Teknoloji kullanımı felsefesi

Cal Newport'un ekran bağımlılığı ve teknoloji yorgunluğu sarmalından kurtulmak için bir yol haritası niteliğinde yazdığı Dijital Minimalizm, Metropolis Yayınevi etiketiyle yayımlandı. Newport kitapta, “dijital minimalizm” olarak adlandırdığı özgün bir teknoloji kullanımı felsefesi önerirken hangi aracı, ne zaman ve ne amaçla kullanacağımıza karar verip geri kalan araçlara sırt çevirmemiz gerektiğini belirtiyor.

Abone ol

Ali Bulunmaz

Ekim 2018’de, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta, dikkat dağınıklığından mustarip akıllı telefon bağımlısı “mobil zombiler” için özel olarak hazırlanan yolun açılışı yapıldı. Bu kişilerin telefon ekranlarına bakarak yürürken kendilerini ve özellikle başkalarını tehlikeye atmaması için kullanıma sunulan bu yolun benzerleri Çin’in Çongçing ve Belçika’nın Anvers kentlerinde de var. Dünyanın çeşitli şehirlerinde “mobil zombiler”, teknolojik memeliler ya da Dominic Petmann’ın “ölümüne tıklayanlar” dediği bu kitle için sanal uyarı levhalarının yer aldığı “yürüyüş” yolları mevcut.

Hayatımızın her ânında bir şeyler paylaşmak, paylaşılanları takip etmek ve Byung-Chul Han’ın ifadesiyle “şeffaflaşmak” için ağlarda gezintiye çıkanların artık böyle özel yollara ihtiyacı var. Bahsi geçen bu gezinti, kimi zaman bir cemiyet gereksinimini karşılama ya da yeni bir benlik inşa etme, bazen vakit öldürme ve merak giderme amacıyla gerçekleştiriliyor.  7/24 uyanık veya yarı uykulu şekilde başardığımız bu iş, 'verimliliğin' bir parçası hâline geldiği gibi gündemden geri kalmamayı da sağlıyor. Beri yandan, ekran bağımlılığı ve teknoloji yorgunluğu, bu hayat tarzının “ufak” sorunlarından birine dönüşmüş durumda. Fakat buna kafa yormaya zaman yok, keza dikkatler dağınık ve yapacak çok iş var.

Cal Newport’un “dijital sarmal” dediği bu döngüye girdiğimizde, herhangi bir konseri akıllı telefonumuza davranmadan izleyemiyoruz, bir gezide doğaya ve mekânlara çıplak gözle bakmayı unutuyoruz, karşımızdaki insanlarla yüzeysel sohbetler dışında diyalog kuramıyoruz. Sonunda dijital cihazlarımıza el sürmeden duramıyoruz.

Yaşamak yerine, “tık” ve “beğeni” almak için hayatı çevrimiçi dolaşıma soktuğumuzu söyleyen ve “tekno-bağımlılık” kavramını ortaya atan Kevin Tucker’a benzer şekilde, gerçek hayatı pek tanıma fırsatı bulamayanların dijital sarmaldan çıkarılmasına kafa yoran Newport, kaleme aldığı Dijital Minimalizm’de teknolojiyi reddetmeden hangi cihazın ne zaman, nerede ve ne amaçla kullanılabileceğine dair bir yol haritası oluşturmaya yoğunlaşıyor.

'TEKNOLOJİK DOZ AŞIMI'

Bugün bizleri dijital sarmala iten veya tekno-bağımlı yapan şeylerin başında, sosyal ağ mecralarının bilgi ya da bilgi-olmayan bombardımanı geliyor. Zamanı sıfırlayan bu mesele alışkanlıklarımızı, zevk aldığımız şeyleri ve sağlıklı ilişkileri elimizden alıp iletişim sanrısı yaratabiliyor: Artık tek ekranla yetinilmeyen çevrimiçi yaşam, hayatın kendisini ötelemeye neden olabiliyor. Yazarın deyişiyle bu akış, ‘zamanı ufak parçalara bölerek anlam ve amaç dolu bir hayat için gerekli odaklanmaya imkân vermiyor.’ Newport, günün her dakikasını ele geçiren ‘teknolojik doz aşımının’ üstesinden gelebilmek için ölçülü ve gerektiği kadar kullanımı esas alan fikirler ortaya atıyor: Az ve öz; basit kullanım demek bu. Zor ama imkânsız değil.

Newport, sürdürülebilir olmadığını söylediği internete ve teknolojiye bağımlı yaşamın dışına taşabilmek için ipleri elimize almamız; eskiyle yeniyi, yani etkin olarak yaşadığımız günlerle bugünün teknolojisini bir araya getirmek gerektiğini söylüyor.

Peki ama nasıl?

Dijital Minimalizm, Cal Newport, Çeviren: Cansen Mavituna, 238 syf., Metropolis Yayıncılık, 2019.

