Cumhuriyet Kürtçeyi içselleştirmedi. Şark Islahat’la Kürtçe’nin sokakta-çarşıda kullanımı yasaklandı. Garpta da resmen “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası vardı. Sorun ne dilde ne de kimlikteydi; sorun, egemen Türkçü zihniyetin “eşit vatandaşlık” önüne diktiği duvardaydı. Masallardaki “az gittik, uz gittik” tekerlemesi misali “eşit vatandaşlık”ta Tanzimat’tan bugüne bir arpa boyu yol. Tanzimat’ta “eşit vatandaşlık” mücadelesinde 1862’de Rumların, 1860 ve 1863’te Ermenilerin, 1865’te Yahudilerin nizamnameleri/anayasaları onaylandı ve devamında 1876 Anayasası hazırlandı. Kazanımlar Abdülhamid’in 1878 darbesiyle tırpanlandı; meclis kapatıldı ve anayasa ilga edildi.
1908’de Abdülhamid istibdadına karşı açılan devrim kapısı, İttihatçıların 1913 Ocak darbesiyle kapatıldı. 1878 ve 1913 darbesi, özünde aynıydı; demokratik gelişmeye setti. Ve 1923, 1913’teki İttihatçı rotanın zirvesiydi. Türk millî devlet rotasının iki temel unsuru dinen Sünni İslam ve milleten Türk’tü. Ekonomi politiği de demografik ve iktisadi yapıdan Sünni İslam ve Türk olmayanın tasfiyesiydi. 1914’ten 1923’e gayri Türk gayri Sünni İslam Hıristiyan milletler Anadolu’nun demografik ve iktisadi yapısından tasfiye edildi. Artık gayri Türk İslam milletler hedefteydi; Kürtler… Bugüne geldik, amma rota aynı rota; “iyi” denilecek “sapmalar” da misliyle yok ediliyor, bir adım ileri üç adım geri. Kürt meselesi özelinde yol haritasının açıklandığı Dolmabahçe baharını yaşamadan zemheriye girdik.
Kürtçe’nin Kürt meselesi özelinde Cumhuriyet yolculuğu geniş bir konu. “Dün öyle bugün böyle”nin haberini paylaşacağım. Ankara’da gazeteci arkadaşımız Serkan Alan’ın haberinden öğreniyoruz ki, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, HDP Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan’ın Kürtçe hakkında verdiği araştırma önergesini kara kaplı kitabın bilmem ne maddesine göre, “kaba ve yaralayıcı” olduğu gerekçesiyle iade etti. Oysa aynı önerge, iki yıl önce yine Şentop başkanken kabul edilmişti. Bu halde önergenin kapsamının gereğini yapıp yapmamaya gelemedik. Önergeyle Kürtçe (Kurmanci, Zazaki, Gorani, Sorani) dilinin resmi dil olarak kabul edilmesi, kamu hizmetlerinde kullanılması ve anayasal güvenceye alınması, anadilinde eğitimin önündeki anayasal ve politik engellerin kaldırılması için gerekli çalışmanın yapılması amacıyla Meclis araştırılmasının açılması isteniyordu. Talep, araştırılmasıydı. Önceki önergesiyle ilgili ne yapıldığı hakkında bilgi vermeyen milletvekili Ömer Öcalan, seçime gidilen süreçte iktidarın Kürtçeye dönük baskılarının arttığını vurguladı: “Son dönemde Kürtçeye dönük konserlerin, tiyatroların yasaklamaları da bunun bir göstergesi. Milliyetçiliğin palazlandırılması durumu söz konusu.”
Kürtçe de Türkçe de bir anadildir. 1935 Nüfus Sayımı’nda(1) 16,2 milyonun 13,9 milyonu “anadilim Türkçe” ve 1,5 milyonu “anadilim Kürtçe” dedi. 31 anadilin dağılımında 154 bini Arapça, 92 bini Çerkezce, 58 bini Ermenice, 109 bini Rumca, 43 bini Yahudice, 18,2 bini Bulgarca ve 33 bini Pomakça’ydı. Cumhuriyet’in 31 anadille sınavı hayli kapsamlı konudur, 87 yıl sonra toplam nüfus 5,2 katlık artışla 85 milyona yükselirken, ne acı ki Ermeni, Rum ve Yahudi nüfus toplamı 210 binden tahminen 100 binin altına indi. 87 yılda tekçi/Türkçü tasfiye ve asimilasyon politikasıyla diğer anadiller için de sonucun farklı olduğunu sanmıyorum, milletlerin ‘anadil bahçesi’ solduruldu!
