Taşları bağladılar ibişleri saldılar

Sıradan insanın elinde iki sağlam taş var modern dünyada. Hukuk ve medya. Haksız saldırıyla iş yürüten herkes, hem hukukun hem medyanın kafasını bir şekilde yarabileceğinin de hesabını yapar. Şimdi kimse yapmıyor. Çünkü işte bir kez daha söyleyeyim, taşları bağladılar ibişleri saldılar… Hukuku takan yok. Medya elimizden tümüyle gitti. Biz bize kendi gettolarımızda yazıp çiziyoruz.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com
Çizim: Tarık Tolunay

Güzel ve sevindirici bir haberi hatırlatarak başlayayım. Her sene 15 Eylül’de Hrant Dink’in doğum gününde verilen uluslararası ödül bu yıl Osman Kavala’nın oldu. Osman Kavala üç yıldır tutuklu. AİHM, Kavala'nın makul şüphe olmadan siyasi sebeplerle tutuklanması ve Anayasa Mahkemesi'nin başvuruyu makul bir sürede incelememesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiğine hükmetmişti biliyorsunuz. Bu karar çoktan kesinleşmiş olmasına rağmen hiçbir sonuç yaratmadı. Kavala hâlâ tutuklu. Tahliye kararı uygulanmıyor. Osman Kavala’nın ödülünü özgürlüğünün yakın olması dileğiyle kutlamaktan başka elimizden gelen bir şey yok maalesef…

Hukukun, AYM ya da AİHM kararlarının şu fani dünyada hiçbir sonuca etki etmediği başka durumlar da var. AYM mesela Sendika.org için de tam altı ay evvel bir karar vermişti. Kararda Sendika.org’a getirilen erişim engelinin hak ihlali olduğuna hükmedilmişti. Gelgelelim bu kararı uygulamaya da sulh ceza hakimliği lüzum görmüyor. Anayasa Mahkemesi kararları hiçe sayılıyor. Öyle ya, her karar uygulanacak diye bir şey yok.

Herhangi bir kıymetiharbiye atfedilmeyen kararlardan biri de barış imzacısı akademisyenlerle ilgili. Eylül ayı olduğuna göre bunu da hatırlatmak farz oldu. Geçen yıl 9 Eylül’de, 28. Ağır Ceza mahkemesi aralarında benim de olduğum birçok barış akademisyeni hakkındaki davayı sonuçlandırmıştı ve beraat etmiştik. Daha sonra da farklı mahkemelerden arka arkaya beraat kararları gelmişti. Çünkü öncesinde zaten AYM barış için attığımız imzaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna hükmeden upuzun ve gerçekten iyi bir gerekçeli karar yayınlamıştı.

Normalde bu beraatların bir sonuç doğurması beklenirdi değil mi? Fakat işte AYM as a very big cat, çırpındığıyla kalıyor ve bunca çabadan sonra bir fındık faresi bile yakalanamıyor… Terör suçu işledikleri gerekçe gösterilerek KHK ile işlerinden atılmış yüzlerce akademisyen hakkında -bazı vakaların süründürülmesi hariç- patır patır beraat kararları veriliyor. Sadece ve sadece ifade özgürlüklerini kullandıkları ve suç işlemedikleri kabul ediliyor. Haklarında başka bir dava, ya da başka bir soruşturma yok. Buraya kadar her şey çok iyi çok güzel. Fakat sonuç sıfır… Kampüslere dönülemiyor.

Az evvel fındık faresi deyince aklıma geldi. Geçen gün rüyamda Cebeci kampüsündeki odamdayım. Pencere kenarındaki sardunyanın kurumuş yapraklarını ayıklıyorum. Birden dışarıdan bir kaval sesi geliyor ve aynı anda kitapların, çiçeklerin, tabloların arasından onlarca fare fırlayarak kapının altındaki aralıktan dışarı hücum ediyor! Aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Bunları nasıl görmemişim ben diye. Sonra yavaşça kalkıp kapıyı açıyorum diğer odaların kapı altlarından da koridora sürüler halinde farelerin fırladığını görüyorum. Önlerinde bizim dönemin rektör yardımcılarından Kasım Karakütük yürüyor. Rektör yardımcısını o gün bugündür bir kez bile hatırlamamışken, rüyamda adı ve soyadıyla yer alıyor ve kaval çalıyor! Fareler kavalın peşi sıra akın akın merdivenlerden aşağı inip okulu terk ediyor. Arkalarından ise bir grup barış imzacısı arkadaşım ellerindeki tefi çalarak “ibişlere ısmarladım çay gele, çay gele” şarkısını söyleyerek ilerliyor. Odamdan çıkıp ben de onların peşi sıra gidiyorum. Giriş kapısında ise devasa iguanasını omzuna atmış güvenlik görevlisi Yusuf Bey farelerin ardından kova kova su döküyor. Yusuf’un omzundaki İgo tıpkı bir bebek gibi kahkahalar atıyor. İşte beraatların gerçek hayatımızdaki tek sonucu bu. Kabus mu rüya mı artık siz karar verin ama ben onca farenin boşalttığı bir ortama nasıl döneceğimi çok da kestiremiyorum…

Rüyalar ve riyalar bir yana, bütün bunlar niye bu kadar rahat oluyor, kafam buna takılıyor benim. Acayip işler oluyor. İddialara göre, Uşşaki makamından bir tarikatın üyeleri, şeyhleri tarafından taciz ve istismar edilmiş 12 yaşındaki bir çocuğun ailesini tehditlerle susturmaya çalışıyor! Daha neler neler var hatırlayalım. Mesela evinde hasta eşine bakmak üzere çalıştırdığı yabancı uyruklu genç bir kadın son derece şüpheli biçimde ve silahla öl(dürül)müş olarak bulunan iktidar partisi vekiliyle ilgili dosya, bütün vicdanlarda açık bir yara bırakarak kapatılıyor.

