Tekalif-i Milliye (Milli Vergi) emirleri ve korona için bağış

Korona virüsü gibi son derece tehlikeli bir virüsle boğuşuyoruz. Devlet, kasası boş olduğu için vatandaşlara yardım etmek yerine onlardan yardım istiyor. Konuya ilişkin yapılan tartışmalar ise, bu ülkenin mahzenlerindeki iğrenç kokuyu gün ışığına çıkartıyor.

Abone ol

Taner Akçam*

Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan, bağış kampanyasına karşı çıkanları, “kendi tarihini bilmeyenler” olarak tanımladı. Oysa, kendisine eksik ve yanlış bilgi verildiği için “kendi tarihini bilmeyen” kişi konumuna düşen Cumhurbaşkanının kendisi maalesef.

Şöyle demiş Sayın Erdoğan, “Kurtuluş Savaşı başlarken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tekalif-i Milliye denilen 10 maddelik bir emir yayımlamıştır. Bu emirle milletimizin elinde bulunan silahtan cephaneye giysiden yiyecek içeceğe, makineden binek hayvanlarına kadar savaşta ihtiyaç duyulan hemen her malzemenin belirli bir oranı talep edilmiştir”. Yanlış bilgiler şunlar, birincisi, bu emirler savaşın başlarında değil, sonlarına doğru 7-8 Ağustos 1921 tarihlerinde verilmiştir. İkincisi, burada gönüllülük temelinde bir talep etme değil, zorla el koyma söz konusudur. Üçüncüsü, zorla el konulmuş bile olsa, alınanların karşılıkları sulhtan sonra ödenecektir. Dördüncüsü, hem emirleri uygulamada suistimal yapan hem de emirlere muhalefet ederek mallarını gizleyenler vatan haini ilan edilecek ve cezalandırılacaklardır. Beşincisi, zorla el konulan malların yüzde 75 kadarı sürülmüş Ermeni ve Rumlara aittir; Altıncısı, Nisan 1923’te bu zorla el konulan malların değerlerinin geri ödenmesi için kanun çıkartılmış, ama kanunda hileye başvurularak Ermeni ve Rumlara hiçbir geri ödeme yapılmamıştır ve Hükümet bunu da itiraf etmiştir.

Bir ülkenin Cumhurbaşkanının, Türkiye tarihine ilişkin bu kadar fazla hata yapması gerçekten üzücüdür.

Ama eklemem gerekir ki “kendi tarihi bilmeyenler” kategorisine sayın Kılıçdaroğlu’nu da eklemek zorundayız. O da, Tekalif-i Milliye sırasında toplanan “6 milyon 3 bin 663 lira yardım yapanlara geri ödendi”, demiş.

Tekalif-i Milliye (Milli Vergi) Emirleri:

Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkomutan sıfatıyla Mustafa Kemal, 7-8 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye (milli vergi emirleri) olarak bilinen 10 ayrı emir yayımlar. Amaç, Yunanistan’a karşı yürütülen savaşı finanse etmek ve savaş giderlerini karşılamaktır. Her bir emir ayrı bir konuya ilişkindir. Birinci emirde kurulacak komisyonlar düzenlenir. İkinci emirde silah ve cephanelerin 3 gün içinde teslimi istenir. Üçüncü emirde halktan toplanılacak malların listesi çıkartılır ve “bu emre muhalefet ederek malını gizleyenler veya suistimali görülenler kim olursa olsun hıyanet-i vataniye ile cezalandırılacaktır”, denir. Dördüncü ve beşinci emirlerde, yiyecek ve giyecek maddelerinin ve tüccarların mallarının yüzde 40’ına el konacağı ve ama geri ödemek amacıyla karşılığında mazbata verileceği söylenir vb. vb. Birçok emirde, kanuna karşı çıkanların kim olursa olsunlar “vatana ihanet suçuyla cezalandırılacakları” tekrar edilir.

Emirlerin içinde, Hem Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun hem de basının bahsetmemeyi tercih ettiği emir altıncı emirdir. Bu bence en önemli emirdir, çünkü Tekalif-i Milliye gelirlerinin büyük kısmını bu kalem oluşturmuştur. Ve Ermeni, Rum ve Süryanilerin geride bıraktıkları mallara el konulmasını içerir.

ALINANLARIN KARŞILIĞI ÖDENDİ Mİ?

Emirlerden de açıkça anlaşılacağı gibi bazı malların karşılığı ödenmek üzere değerini gösterir belgeler, mal sahibine verilmiştir.

Nitekim, Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 12 Nisan 1923 tarihinde çıkarttığı bir kanunla Tekalif-i Milliye borçlarını ödeme kararı alacaktır. Görüşmeler sırasında, Maliye Bakanı Hasan Fehmi, malların “sulhtan sonra ödenmek” amacıyla toplanmış olduğunu ve toplanan miktarın 6 milyon 361 bin 634 lira olduğunu bildirir. Ödemeler her yılın bütçesine konulacak ek ile yapılacaktır. Bakan, malların yüzde 75’inin karşılığının ödenmemiş olduğunu söyler. Ödenmeyen kısım esas olarak Ermeni ve Rumlara aittir. Ve kanun zaten bunlara hiçbir ödeme yapmayacak biçimde düzenlenmiştir.

