Taşrada kadın direniyor: Temizlik günü yok!
İnci Gürbüzatik'in kaleme aldığı "Deve Boku Savaşları", Epsilon Yayınevi etiketiyle raflarda yerini aldı. Gürbüzatik, roman kahramanları Ayten ve Feride ile taşradaki kadının kişisel tarihini de kuruyor. Ayten sevmediği adamla zorla evlendirilmiş, nikâh masasında adamın ayağının aksadığını görmüş, iyice soğumuş evlilikten de yaşamdan da. Kendince bir direnme biçimi geliştirmiş, ev işi yapmıyor. (Laf aramızda öyle özendim ki!) Temizlik günü dahası saati yok...
Seçil Büker
DUVAR - Hikâye yazarın deyişiyle “Güneş’in tüm kızgınlığı ile yükseldiği, zapt etmediği tek bir delik bırakmadığı” (s.15) Aydın’da geçer. Mutlu son mu? Bilmem ki okur karar versin buna. Deve Boku Savaşları (İnci Gürbüzatik, 2018. Epsilon) adından da anlaşılacağı gibi savaş üzerine. Farkında bile olmadığımız öyle çok savaş var ki romanda. Hangisinden başlamalı? Adından başlamak iyi bir fikir olabilir. Pazara mal getiren köylüler develeri bir yere bağlıyorlar ve onlar yitip gittiklerinde kalan deve bokları çocuklara cephanelik sunuyor. Çocuklara da savaş bahanesi yaratmak kalıyor. Ama bu arada ülkede Kore’ye asker gönderme telaşı var. Gönüllüler de var savaşa yazılan, kolay mı savaşa gitmek, gazi olma ve madalya alma umudu varsa çok kolay. Ülkenin gündeminde her zaman savaş var.
Savaş, çocukların deve boku savaşları aracılıyla çok dolaylı ve keyifli bir biçimde anlatılıyor romanda. İçimiz burkuluyor ama sıkılma ya da bunalma değil bu. Tam tersine anlatı okuru içine alıyor, adeta tutsak ediyor, bırakamıyoruz kitabı elimizden. Foucault’dan ödünç alarak yazınsal metinler için kullandığımız heterotopi (Ayşe Kıran dilimizdeki karşılığı için “başkadüzlem” öneriyor) romanda hep var. Çocukların deve boku savaşlarında kullandıkları sözcükler, silahlar, savaş taktikleri Suriye savaşından alınma. Yazar 1950 yılına günümüzü yerleştiriyor. Bunun çok değişik örnekleri var romanda.
Türkiye’nin tarihi gündemde ama roman kahramanları Ayten ve Feride’nin tarihi yok mu? İnci Gürbüzatik özellikle Ayten odaklı romanında kadının, taşradaki kadının kişisel tarihini de kuruyor. Ayten’in karşı öznesi de var: Feride. Feride o Çalıkuşu’ndan (1922) bildiğiniz Feride değil, bu kez olmuş genelev çalışanı. Kent kent kasaba kasaba geziyor, çünkü evli erkekler yar olmuyor Feride’ye. Ayten sevmediği adamla zorla evlendirilmiş, nikâh masasında adamın ayağının aksadığını görmüş, iyice soğumuş evlilikten de yaşamdan da. Kendince bir direnme biçimi geliştirmiş, ev işi yapmıyor. (Laf aramızda öyle özendim ki!) Temizlik günü dahası saati yok.
Oğlu Coşkun’a ya da görümcesine yaptırıyor temizliği, kendisi ayağını uzatıp dergi ya da roman okuyor. (Madam Bovary gibi!) Kocayı da taktığı yok, adamı durmadan aşağılıyor. Oysa o aşağılanan erkek, evlerini (eski bir Rum evi) almak için ne kadar çok çalışmıştı. “Kendi içine kapanmışlığıyla bir sığınma, korunma, kutu gibi oluşuyla da yuva olma hissi uyandıran evin cazibesine daha gençlik yıllarında kapılmıştı” (s.21). Evin çift kanatlı nakışlı ahşap kapısının üzerinde, profilden yanağı görülen, düzgün burunlu bir erkekle bir kadının başı var. Kapıya gelen bronz sapı tutup, erkeğin başını, kadının bronz başına vurduğunda iki âşık öpüşüyor. Eve her gelen konukla yeniden buluşan âşıklardan ne yazık ki evin içinde eser yok. Evin, kapının, diğer nesnelerin, yüzlerin uzun uzun betimlendiği romanda kabul gününün anlatıldığı bölüm çok gerçek, çok yakın taşrayı bilenlere.