TBMM’de Kürtçe’nin araştırılmasına “evet” denmese de Saray’ın kulis kalemi Abdulkadir Selvi yazıyor ki, önerge sahibi milletvekili Ömer Öcalan ya da Mehmet Öcalan, Abdullah Öcalan’la görüşmek üzere İmralı’ya gidebilecekmiş. Ziyaretle ilgili iki soru da eklenmiş: “Ama önemli olan bu görüşmeden ne çıkacak? Öcalan, Kandil’e ve HDP’ye bir mesaj gönderecek mi?” Peki, Öcalan’ın Kandil’e ve HDP’ye ne demesini merak ediyorsunuz? Yazar, iki soruyu net yazmış ve hiç ‘bilinemeyen’ bir konuya da açıklık getirmiş: “Öcalan’la görüşme konusunu yazınca hemen AK Parti yeni bir çözüm süreci mi başlatıyor şeklinde tartışmalar başlatılabilir. Ama peşin olarak söyleyeyim ki öyle bir çalışma da yok, ben de öyle bir izlenim edinmedim.” Yani “siz anlayın böyle yazdım” der gibi, öyle anlayan ‘analizciler’ de beklemedeydi!
“Çözüm süreci yok” dense de bu ve benzeri her haber/fısıltının, ‘bir şeymiş’ gibi yorumlandığının şahidiyiz. Kürt meselesinin hacmi karşısında böylesi ‘fısıltılı yaklaşım’ da derdin ne olduğunu anlaşır kılmaktadır. Öylesine yorumcular var ki, papatya falına bakar gibi neler döktürüyor neler, sabun köpüğü misali. 2019’da tekrarlanan İstanbul yerel seçimi öncesinde postacının Öcalan’dan getirdiği mektup da hatırımızda.
Kürtçe üzerinde o kadar dikkatle duruluyor ki, Ömer Öcalan gibi TBMM kürsüsünde bir milletvekilinin ağzından dökülen Kürtçe kelime tutanağa “XX” olarak yazıldı. Ne demekse? Sayın Şentop hatırlıyor olmalı, kendisi de o tarihte milletvekiliydi. 5 Ocak 2016’da HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in TBMM Genel Kurulu’nda konuşmasındaki birkaç Kürtçe kelime Meclis tutanaklarında “XX” olarak kaydedildi. (2) Her insanın rahatsız olacağı haldir, ne demektir anadilinde iki kelimenin “XX” olarak yazılması?
Baydemir’den 96 yıl evvel Muş Mebusu Hacı Ahmet Hamdi, Baydemir’e kıyasla daha özgürdü. Diğer bir deyişle 2016’da Baydemir, 1920’deki Hacı Ahmet Hamdi’nin kürsü özgürlüğüne sahip değildi. 30 Kasım 1920’de Hacı Ahmet Hamdi’nin kürsüde Kürtçe söylediği cümle tutanağa aynen yazıldı. Gündem 1921 Anayasasıyla ilgili tasarının müzakeresiydi. Meslek esasına göre mebus seçiminin ‘riskini’ öteki Ermeni’ye kıyasla izah eden mebus Hacı Ahmet Hamdi, 1327’de [1911] Şiran’da Mal Müdürüyken yaşadığı olayı aktardı. Şiran’da mahkeme âzası Haro Ağa ile kâtibinin imza için bir kararnameyi kendisine getirdiğini belirten Hacı Ahmet Hamdi, aralarında geçen Kürtçe konuşmayı, Meclis zabit kâtiplerinden dikkatli yazmasını istedi: “Kararnameyi imzalarken (Babo, ne ızha yekem, ne seravi mulazayiha bikem, bekiçe müntefişeki han) diyor. İşte efendiler, (imzaya) ızha, (şerhe) şer, (mülâhaza) ya mülâzayı, (müfettişe) müntefiş diyen bu kabil insanlardan Meclise getirilecek azadan yapılacak halita [karışım] demirci potası halitasından başka bir şey olmaz. Ben isterim ki, halkımızdan getirilecek halita altın olsun.”(3)
1920’de Kürtçe kelimeler TBMM zaptına Muş Mebusu Hacı Ahmet Hamdi adına yazıldı, ama 2016’da ise HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in Kürtçe birkaç kelimesi “XX” olarak kaydedildi. Bu halde hangi mebusun kürsü özgürlüğü vardır?