Fakat kanunda Rum ve Ermeni'ye para vermeyeceğiz demek zordur, konu çok genel ifadelerle tarif edilir. Kaçak ve kaybolan kişilerin mazbatalarının karşılığının verilmeyeceği söylenir. Ama bu ifadenin kaçak ve kayıp Müslümanları içerme tehlikesi vardır.

Bir yıl sonra, bütçe görüşmeleri sırasında konu yeniden gündeme gelir. Hükümet 1 Temmuz 1908 ile 31 Aralık 1923 arasında Hazinenin bütün borçlarını ödemeye ilişkin bir kanun tasarısı sunmuştur. Tasarının görüşülmesi sırasında, en önemli konu, Ermeni ve Rumlara ödeme yapılıp yapılmayacağıdır. Bazı milletvekilleri, 12 Nisan 1923 kanununun ilgili maddesinin muğlak olması nedeniyle, hem Müslümanların zarar göreceğinden hem de Ermeni ve Rumlara ödeme yapılacağından korkmaktadırlar.

Hasan Fehmi bey Maliye Bakanı değildir ama, milletvekillerinin endişelerini gidermek için bir konuşma yapar ve 12 Nisan 1923 Kanunu'nun yapılış tarzına ilişkin çok önemli açıklamalarda bulunur. Hasan Fehmi, 12 Nisan 1923 Kanunu'nun amacının “tehcir [edilen] ve kayıp olan Rumların ve Ermenilerin tekalifi milliye ve harbiye mazbatalarını” ödememek olduğunu açıkça ifade eder.

Hasan Fehmi, eğer ödemeye kalkarsak bunun altından kalkamayız, der. Çünkü, Hasan Fehmi’nin sözleriyle, “Harbi umumiden evvel İslamlar ticarete atılmış değillerdi... binaenaleyh tekalifi harbiyenin büyük kısmı onlardan [Rum ve Ermenilerden] alındı, mazbatalar onların elindedir.”

Oturum gizli olduğu için Hasan Fehmi çok açık konuşmaktadır; “Rumları[n], Ermenileri[n] bu tekalifi milliye mazbatalarının bedellerinden yararlanmamaları için bir çare düşünüldü. Fakat bunu açık olarak Rum ve Ermeni diyemezdik. Muhtelif şekiller ve formüller yazıldı. Muhtelif şekiller üzerinde tetkikat yapıldı. Nihayet en az mahzurlu... şekli bulduk.”

Yine yapılan itiraflardan anlıyoruz ki, milletvekilleri kanunun, Müslüman firar ve kayıp olanları kapsamadığına dair söz aldıktan sonra onaylamışlardır.

Kanundaki “kaçak”, “kayıp” vb. gibi ifadelerin sadece Rum ve Ermenilere ilişkin olduğu ve Müslümanları kapsamadığının anlaşılması için bir başka işlem daha yapılır. Maliye Vekili defterdarlara gizli emir gönderir ve kaçak-kayıp vb. gibi ifadelerin “yalnız Rum ve Ermenilere ait” olduğu belirtilir.

Defterdarlar, eğer bir Rum veya Ermeni başvurursa, “tetkik yapıyoruz, tahkikat yapıyoruz”, diyecekler ve kanun müddetini geçiştireceklerdir. Konu açıktır ve herhangi bir yorum yapmaya gerek yoktur. Hristiyan vatandaşlara, ellerinde devletin resmî belgeleri olmasına rağmen, hiçbir ödeme yapılmayacak, borçları ödenmeyecektir.

Belki de eklemem gereken son bilgi, dönemin Maliye Bakanının, Ermeni soykırımında çok önemli roller oynamış olan Mustafa Abdülhalik [Renda] olduğudur. Renda, konu hakkındaki Hükümet görüşünü tek cümle ile özetler; “bize mensup olmayanlara mümkün olduğu kadar müşkülat göstereceğiz.”

Korona virüsü gibi son derece tehlikeli bir virüsle boğuşuyoruz. Devlet, kasası boş olduğu için vatandaşlara yardım etmek yerine onlardan yardım istiyor. Konuya ilişkin yapılan tartışmalar ise, bu ülkenin mahzenlerindeki iğrenç kokuyu gün ışığına çıkartıyor.

İktidarı ve muhalefeti ile bu ülke, mahzenlerinden gelen bu dayanılmaz pis kokuyla uğraşmak zorunda olduklarını anlamadıkları müddetçe korana ile de doğru dürüst mücadele edemezler diye düşünürüm.

Son sözüm sayın Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu’na, Tayyip Erdoğan’a sıradan muhalefet etmekle üstesinden gelemeyeceğiniz büyük ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız. Cumhurbaşkanına karşı çıkmanın siyaset yapmak olmadığını ne zaman idrak edersiniz, merak ediyorum.

Ohannes Kılıçdağı’nın attığı tweet size bir şeyler hatırlatır mı bilemem, şöyle demiş Ohannes: “Kenara zor günler için 1-2 milyon Ermeni, Rum, Yahudi koysaydınız, şimdi mallara mülklerine çöker, bu krizi de atlatırdınız. Ama işte insan geleceği göremiyor, altın yumurtlayan tavuğu kesiyor.”

Muhalefetin Cumhurbaşkanına itirazları bana Ohannes’in tweetini hatırlattı.

*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi