Tayganın yalnızlığında insanı ve doğayı yeniden keşfetmek: Dersu Uzala ve Vladimir Arsenyev
Dersu Uzala bugün pek bilinmeyen bir eser. Ancak bir dönem Uzak Doğu Sovyeti’nin Azınlıklar Komiseri olarak görev yapmış Vladimir Arsenyev’in hikayesi üzerinden Dersu Uzala’yı okumak bugünün toplumsal çelişkilerine dair ufuk açıcı soruları önümüze koyabilir.
Tarihler 1975 gösterdiğinde ABD’nin büyük sembolik değere sahip Oscar ödülü, sürpriz bir filme layık görülür. En İyi Yabancı Dilde Film Oscar’ı bir Sovyet yapımına verilecektir: Dersu Uzala.
Ünlü Japon Yönetmen Akira Kurosawa, 1970’lerde çekeceği yeni film için Japonya’dan hiçbir destek bulamaz. Çaldığı kapılar açılmayınca soluğu Sovyetler Birliği’nde alır. Kurosawa’ya Moskova’dan tam destek gelince Sovyet-Japon ortak yapımı Dersu Uzala ortaya çıkar. Kurosawa aslında, Sovyet kâşif, haritacı, botanikçi ve etnolog Vladimir Arsenyev’in aynı ismi taşıyan biyografik eserini beyazperdeye aktarır. Rusya’nın en uzak diyarlarında keşif seferlerine çıkan bu genç subayın, bir gece ansızın ‘orman insanı’ Dersu Uzala ile tanışmasını konu alır. İnsanın doğa ile kurduğu ilişkiyi oldukça usta bir şekilde yansıtan film, sadece aldığı ödüllerle yetinmez: Tüm dünyada satılan milyonlarca bilet ile aynı zamanda bir gişe başarısı gösterir.
Dersu Uzala bugün pek bilinmeyen bir eser. Ancak bir dönem Uzak Doğu Sovyeti’nin Azınlıklar Komiseri olarak görev yapmış Vladimir Arsenyev’in hikayesi üzerinden Dersu Uzala’yı okumak bugünün toplumsal çelişkilerine dair ufuk açıcı soruları önümüze koyabilir. Gelin yerli bir ‘orman insanı’ Dersu Uzala ile Rus subayı Arsenyev’in karşılaşmasıyla birlikte açığa çıkan insanın doğa ile ilişkisindeki yaklaşım farklarını -hafif spoiler’lar eşliğinde- hep birlikte inceleyelim.
BİR İÇ KOLONİZASYON HİKAYESİ
Rusya’nın devasa bir ülke olduğu hepimizin bildiği şey. Fakat haritaya attığımız kaçamak bir bakış, Rusya’nın gerçekte ne kadar büyük olduğunu anlamaya pek yetmiyor. Üstelik Rusya’ya dair bildiklerimiz genelde Ural Dağları’nın batısındaki yerlerle sınırlı. Oysa uzaklarında ne var, o topraklarda kimler yaşar bilmiyoruz.
İşte Rusya öylesine büyük ki, uzun bir dönem boyunca kendileri de bu konu hakkında pek bir fikir sahibi değildi. İmparatorluğun iç kolonizasyon politikaları çerçevesinde Rusya’nın Doğusuna uzun bir süredir yerleşimciler gönderilmekteydi. Ancak yine de bu alan üzerinde hakimiyet kuracak kadar bilgi toplamak başlı başına bir iştir. Bu nedenle Vladimir Arsenyev gibi isimler, haritalama, bölgedeki halkları tanıma ve yeni yerleşimler için coğrafi bilgi toplama gibi görevlerle ülkenin doğusuna gönderilir.