Daha beterleri de olacak. Çünkü… Neyse ben yeni bir konuya geçeyim bu noktada. Aşağıdaki konuyu yukarıdaki ile zoraki ilişkilendirip başımı derde filan da sokmayın. Bugün yeni nesil sütun yazarı çizgimden vaz geçerek Ahmet Hakan gibi ilgisiz “fragmanlar” halinde yazayım diyorum. Yeri gelmişken söyleyeyim, Ertuğrul Özkök “yeni nesil köşe yazarlığı” konusundaki ifadesinde benim tanımımdan esinlenmiş bence. Söyleyeyim ben size. Bakın bu yazımda da tam olarak böyle demişim. “Yeni nesil sütun yazarı…” Gelelim ikinci fragmana.

TAŞLAR VE İBİŞLER

Son derece anlamlı ve bir o kadar da açıklayıcı atasözlerimiz var. Mamafih birçoğunun içine sıkışmış cinsiyetçilik ve türcülük de var. O yüzden de sanırım modifiye etmek gerekiyor bu sözleri. Bunu yapabiliriz Klara. Neden yapamayalım? “Taşları bağladılar ibişleri saldılar” mesela. Bu özlü sözü Türk dil doktorlarına emanet ediyorum. Yemin ediyorum bundan korona aşısı bile çıkar. TDK’ya bakarsak zaten “ibiş” zararsız bir söz. Ortaoyununda çoğu kez aptal uşak rolünü oynayan komedyene deniyormuş. Fakat ekşi sözlüğün cin fikirleri başka anlamlar da ima etmiş. “Her önüne gelene eğilmekten sallabaş olur, her eğilişte şapkası başından düşer” filan demişler. Ben ibişi burada Cenk Yiğiter arkadaşımızın vaktiyle Simmel’e referansla tanımlamış olduğu manada kullanıyorum; “ibiş toplumsal bir tiptir.” Türkiye’nin bilhassa son yirmi yılındaki özel koşullarda siyasi iktidar böyle bir “tip”in yetişmesine imkan tanıdı. Elini serbest bıraktı… Bu kullanışlı tip bir toplumun tüm kazanımlarına ve değerlerine yönelmiş bir talanın “ayakçısı” rolünü üstlendi.

Sıradan insanın elinde iki sağlam taş var modern dünyada. Hukuk ve medya. Haksız saldırıyla iş yürüten herkes, hem hukukun hem medyanın kafasını bir şekilde yarabileceğinin de hesabını yapar. Şimdi kimse yapmıyor. Çünkü işte bir kez daha söyleyeyim, taşları bağladılar ibişleri saldılar… Hukuku takan yok. Medya elimizden tümüyle gitti. Biz bize kendi gettolarımızda yazıp çiziyoruz. Ankara’nın göbeğinde yaşayan kendini sosyal demokrat, solcu, muhalif olarak tanımlayan bir tıp hekimiyle sohbet etim geçen gün. Hayatında Gazete Duvar’ı da Medyascope’u da Bianet’i de, T24’ü de hiç duymamış. Çünkü sosyal medya kullanmıyor. Bitti. Bir gettoda yaşamıyorsak nerede yaşıyoruz biz? Bu hekim, Sözcü’yü ve Halk TV’yi biliyor bilmesine de, Fazıl Say’ın yakın tarihte isabetle kaydettiği gibi Sözcü’nün zaten Akit’ten ne farkı var?

SÖZCÜ TV'NİN BAŞINA ERDOĞAN AKTAŞ GETİRİLMİŞ!

Yeri gelmişken bunu da söyleyeyim dedim. Yakında yayın hayatına başlayacak olan Sözcü TV’nin başına Erdoğan Aktaş getirildi. Bunu biliyor muydunuz? Aktaş muhabir olarak girdiği medya dünyasında, Star TV, CNN, NTV, Habertürk, ATV gibi yakın dönemin önemli medya kurumlarının neredeyse tamamının genel yayın yönetmenliği ya da genel müdürlüğü gibi en tepe pozisyonlarına yükseldi. Hatırladınız değil mi? Şunu da bilin o zaman, Erdoğan Aktaş dünya haber okyanusunun en “dip” seviyesinden bildirmekle nam kazanmış A Haber’in de kurucusu ve genel yayın yönetmeniymiş! Benim cahilliğime verin bilmiyordum. Demek ki neymiş, ulusalcı cenah AKP, MHP, Perinçek milli ve yerli koalisyonuyla artık dolambaçlı yollardan değil öyle dümdüz irtibatını da iltisakını da kuracakmış. Bazıları siyasi iktidarın ihtiyaçlarına göre medyaya ustaca, üstelik muhalif kesimin de alkışları arasında şahane dizayn verir. Bu alanda benim favorim bundan böyle Erdoğan Aktaş. Ak pak taş… Acaba Sözcü gazetesinin Canan Kaftancıoğlu’nu yandaş medyaya filan hedef göstermek gibi yakın tarihli anlaşılmaz birçok hamlesini şimdi anlamalı mıyız? Bilemiyorum… Yani Sözcü TV’nin başına sessiz sedasız Erdoğan Aktaş gelmişse, aynı ailenin üyesi Sözcü gazetesinin de aklı zaten çok yerinde olmayan başına kim bilir neler gelmiştir…

Ben eski nesil haber diline sığınarak diyeceğimi dedim. Kendinize mukayyet olun. Çünkü taşları bağladılar…

Tüm yazılarını göster