Taşra ve kadın: Bkz. Kaşlar arasında iki çizgi
Bugün bir yol üzerinde dört kahvehanenin bulunduğu caddede yürürken fark ettim. Benim de iki çizgim vardı artık. Kahvehanedeki bakışlar beni çok fazla rahatsız ediyordu. Bu bakış bazen alacaklı bazen arsızca bazen de sadece sinir bozucuydu. Gözlerimi kahvedekilerin gözüne dikmeyi düşündüm. Bunu yaptım da.
Sanem Sandıkçı
Yaşım 30’a doğru yuvarlanırken yüzümdeki çizgilerin arttığını keşfettim. Bu çizgiler beni üzmese de düşündürmeye başlamıştı yavaştan. Aynada kendime bakarken annem geldi aklıma. Sabah, akşam, mutlu veya üzgün, her durumda ve her saatte onu terk etmeyen, kaşlarının ortasındaki iki çizgi. Bu çizgi taşranın, mahallenin ve “namus” kavramının mirasıdır. Taşrada kadın yalnız yürürken, erkekleri bertaraf etmek için bu çizgileri de alır yanına. Bir nevi alyans görevi taşır.
Altı yaşındaydım ablamla beraber mahallemizdeki bakkala gidiyorduk. Evden çıktığımızda çeşit çeşit dükkanlar sıra sıra dizilmişti. Dükkân sahipleri kapıların önüne çıkmış mahalleyi kolaçan ediyordu. Bu kolaçanlık zamanla göz süzmeye dönüşüyordu. Birden dükkânların olduğu tarafa ben geçtim. Ablamla yer değiştirmiştik. Ablam o sene liseye başlamıştı genç bir kadındı. Berber dükkânının önünden geçerken yerimden sıçrayarak ablamın yüzünü elimle kapatmaya çalışıyordum. Çünkü berber çırağının ablama bakmasını istemiyordum. Ayrıca ablamın annemdekiler gibi çizgileri yoktu. Onu o an ben koruyabilirdim diye düşünüyordum.
26 yaşında başka bir taşradaydım. Bir önceki taşrayla arasında 869 kilometre mesafe vardı. Bu taşrada da kadınların kaşlarının arasında iki çizgi vardı. Ve taşranın göz bebeği bir de “esnafımız” vardı. Küçük yerde herkes birbirini tanırdı. “Örnek aile” olarak bütün kasaba tarafından sevilirdi. Bir gün bütün halk esnafın eşine lanetler yağdırdı. Önü arkası kesilmez lakırdılar, sözler derken kadın kasabayı terk etmek zorunda kaldı. Esnaf hâlâ gözbebeğiydi kasabadakilerin. Başka biriyle evlenmişti. Olayın perde arkasını kimse bilmiyordu. Ama ben biraz tahmin edebiliyordum. Bir gün sosyal medya hesabından alkollü olduğunu dile getirerek bana mesaj yoluyla sözlü tacizde bulunmuştu. Oysa ki başka biriyle evlenmişti. Çok düşündürdü bu olay beni. Acaba kaç kadına daha yapmıştı bunu? Bu olaydan sonra dükkânın önünden geçtim birkaç kez. Dükkânın önünden geçerken hiçbir utanma alameti yoktu. Ne beden dilinde ne de yüzünde! Taşradan gitmek zorunda kalan kadın geldi aklıma. Birden herkesin gözünde sevimsiz birine dönüşmüştü. Peki ya “gözbebeği esnaf”? Onu hâlâ herkes çok seviyordu. Onun çizgiye ihtiyacı yoktu. Zira taşranın günahı sadece kadının boynundaydı.
“Cins Cins Mekân” kitabının Kahvehanede Erkek Olmak: Kamusal Alanda Erkek Egemenliğinin Antropolojisi adlı bölümünde kahvehaneler için “Kahvehane kadına sokakta ve toplumsal alanda daha sınırlı bir özerklik tanımlayan toplumsal cinsiyet yapısına içkin bir mekanizma işlevi görerek kadının hareketliliğini ve özgürlüğünü sınırlandırmaktadır. Kadınların kahvehane ile ilgili deneyimleri, bu mekândan sokağa yayılan erkek bakışları yüzünden çokça hoşnutsuzluk duyguları içermektedir” diye yazar.
Bugün bir yol üzerinde dört kahvehanenin bulunduğu caddede yürürken fark ettim. Benim de iki çizgim vardı artık. Kahvehanedeki bakışlar beni çok fazla rahatsız ediyordu. Bu bakış bazen alacaklı bazen arsızca bazen de sadece sinir bozucuydu. Gözlerimi kahvedekilerin gözüne dikmeyi düşündüm. Bunu yaptım da. Fakat değişen bir şey olmuyordu. Hatta artık daha tatminkâr bakıyorlardı. Altı yaşımı, 26 yaşımı ve bugünü düşündüm. Erkeklerin kendilerini kadınlardan korumak için neden iki çizgisi yoktu? Belki de vardı ama kendilerini bizden sakınmak için kullanmıyorlardı.