Öncelikle bir gerçeğin ayırdına varmalıyız: Newport’a göre gömüldüğümüz dijital dünyayı peşinen kabul etmedik, onun içine yuvarlanıp düştük. 2000’lerin ortasından bu yana, hemen her gün yüzleştiğimiz teknolojik yeniliklerin gözlerimizi kamaştırdığı ve ne kadar vakit ayıracağımızı düşünmeksizin onların bir parçası olmaya çalıştığımız tartışmasız. Başka bir deyişle akıllı telefonlara indirilen her uygulama, açılan her mecra ve onların yan özellikleri viralleşip kolayca hayatımızın birer parçası hâline gelirken anlık mutluluklar, sağlıksız kullanıma evriliyor. Yararlılığı göz ardı edip özerkliğimizden vazgeçince çevrimiçi yaşamı olanaklı kılan yatırımlara itiliyoruz. Newport, buna ‘cihaz ve uygulamaların egemenliği’ diyor. Söz konusu “kültürün” taşıyıcı elemanı ise bağımlılık. Yani sürekli ekrana bakmamızı sağlayan, devamlı geliştirilip güncellenen uygulamaları ve web sitelerini takip etme zorunluluğu hissetmemiz.

Uykumuzu sekteye uğratan ve hayatımızın yakın geçmişteki olağan akışına kanca atarken hızla görüş iletip geribildirim almayı sağlayan teknolojik yenilikler, sosyal-dijital varlığa dönüştürdüğü insana, hem başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğünü (öncelikle kendisini ne kadar beğenip beğenmediğini) öğrenmesinin hem de başkaları hakkında “fikir” yürütmesinin yolunu açıyor. Tabii bu yarış iki yönlü: Onaylanmak veya onaylanmamak. Kişi, bildirim alsa da almasa da huzursuzluğunu gideremiyor ve neler olup bittiğini kaçırmamak için veya kendisine dair bir bildirim gelirse diye umutla beklerken cihazlarından gözünü ayıramıyor. Sonuçta Newport’un dediği gibi kişi ‘dijital hayatının kontrolünü yitiriyor.’ Teknoloji kullanımı felsefesi işte bu noktada devreye giriyor.

ÖZERKLİĞİN DİKKAT ENDÜSTRİSİNE DEVREDİLİŞİ

Tam bu anda Newport’un dijital minimalizm tanımına kulak vermek gerek: “Çevrimiçi vaktinizi, değer verdiğiniz şeylere faydası dokunan, titizlikle belirleyip yönlendirdiğiniz az sayıdaki faaliyete odaklanarak geçirmenizi ve geri kalan her şeye gönül rahatlığıyla sırt çevirmenizi öngören bir teknoloji kullanımı felsefesi.”

Peki, bu ne demek? Örneğin dijital bilgi tüketimi yerine bilgiye ulaşmayı hedeflemek ya da hayatı doğrudan deneyimlemek… Bu fikri desteklemek için ‘Çok, az olabilir; az da çok...’ diyen Thoreau’nun iktisat kuramını hatırlatan Newport, aceleciliğin ve her şeye her an ulaşılabilirliğin (ya da böyle bir sanrının) hayatımızı bir kısır döngüye soktuğunu söyleyip son yıllarda başımıza geleni açıklıyor: “Söz konusu teknoloji olduğunda ‘ne kadar çok, o kadar iyi’ yaklaşımını benimsemeyi savunan bir tekno-aşırıcılık, geçen on-yirmi yıl içinde yükselişteydi. Daha fazla bağlantı, bilgi ve seçenekten yana olan bu yaklaşım, liberal hümanizmin bireylere daha çok özgürlük tanıma idealini de kurnazca bünyesine kattı. Böylece popüler sosyal medya platformlarını kullanmamayı veya internetteki en son muhabbetleri takip etmemeyi bağnazlık olarak göstermeyi başardı (...) Özerkliğimizi dikkat endüstrisine devretmek, özgürlüğün tam aksidir. Silikon Vadisi’ndeki risk sermayedarlarının elinden çıkan herhangi bir yeni servise düşünmeden kaydolunca yaptığınız şey tam olarak budur; üstelik özerkliğinizden bu şekilde vazgeçmek muhtemelen bireyselliğinizi baltalar.”

ÇARE SAĞDUYU

Newport, özerkliği ve özgürlüğü yeniden kazanmaya giden yolda, gereksiz uygulamaları cihazlardan kaldırma, dijital perhiz, gönüllü yalnızlık ve ‘beğen’ tuşuna basma alışkanlığına ket vurma gibi pek çok öneri getiriyor. ‘Bilgi’ bombardımanı, uygulamaların çekiciliği, bildirim alma ve görüş belirtme alışkanlığının yanı sıra gözetlemeden mahrum kalmama isteği yüzünden kişinin kendi düşüncelerine yoğunlaşamadığını söyleyen Newport, kitapta hem bunlara hem de dijital minimalizmi uygulayanlara dair bir dolu hikâye anlatıyor.

Kitaptaki örnekler, boş zamanın ve organik iletişimin değeri ile dikkati toplamanın önemini ortaya koyarken işin özünün seçici davranıp hayat kalitesini artırmak olduğunu gösteriyor.

Newport, dijital minimalizmin teknoloji karşıtlığı değil, teknolojiyle kurulan ilişkinin aşırılığına bir direniş olduğunu belirtirken günümüzde kaybolmaya yüz tutan ‘sağduyuya’ atıf yapıyor. Tekno-bağımlılığın tedavisi için açılan kliniklerde (ve henüz teşhis konmadan sokaklarda) tükenmişlik sendromundan mustarip kişilerin bulunduğunu düşününce Newport’un bahsettiği sağduyunun ve teknoloji kullanımı felsefesinin önemi çok daha iyi anlaşılıyor.