Subay okulunda yetişen 1872 doğumlu Arsenyev, doğaya küçük yaşlarından beri ilgilidir. Memleketi Petersburg’un çevresinde uzun yürüyüşlere çıkar, çevresindeki canlıları tanımaya özen gösterir. Meraklı bir karaktere sahip olan Arsenyev 1900 yılında imparatorluğun en uç noktasındaki Vladivostok’ta görev yapmak istediğini bildirir. Aynı yıl Kore, Çin ve Pasifik Okyanusu arasındaki bu kente gönderilir. 1902 yılında emrindeki askerlerle birlikte bölgede bir keşif gezisine çıkar. İşte bu yolcuğunda hayatını değiştiren Dersu Uzala ile tanışacaktır.
HAYVANLARIN VE MADDELERİN ‘İNSAN’ OLDUĞU BİR DÜNYA
Ekibin tayganın derinliklerinde kamp kurduğu bir gün çalıların içinden bir adam çıkagelir. Kendisini tanıtan Dersu, Nanay halkından(1) olduğunu ve geçimini ormanda yaşayıp avcılık yaparak sağladığını dile getirir. Eşini ve çocuklarını yıllar önce suçiçeği nedeniyle kaybettiğini, samur ve geyik avcılığı ile geçinerek ormanda yaşadığını söyler. Yüzbaşı ile gece sohbetlerinden sonra ertesi sabah ekibin rehberliğini üstlenir. Çocukluğundan beri ormanda yaşayan Dersu, tayga hayatının tüm inceliklerini bilir. İz sürme, hava tahmini, nişancılık gibi konularda üstün bir bilgi ve yeteneğe sahip oluşu kısa süre içerisinde tüm grubu etkiler. Keşif sırasında grubun başına gelen pek çok felaket, Dersu sayesinde ucuz atlatılır: Kar, sel, fırtına, açlık, vahşi hayvan saldırıları gibi talihsizlikler karşısında Dersu hem grubun hem de Arsenyev’in hayatını defalarca kurtarır.
Ancak grubu ve özellikle de Arsenyev’i asıl şaşırtan, Dersu’nun doğaya ve insana yaklaşımı olur. Hayatı boyunca şehir hayatına uzak kalmış ve taygada hayatta kalma üzerine geleneksel öğretilerle eğitilmiş Dersu, bir avcı olmasına karşın hayvanları hatta bazı maddeleri dahi ‘insan’ olarak algılar. Ateşten, rüzgardan, domuzlardan, kaplanlardan, kuşlardan... hepsinden ‘adamlar’ olarak söz eder. Hepsine öfke ya da merhamet gibi insani özellikler atfeder.
Avcılık konusunda keşif ekibi çoğu zaman gözü dönmüş bir şekilde davranırken Dersu ihtiyacı kadarını avlar, yiyemeyeceği ya da yanında götüremeyeceği hayvanların avlanmasını gereksiz bulur. Ancak geçmiş günlerden birinde Dersu kendi koyduğu kuralı çiğnemiştir. Kendi dilinde ‘amba’ dediği sibirya kaplanı ile karşılaşan Dersu, diğer hayvanlarla ve maddelerle yaptığı gibi avcı rakibiyle konuşur, onu uzaklaşmaya ‘ikna eder’. Kaplan geri çekilirken Dersu birden tetiği çeker ve sırtından vurulan kaplan yere devrilir. Bunun üzerine kaplanı kendi inanç dünyasına uymayan bir şekilde, ‘kalleşçe’ öldürdüğünü düşünür. O günden sonra kendi sonunun bir ‘amba’ tarafından geleceğine kesin bir şekilde inanır, büyük bir vicdan azabıyla yaşar.
YIKILAN ÖNYARGILAR
Arsenyev’i etkileyen en büyük olaysa tanıştıklarından birkaç gün sonra, terk edilmiş bir kulübe yakınlarında yaptıkları kampı terk ederken yaşanır. Ekip çantalarını toplayıp tekrar yola çıkmaya hazırlanırken Dersu, yüzbaşının yanına gelip pirinç, tuz ve kibrit rica eder. Arsenyev ve askerler şaşırır, kimileri Dersu’nun bunu yardımları karşılığında istediğini ya da bir ‘yerli büyüsü için kullanacağını’ dahi düşünür. Oysa malzemeleri kulübeye güvenli bir şekilde bırakan Dersu’nun amacı, kendilerinden sonra buraya ulaşan kişinin aç ve ateşsiz kalmamasını sağlamaktır.