Ayten Esat Mahmut Karakurt’un İlk ve Son (1940) adlı romanını okuyor ama yaşam öyle hızlı ki olup bitenler sürekli okumayı kesiyor. “Erkek yazar kadın okur” demişti Nurdan Gürbilek, Ayten okuyor da öylesine okuyor, İlk ve Son’daki Necla’yı taklit etmiyor, kızıyor ona, erkeğin peşinden gidiyor diye. Yalnız saçlarını Necla’ya benzemek için siyaha boyatıyor o kadar. İlk ve Son’da erkek kahraman Mecdi, Necla’ya “siz saadeti ancak sevdiği adamın hâkimiyetine girerek kazanacağını bilmeyen bir kadısınız” dediğinde Ayten çok kızıyor ve Necla’nın salak ve kafasız olduğunu düşünüyor ve Mecdi’ye beddua ediyor. Saçlarını eski rengine ya da başka bir renge dönüştürmeye karar veriyor.
Erkeğin hâkimiyetine girecek kadına tahammülü yok onun (s.242-243). Gürbilek (“Erkek Yazar, Kadın Okur”, Kadınlar Dile Düşünce. 2004.) roman okuyan kadın kahramanların okudukları romanlardan nasıl etkilendiklerini uzun uzun çözümler. Kadınlara, ihanete uğradıklarında da intikam almaya kalktıklarında da romanlar eşlik ederken Ayten romanı okur ama etkilenmez. Zaten Deve Boku Savaşları’nda İlk ve Son’un sonuna ilişkin bir ipucu da yoktur. Ayten okur beğensin beğenmesin kendi izlencesini kurar ve uygular. Ayten okuduğu romandan etkilenmez, Necla gibi olmak istemez, başkası olma arzusuna kapılmaz. Bu yönüyle de erkeklerin yazdığı romalardaki “roman okuyan kadın”ın yazgısını kırar.
Ayten gerçeklikle bağını yitirmez. Ne istediğini bilir, isteğini gerçekleştirecek gücü vardır ve eyleme geçebilir. Korkusuzca ve fütursuzca! O asla kurban bilincine girmez. Oysa Feride kendisine yöneltilen yıkıcı küçümsemenin de etkisiyle kurban bilincini içselleştirir.
Belki de kadınlara atfedilen saflık, uysallık ve itaatkârlık türü özelliklerin romanda yalnızca Feride’de gözlemlendiğini söyleyebiliriz. Erkeğe özgü erk ve yetkinin toplumun tüm alanlarında başat olmadığını bir kez daha gösterir yazar. Kocası Ayten’e gece komşularla sinemaya gitmesi için izin vermez ama Ayten öyle eylemler gerçekleştirir ki erkeğin iktidarını darmadağın eder. Sert, dövüşebilen, egemen erkek imgesi yok olduğu gibi kadınların saçını süpürge ettikleri ev içi alan da yitip gider romanda. Evi çi ataerkillik sallanırken Ayten’in kocasının (Vural’ın) erki sahte bir görünümle bile korunmaz. İlk ve Son’da Mecdi “erkek nedir, kime denir, bu ismi taşıyan varlığın ifade ettiği mana nedir” diye başladığında ve erkeğin ne olduğunu gösterdiğinde Ayten kitabı fırlatır atar. “Allah kahretsin seni Mecdi” der ve az sonra “kitabını bitir de kocasını Kore’ye yolcu eden Safiye’ye Allah kavuştursuna gidelim” diyen Lütfiye’ye: “Bitirmeyeceğim, sonunu da merak etmiyorum, al götür kitabı” der.
Okur romanı okurken sonunu çok merak edecek.