1920’de Kürtçe kelimeler zapta yazılırken sorun yaşanmadı, hiçbir kimse bağırmadı, çağırmadı ve saldırmadı. Hatta bazı mebuslar kendisini bölgesel bir kimlikle tanımladı. Siverek mebusu Lütfi, “Efendiler bugün bendeniz Kürdistan mebusuyum”(4) ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, “Lord Curzon’a bağırıyoruz ki; biz Kürdistan’ın hakiki vekilleriyiz. Senden ve senin siyasetinden Musul’u istiyoruz ve alacağız!”(5) ve Mazhar Müfid (Hakkâri) de, “Ben de bir Kürd mebusuyum. Lord Curzon’un tahkiratına [hakaretine] karşı Kürd mebuslar sükût edemez [susamaz]. […] Kürdistan’da mebus olmak şeraitine haiz pek çok zevat varken […]”(6) dedi. Mebuslar kendisini vilayetin üstünde tarihi, coğrafi kimlikli ve bölgesel çapta konumlandırdı, öyle de tutanağa yazıldı.
Kürdistan’ı TBMM Reisi Mustafa Kemal de bilmiyor değildi. Çünkü Kürt meselesi ve çözüm beyanı, Amasya Protokolü’nün maddelerinden biriydi.(7) Bu, Meclis’in ilk aylarında TBMM Reisi Mustafa Kemal’in Elcezire Cephesi Kumandanlığına verdiği 27 Haziran 1920 tarihli talimatın konusuydu: “Kürdistan hakkında, Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin [Hükümetin] Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatıdır […].”(8) İçeriğini tartışmak saklı kalmak kaydıyla, çözüm amaçlı yapılacaklar beş maddede sıralandı. 4’üncü maddede özetle, “Kürdistan dâhili siyasetimiz Elcezire Cephesi Kumandanlığı tarafından yönetilecektir” deniyordu.
TBMM’nin birinci dönem tutanağının sayfalarında Kürdistan’ı veya Lazistan’ı okuruz. 1926’da vilayet adı Rize olan Lazistan’ın altı mebusundan biri Ziya Hurşit’ti. ‘İkinci Grup’ muhalefetiyle var olan TBMM’nin “birinci dönem kürsü dili” ikinci döneme kıyasla daha özgürdü. İkinci dönemde özellikle Şark Islahat Planı’dan sonra, Kürtçe yasaktı ve “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla da dillerin susturulması hedeflenmişti. TBMM’nin birinci dönemi geride kalmıştı ve Cumhuriyet, “eşit vatandaşlığın” inşası temelinde kurumsallaşmadı. Sonrasında da “eşitsizlik” sistemleştirildi!
NOTLAR
(1)1935 Genel Nüfus Sayımı, s. 135.
(2) TBMM Tutanak Dergisi, dönem: 26, cilt: 3, s. 45.
(3) TBMM Zabıt Ceridesi (ZC), devre: 1, cilt: 6, s. 156-157.
(4) TBMM Gizli Celse Zabıtları (GCZ), cilt: 3, s. 564.
(5) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 26, s. 506.
(6) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 26, s. 507-508.
(7) Amasya 2. Protokolün birinci maddesi (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt: 4, Kaynak Yayınları, İstanbul, s. 341) Nutuk’ta sansürlendi (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1920), cilt: 1, Devlet Matbaası, İstanbul-1934, s. 174).
(8) TBMM GCZ, cilt: 3, s. 550-551.