Sert doğa koşulları içinde yoğrulan bir insanın, hiç tanımadığı diğer insanlara karşı gösterdiği merhamet Arsenyev’i sadece şaşırtmaz. Yüzbaşı kendi iç dünyasında bu olayı epeyce sindirmeye çalışır. Yolculuk boyunca geceleri tuttuğu günlüğe şöyle yazacaktır:
“Dersu’yu yakından tanıdıkça, daha çok seviyordum. Her gün başka bir hayran olunacak özelliğini sergiliyordu. Medeni olmayan insanlarda bencilliğin özellikle kalıtsal olduğunu, insaniyetin, insan sevgisinin ve başkalarına karşı düşünceli davranmanın Avrupalılarda bulunan özellikler olduğunu düşünürdüm. Anlaşılan yanılmışım. Bu düşünceyle tekrar uykuya daldım.”
DERSU’NUN SONU
Türlü maceranın ardından Yüzbaşı ile Dersu yakın dost olur. Ancak yolları ayrılır. Arsenyev onu kendisiyle birlikte şehre davet etse de Dersu ait olduğu yerde, taygada kalmak istediğini söyler. Yıllar sonra Arsenyev yeni bir keşif gezisine çıktığında Dersu onları yakalar ve iki dost yeni maceralara atılır. Bu keşifler ve seyahatler çoğu zaman ölümle burun buruna sürüp giderken günlerden bir gün Dersu nişancılık yeteneğini kaybettiğini fark eder. Yaşlandığı için gözleri artık keskin değildir, bu durum da bir avcı için ölümle eşdeğerdir. Durumun ciddiyetini fark eden Arsenyev Dersu’yu bir şekilde kendisiyle birlikte şehre dönmeye ikna eder.
Yüzbaşı Dersu’ya evinin bir odasını düzer. Fakat bu durum Dersu için hiç de kolay değildir. Tüm yaşamını bambaşka bir kurallar düzenine göre yaşayan biri için odun kesememek, suya para vermek, dilenen yerde atış yapamamak anlaşılabilir şeyler değildir. Nihayet canına tak eden Avcı, 1908 yılında bir sabah sessizce ait olduğu yere, taygaya geri döner. Ne yazık ki kısa bir süre sonra polis Arsenyev’e Dersu’nun şehirden fazla uzaklaşamadan cinayete kurban gittiğini söyler. Yüzbaşının hediye ettiği silah elinde ormanlıkta uyurken bir grup soyguncu tüfeği çalmak için Dersu’yu uykusunda öldürüp kayıplara karışır. Olay yerine giden Arsenyev, kaçınılmaz suçluluk duygusuyla acı içinde dostunu toprağa verir.
ARSENYEV VE ‘ÖTEKİ’ ÜZERİNE
Dersu’nun doğa ile kurduğu ilişkiyi anlayabilmek için onun hikayesi kadar Arsenyev’in de hikayesini dinlememiz, yazdığı kitap üzerine konuşmamız gerekiyor. 1900’lerin başında tuttuğu günceden yola çıkan ancak 1922’de basılan kitap, her ne kadar Dersu’nun çevresinde bina edilmiş olsa da kaşifimiz bize derinlikli bir eser sunuyor. Yani bakmayın Arsenyev’in bir subay olduğuna, kendisi gördüğü eşsiz manzaraları ya da konuştuğu sayısız halkı bize bir asker kafasıyla değil, bir şair gözüyle aktarıyor.
Sadece gördüğü manzaralar dair değil, kendi içine dair de şeffaf bir durum söz konusu. Eser birinci tekil kişi ağızından yazıldığı için objektifliği şüphe götürüyor olabilir. Ancak Arsenyev kendi iç çatışmalarını dışarıya aktarımda oldukça dürüst sayılabilecek bir yazar. Hele ki tüm bu maceralardaki statüsü hesaba katıldığında. Sık sık kendi kararları ve davranışları ile çatıştığına tanıklık ediyoruz. Utançlarını, zayıflıklarını bize korkmadan aktarıyor.
Bir diğer konuysa Arsenyev’in ‘öteki’ye olan yaklaşımıdır. Arsenyev, taygada geçirdiği zaman boyunca diğer halklarla tanışır onların geleneklerini öğrenir. Bu anlamda yolculuk boyunca bakış açısı gittikçe açılır.
Örneğin Sibirya soğuğunda çoğu zaman bir yurdun içerisinde yaşayan bir halk olan yerli Udegelere(2) dair bakışı son derece ilginçtir. Günlüğünde şöyle yazıyor Arsenyev: “Akşam Suntsai bize balık ikramında bulundu. Kılıçbalığından biraz küçük, bütün bir somon balığı hazırlandı. Çiğ balığa karşı duyduğumuz Avrupalı önyargılarından sıyrılarak, Udege ziyafetinin hakkını verdik.” Udege gençlerinin süslü kıyafetler ve mızraklarla yaptığı avlar, yazarımızı ayrıca etkiler. Belki de bu yüzden daha sonra onu Geleneksel Udege Av kıyafetleri ile göreceğiz…
SINIFSAL BAKIŞ
Bunda abartılacak bir şey görmüyor olabiliriz. Ancak bahsettiğimiz dönemde farklı gelişmişlik seviyesine sahip halkların değerlerine yaklaşım konusunda ciddi bir mesafe kat edilmemişti. Hatta bırakın değerlere yaklaşımı, dünyanın büyük bir çoğunluğu açıkça sömürülmeye devam ediyorken sadece küçük bir azınlık ‘insan’ olarak değerlendiriliyordu.
Bu anlamda Arsenyev’in eserinin ilk bölümlerinde bazı yüzleşmeler yaşadığını görüyoruz. Yukarıda gördüğümüz üzere Dersu’nun kendi alanındaki bilgeliği, onun diğer halklardan öğrenilecekler noktasında kendi bildiklerini sorgulamasına neden olur. Ayıca karşılaştığı halkları ve insanları sosyo-ekonomik arka planlarına göre sınıfsal bir şekilde zihninde analiz ediyor oluşu dikkate değerdir.
Örnek vermek gerekirse şöyle yazıyor Arsenyev: “Denize yakın bir açıklıkta yerlileri sömüren bir derebeyi olan Dolganov yaşıyordu. Servetini fakir insanları ezerek elde etmiş bir adamın evini ziyaret etmek için herhangi bir istek duymuyordum, böylece doğruca denize doğru yürüdük.”
Bir başka çarpıcı örnek vermek gerekirse eğer, bir keresinde grup türlü zorluklarla karşılaştıkları bir yolculuğun ardından aç biilaç kendisini bir Çinli köyüne atar. Burada yardım istemek için ilk gördükleri kapıdan içeri girerler. Tam o esnada içeri çiğ ve göze batan bir samimiyet gösterisinde bulunan varsıl bir Çinli girer, grubu kendi evine misafir olarak alır. Ekip ev sahibinin çeşitli davranışlarından rahatsız olur ve işin içinde bir bit yeniği olduğu düşüncesiyle evden ertesi gün ayrılır. Takibindeki günlerde yolculuklarına devam ederken Udege halkının çadırlarına rastlarlar. Ancak Udegeler, alışılmadık şekilde gruba soğuk davranmaya başlarlar. Çok geçmeden bu soğukluğun, nedeni anlaşılır. Evlerine gittikleri Çinli yerlilere zulmederek servetini kazanan biridir. En sonunda bu zorbalıklardan bunalan halk, resmi kurumlara şikayette bulunur. Bu kurumlarsa ‘Arsenyev’in o taraflara geleceğini ve sorunları çözmede yardımcı olacağını’ dile getirir. Çinlinin göstermelik samimiyeti böylece açıklanır ancak yerlilerin Arsenyev’e güvenmesi zaman alır, çünkü Çinli ile iş birliği yaptığını düşünürler. Nihayetinde Arsenyev meseleyi şehre vardığında çözmeye çalışacağına dair söz vererek Udegelerin yanından ayrılır.
ARSENYEV’İN SONU
Gelelim yazarımızın daha sonra hayatına nasıl devam ettiğine. Çeşitli keşiflere devam eden Arsenyev, bölgedeki müzelerde üst düzey görevler üstlenir. 1910-1916 yılları arasında kaçak avcılara ve çetelere karşı düzenlenen kimi seferlere katılır. Ekim Devrimi ile birlikte başlayan İç Savaş’ta Bolşeviklerden yana saf tutar. Bilimsel çalışmaları nedeniyle yaşadığı bölgede kurulan Uzak Doğu Sovyet Cumhuriyeti’nde Azınlıklar Komiseri olarak görev alır, Vladivostok Halk Üniversitesi’nde çalışmaya başlar, profesör unvanı verilir. Keşif seferlerinde kaptığı zatürreye bağlı kalp yetmezliği sonucunda 1930 yılında hayatını kaybeder.
Bugün Arsenyev’in koleksiyonu Rusya’nın çeşitli müzelerinde boy gösteriyor. Bunlar arasında etnografik açıdan çok değerli eserler var. Fakat en büyük eseri, bizi Dersu Uzala ile tanıştırmasıdır. Bizim de Dersu Uzala’dan bir şeyler öğrenmemizi istemiş olmasıdır.
‘YERLİ BİLGE’ KLİŞESİ Mİ?
Yine de Dersu Uzala eserine eleştirel bakmaya çalışalım. Kimilerinin gözünde bu eser ‘bilge Asyalı yerlinin felsefi öğütleri’ başlığı altında klişe bir yer edinecektir. Hakikaten sinemada ve edebiyatta özellikle farklı bazı inançsal unsurları ön plana çıkartıp böylesi bir sığ anlatı tercih edenler var. Ancak Arsenyev’in hem eseri hem de kendi hikayesi çeşitli nedenlerden dolayı bu ihtimale savrulmuyor. Her şeyden önce kitabın yazıldığı yıllarda ‘yerli bilge’ anlatısı asla anaakım değildi. Yerliler edebiyatta kendilerine daha çok ‘barbar’, ‘cahil’ ya da ‘yamyam’ olarak yer bulabiliyordu. Bunun haricinde Arsenyev kendi görüşlerindeki değişimi bizimle paylaşma cüreti gösteriyor. Ya da farklı halkalara merakını gizlemiyor.
Tüm bunlar, Dersu Uzala’nın doğa ile kurduğu ilişki ile birleşince zihinde klişe değil, ufuk açıcı bir yere oturuyor. Dersu, bir aziz gibi resmedilmiyor. Kendi korkuları ve pişmanlıkları olan biri. Sadece bir şehir insanına göre hayret verici değerlere ve dünyayı okuyuş şekline sahip. Bu da ister istemez, şehirli olan okuyucuları yanıltabiliyor.
İnsanın doğa ile olan mücadelesi ve kurduğu ilişki, biz bu gezegende var olduğumuz sürece eskimeyecek bir gündem. Bu yüzden Dersu Uzala’yı ve Vladimir Arsenyev’i ara ara tekrar düşünmek gerekiyor…
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
1- Dersu Uzala, Vladimir Arsenyev, Çeviri: Seda Çingay (Alter Yayıncılık)