: “Sevelim sevilelim şehri yok” Yani bilelim ki diyor şair yaşadığımız dünya bu. Şu betikte betimlendiği gibi:
varsın anlaşılmasın maviliğe bakan
iç çeksin ağıtlar
mezhepler kardeş saymasın beni
dilleri tetikte mümkünsüz aşklar
yola çıkan söz her şeyi göze alabilir
Ancak bir şeyin yokluğunu saptamak, dile getirmek onun tamamlanma arzusunu da oluşturur. Şairin de bu arzusunu saklamayıp dile getirdiğini görüyoruz. O nedenle olmalı ki “şehri yok” dizesinin ardından birçok yerde sonraki betik “var” diye başlıyor. Şu betik de onlardan biri:
var
laf lafı açınca mazeret her kuzgun
seni mecburda beni kırımda durdurdular
yalınıma dağıldım
tenhamdan misal verdim yönleri
aykırı dağından sürgün granitler gibi
kırıldıkça şehrini buldum
“Latmos’un Kayaları”nda karşımızda taşla konuşmuş, taşı konuşturmuş, sadece bu nedenle bile önemsenmeyi hak eden bir şair kadın ve onun şiirleri var… Kitapta yer alan ve “Latmuslu Selen’e Yakarı” başlığını taşıyan şiirin girişindeki şu betiği paylaşmasam sanki yazı eksik kalacakmış gibi bir duyguya kapıldım. Ay tanrıçası Selen ya da Selana’nın yakarışının dile getirildiği dizelerden bir kısmını birlikte okuyalım:
dilime iptal mührünü basandan döndüm kendime
kayalıklar yoluma kaç aşmak kaç inmek kaç yontum
döndüm dönerek bilmem kaç bin sözcük
şeceremdi mecbur kılındığım ağu
bilmiyordum şiir için yola çıkanın
kendi yurdunda helak olduğunu
ve alıştığını ana dilindeki sessizliğe
Son olarak şiir okuruna şunu söyleyelim: Latmos orda, dağın tepesinde, ama onun ruhunun da sindiği ve şiir olarak dile geldiği “Latmos’un Kayaları” isteyenin istediği zaman ulaşacağı mesafede…
KISA.. KISA..
Yunus Nadi şiir ödülü
Seçici kurulunda Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz, Muzaffer İlhan Erdost, Turgay Fişekçi ve Doğan Hızlan’ın bulunduğu Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü bu yıl iki isim birden paylaştı. “Şiirin Kıyılarında” kitabıyla Abdülkadir Paksoy, “Gözleri Muhacir” kitabıyla ise İhsan Tevfik 2017 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görüldü. 2017 Yunus Nadi Ödülleri, bugün saat 19.00’da Şişli Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleşecek törenle sahiplerine sunulacak.
SÖYLEŞİ… ETKİNLİK
Özkan Mert’in 55'inci yılı
Altmış kuşağı şairleri olarak bilinen isimlerden Özkan Mert. 55'inci sanat yılını kutluyor. Bugün saat 14.00’te Bostancı Hatay Restoran’da düzenlenen etkinlikte konuşmaların yanı sıra müzik ve şiir dinletisi de gerçekleştirilecek.
Şair Mustafa Köz imzalıyor
Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanlığını da yürüten şair Mustafa Köz, aforizmalarının yer aldığı son kitabı “Gölgenin Külü”nü imzaladığı etkinlikte okurlarıyla buluşuyor. İmza ve söyleşi etkinliği bugün saat 15.00’te Kadıköy Akademi Kitabevi’nde gerçekleşecek.