Kasım ayı başında İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklama, şiddet şikâyet başvuruları ile verilen koruyucu tedbir kararlarında artış olmasına rağmen ataerkil şiddetin cinayet oranlarında azalma yaşandığına dairdi. Şiddetle mücadelenin etkin yürütüldüğü ve bu sayede cinayet oranlarının düştüğü belirtilmişti açıklamada: “Yılın 10 aylık döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre 6284 sayılı kanun kapsamında şiddet mağdurlarına yönelik koruyucu tedbir kararı yüzde 46, şiddet uygulayanlara yönelik önleyici tedbir kararı yüzde 70 oranında arttı.” 4 Kasım tarihli açıklamayla, ataerkil şiddetle mücadele kapsamında şiddet başvuruları ile verilen koruyucu ve önleyici tedbir kararı oranlarındaki artışa rağmen ataerkil cinayet oranlarında düşüş yaşandığı belirtilmişti. “Bu yılın 10 aylık döneminde kadın cinayetleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 27 oranında düştü. Bu yılın ekim ayı ile bir önceki yılın aynı dönemi mukayese edildiğinde ise azalış yüzde 14 oldu.” Veriler doğruysa bile oranlardaki ivme farkı, şiddetle mücadele yürüten makamların dikkatinden kaçmamalıydı. On aylık süreçte toplam olarak yüzde 27 olan düşüşün onuncu ayda sadece yüzde 14’de kalması cinayet oranlarının artacağına işaret olarak görülmeliydi. Ancak yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek yerine alınan tedbirlerin semeresiyle övünmek yoluna gidildi.
Nitekim ayın başında gerçekleştirilen bu açıklamaya rağmen kasımın ilk iki haftasında ülkenin çeşitli yerlerinde 20 kadın ataerkil cinayetlerle öldürüldü. Hele bu iki haftalık sürecin son üç günde üst üste gelen 9 cinayet haberiyle sarsıldı ülke. Farklı yerlerde farklı faillerce ama aynı saikle, ataerkil şiddetle hayattan koparılan kadınlar, siyasi gündemde kendisine yer dahi bulamadı. Muhalefet partileri sadece kadın milletvekillerinin bu konuya eğilmesini beklerken iktidar, kadın karşıtı politikaları sürdürüyor.
Şiddetle mücadeleye ‘sıfır tolerans’ sloganını diline yerleştiren bakan aynı konuşmada, kadın örgütlerini itibarsızlaştırmaya çalışıyor örneğin. Ataerkil cinayet rakamları için ‘kadın örgütleri abartıyor, İçişleri Bakanlığı'nın verilerine itibar edin’ diyebiliyor. Bakan Zehra Zümrüt Selçuk’un bu konuşmasından yaklaşık bir ay sonra ise bütçe sunumu için verdiği faaliyet raporundan ise gerçekte şiddet verilerinin kendi bakanlığında toplanmakta olduğunu öğreniyoruz. Adalet ve İçişleri bakanlıklarıyla ortak yürütülen çalışma sonrası haziran ayından itibaren Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nda veri koordinasyon merkezi kurulduğu açığa çıkıyor. Ancak sayın bakan elinin altındaki verileri kamuoyu ile paylaşmak yerine ‘her kadın cinayeti, kadın cinayeti sayılmaz’ açıklamasını yapabiliyor. İntihar ve şüpheli ölümleri derinlemesine incelemek yerine, peşinen cinayet listelerinin dışına alıvermek kolaycılığı, şiddet verilerini düşük göstermek yönündeki iktidar politikasının sonucu kuşkusuz. İntihar sonucu ölümlerin kaçı gerçekten kişinin kendi yaşamına son vermesi, kaçı intihara zorlanma sonucu, kaçı intihar süsü verilmiş cinayetle gerçekleşmiş ölümlerdir, bunu araştırmak gerekir. Ama işin kolayı intiharlar gibi kaza mı değil mi açığa çıkarılamayan ölümleri de bir çırpıda 6284 kapsamının dışına alıvermek olarak uygulanıyor.
