Sokağa çıkmanın iyiden iyiye eziyet haline geldiğini söyleyen ne çok kişiyle karşılaştım bu hafta. Çoğunluk somurtuyor, birbirine çemkiriyor. Herkesin dilinin altında bir bakla var sanki de bir türlü çıkartamıyor. İşler eksik yapılıyor, yapana sormaya kalksan görüp görebileceğin, buldun da bunuyorsun edası. Sorumluluktan sıyrılmanın bilmediğim ne çok yolu varmış! Her gün bir yenisini öğreniyorum. En tepedekinden en alttakine herkes, bıraktık öyle büyük meseleleri, küçücük gündelik sorunlarla ilgili sorumluluktan sıyrılmak için bin takla atıyor.
Canı yanan hıncını canını yakandan değil de canını yakabileceğinden çıkartıyor. Hiç kimse verdiği zararın sorumluluğunu üstlenmiyor. Hatta kendisinin maazallah zarar verebileceğine de inanmıyor. Kusursuzluk abidesi bilumumu. Kusursuzluk iddiasıyla sağlamlaştırdıkları zindanlarının dışarıya bakan tek penceresi var. Oradan yalnızca görmeleri istendiği kadarını görüyorlar, gördüklerine inanıyorlar, dışarısının tekinsizliğine karşı içeride buldukları hiçbir dünyevi sorumlulukla kirlenmemiş bir fantezi. Orada kusursuzlar, hep haklılar, hep önemliler, hep en iyiler.
Bencillik hafif kalır, benmerkezcilik yetmez. Böyle bir fantastik dünya olsa olsa tekbencidir. Bu tekbenci dünyanın tek sakini, başkalarının kendisi için etrafta olduğu zannına saplanmıştır. Acı onun acısıdır, aşk onun aşkı olduğunda anlamlıdır. En güzel sözü o söyler, hayatın sırrına o ermiştir. Zaten onun dünyası dışında dünya da yoktur. O halde yalnızca onun başına gelen deneyimdir, başkalarınınkine kim aldırır? Kendi hayatından çıkarttığı sonuçları başkalarına bıkmadan anlatır. Doğru onun konumudur. Hakikat onun dünyasındadır.
Başkalarına karşı sorumluluk anlamsızdır. Sorumluluk gibi rahatsızlık veren bir duyguyla onun işi olmaz ama ona karşı sorumluluk hissedilmemesi halinde de öfkesi büyüktür. Ne hakla? Bu Trumpgillerin büyük beyinleri vardır, en zeki onlardır. En akıllı da. Şöyle bir “heyyyt” çektiler mi karşıki dağlar yıkılmıyorsa eğer şaşırırlar. Yıkılmıyorsa o dağlar, sorumlu kesin o küçücük pencereden gördükleri Lilliput’un cüceleri olmalıdır.
Başkaları hep kötüdür, her kötülükten sorumludur. Zaten beyinleri de küçüktür onların. Nefret elle tutulacak kadar somut, hınç bıçak gibi keskin taşar bu fanteziden. Platon’un mağarasına benzeyen kendi zihinlerinin zindanına hapis bu tekbencilerden toplum filan olmaz. Beklememek lazım. Tekbenci, başkalarıyla bağ kuramaz. Onun dünyası toplumsallığa kapalıdır. En ilkel formunda bile toplumsallık iki insan arasında bir bağ gerektirir. Oysa herkesin kendisine benzemesini isteyen tekbenci için başkaları tekinsizdir. Korku, tekbenci için tek gerçek duygudur, başkalarına yönelen nefretin, hıncın kaynağıdır.
Korkunun ecele elbette faydası yoktur, kırılgan fantezi dünyasında hapis tekbenci, korktuğu başına gelendir hep. Mağdurdur, acı çeker, kırılgandır. Üzüntüsü gerçektir, geceleri uyku tutmaz onu. Hep tartar, hep kırılacak bir şey arar. Kırılganlığını gözünüze sokar. Pohpohlayın ister. İçinden emin olduğu haklılığına onay ister. Ben ile başlayan cümleleri, ben ile biter.
Tekbenci ile uzlaşılamaz, tartışılamaz. O öğrenemez. Dayanışmayı bilmez, ahlak ilkeleri geliştiremez. En ilkeli, en ahlaklı gibi göründüğüne bakmayın, kendi dünyasının gerçekliğine uymadığında ne ilke kalır, ne ahlak...
Türkiye’de tekbencilerin sayısı gittikçe artıyor... Çok hüzün verici.