Uygulamada görülen bu veri sorunu gibi şiddeti düşük gösterme çabasının açık bir politika olarak seçilmesi, ataerkil şiddetle mücadeleyi zaafa uğrattığı gibi şiddet failleri için de teşvik edici bir etkiye sahip maalesef. İktidar sahipleri bu gerçeği görmekten öylesine uzak ki toplumun dikkatini şiddetle mücadeleye çekerek farkındalık yaratmak, şiddet karşıtı zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek yerine ataerkil şiddeti düşük göstermeyi seçiyor. 2020 yılının ilk iki ayında ülkesinde 11 kadının ataerkil cinayetlerde öldürülmesi üzerine mart ayında ulusal yas ilan etmişti Portekiz. Portekiz’den biraz ibret alınması gerekiyor. Şiddetle mücadele sorunu gizleyerek değil tersine dikkati sorunun üzerinde yoğunlaştırarak etkin bir şekilde gerçekleştirilebilir. Gerçekten iktidar olma sorumluluğunu yerine getirseler Portekiz’de iki ayda yaşanan cinayet sayısının bizim ülkemizde üç, dört günde gerçekleşiyor almasını dikkate alarak kadın örgütlerini itibarsızlaştırmaya çalışmak yerine tersine işbirliği yapar, şiddetle mücadele için sivil toplum örgütleriyle işbirliği yaparlardı.
Bu yıl parlamentonun iktidar üzerinde baskı kurmayı ve toplum nezdinde dikkati şiddetle mücadele konusuna yoğunlaştırmayı hedefleyen bir başka uygulama da Hırvatistan’dan geldi. Hırvatistan Parlamentosu ataerkil cinayetlerle öldürülen kadınların anısına saygı duruşuyla açıldı, eylül ayında. İstanbul Sözleşmesi’nin 4/3’üncü maddesine yorum bildirimi vermekle Türkiye’deki sözleşme karşıtı kara propaganda yürütenlerin gözdesi haline gelen bu ülkenin şiddetle mücadele yönünde etkili bir sembolik duruşla yasama yılını başlatmasından ibret alsalar keşke. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özel oturumla toplanmasını, şiddetin ve şiddetle mücadelenin her yönüyle değerlendirilmesi yoluyla mücadeleye katkı verilmesi mümkün. Özel oturum gün boyu konunun tartışılması, yapılanları, eksiklikleri ve uygulamadaki aksamaların giderilmesini sağlayacak yeni önlemler alınmasını mümkün kılacaktır. Aynı zamanda şiddetle mücadele mekanizmalarında çalışmakta olan kamu görevlilerinin görev bilincini yükseltmeye de katkı sunabilecektir. Fakat önümüzde neredeyse bir hafta kalmış olmasına rağmen iktidar kanadından bu yöndeki taleplere hiçbir cevap gelmedi. Daha kötüsü muhalefet kanadından de ses gelmeyişi. Meclis Başkanlığına 25 Kasım Çarşamba günü kadına yönelik şiddetle mücadele için özel oturum talebi içeren önergeler yağmur gibi yağmalıydı ama tek bir önerge dahi yok ortada.
Neler var peki gündemde dersek, çocuk istismarcılarını affetme girişimini, İstanbul Sözleşmesi aleyhine çalışmalar olduğunu hemen hatırlarız. Sözleşme hilafına aile arabuluculuğu teklifinin eski BoşanMA Komisyonu Başkanı Ayşe Keşir tarafından tekrarlandığını görürüz. Bizzat Bakan Selçuk tarafından yoksulluk nafakasına süre sınırı önerildiğini de görürüz. Kısacası Türkiye’de iktidarı, muhalefetiyle siyaset kadına yönelik şiddetle mücadele için adım atmak yerine kadına yönelik siyasi şiddet uygulamayı seçmiş görünüyor. Muhalefet içinde bazı kadın vekillerin canla başla kadın kazanımlarını korumak için uğraşıyor olması, şiddetle mücadele ilkelerine uygun söylemle konuya dikkat çekiyor olması, eşitlik mücadelesi gereği yeni politikalar öneriyor olması siyasetin erkek tarafını sorumluluktan kurtarmadığı gibi ataerkil şiddetle top yekûn mücadeleyi de imkânsız kılıyor.