Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), TİP (Türkiye İşçi Partisi) Milletvekili Sera Kadıgil’in Diyanet’i eleştirmesi üzerine Ekim 2022’de TELE-1’e üç günlük karatma cezası vermişti.
TELE-1 yönetimi, bu cezaya itiraz edip yürütmenin durdurulması talebiyle yargıya başvurdu. Ankara 2. İdare Mahkemesi de, oy birliği ile yürütmeyi durdurma kararı aldı. RTÜK, bu mahkeme kararına itiraz etti. Konu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne gitti.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi ise, oy çokluğu ile yürütmeyi durdurma kararını iptal etti. RTÜK de, TELE-1’e verilen üç günlük ekran karatma cezasının 23-24-25 Şubat 2023 tarihlerinde uygulanmasını yürürlüğe koydu.
Oysa yargılama süreci devam ediyordu, mahkeme henüz nihai (son) kararını vermemişti. Normal koşullarda mahkemenin kararının kesinleşmesinden sonra idari yaptırım cezasının uygulanması daha uygun olacaktı. Ancak karar kesinleşmeden yürürlüğe kondu.
Bu durum, Red-Kit hikayelerindeki duruma benziyor. O hikayelerde, şüpheli bir şahsı yakalayan kovboylar, kasaba meydanındaki ağaca urganı geçirip adamı asmak isterler.
Red-Kit topluluğa seslenir; “Durun, herkesin yargılanma hakkı vardır. Önce yargılayalım, Yargıç ne karar verirse uyalım!”. Kalabalıktan tek ses yükselir; “Önce asalım, sonra yargılarız!”...
DİYANET ELEŞTİRİSİNE CEZA
TİP Milletvekili Sera Kadıgil, Eylül 2022’de Enver Aysever’in TELE-1’de yayınlanan ‘Ayrıntılar’ programına konuk olup “Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı gereçtir” eleştirisinde bulunmuştu.
RTÜK, bu eleştiriyi “dil, din, ırk ayrımı gözeterek yayın yapılması” gerekçesine bağlayarak TELE-1’e üç günlük ekranı karartma cezası vermişti. Oysa Sera Kadıgil, bir milletvekilidir ve kürsü dokunulmazlığı vardır. Gerek TBMM’de, gerekse diğer mekanlarda yaptığı konuşmalar, kovuşturmaya tabi tutulamaz, özgürce görüşlerini dile getirme hakkı vardır.
Bu durum dikkate alınmayıp TELE-1’e ceza kesilmiştir. Bir siyasi parti, Diyanet dahil her konuda şiddeti önermediği sürece görüş açıklama, parti programına yapacağı icraatları koyabilme özgürlüğü ve hakkına sahiptir.
Aslında amaç, seçimlere giden süreçte AKP iktidarını eleştirecek hiçbir yayının yapılmaması, bağımsız medya organlarının susturulmasıdır. RTÜK de, siyasal iktidarın bir cezalandırma aracı olarak işlev görmektedir.
EKRAN KARARTMAYA TEPKİLER
RTÜK’ün TELE-1’e uyguladığı bu ekran karartma cezasına meslek kuruluşları, muhalefet partileri ve bağımsız gazeteciler büyük tepki gösterdi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), DİSK’e bağlı Basın-İş Sendikası gibi basın meslek kuruluşları, halkın haber alma hakkına darbe vurulduğunu ifade ettiler.
TELE-1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da, RTÜK kararına boyun eğmeyeceklerini, halkın haber alma hakkını sonuna kadar savunacaklarını belirtti.
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ise, RTÜK cezasını “bir demokrasi cinayeti” olarak değerlendirdi. Bildirici, siyasal iktidarın eleştirilebileceğini, Kadıgil’in sözlerinin de bu eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
TİP Milletvekili Sera Kadıgil de, “Benim yüzümden TELE-1’i üç gün kapatmışlar “diyerek “Bir daha söyleyeyim, bin kez daha söyleyeceğim: Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı Saray rejiminin gerecidir. Çocuklar aleyhinde Medeni Kanun'a aykırı ve mide bulandırıcı ‘fetvalar’ verecek kadar tehlikeli bir yerdir!” ifadelerini kullandı.
CHP kontenjanından RTÜK üyesi olan ve üst kurulun kararına muhalif kalan İlhan Taşçı da, cezaya tepki göstererek “Depremle birlikte ekranlar da enkaz altında kaldı. Gerçeklerin duyulması istenmiyor” dedi. Taşçı, AKP iktidarının RTÜK kanalı ile yaptığı “oto sansür” anlayışını şiddetle eleştirdi.
RTÜK + DEZENFORMASYON YASASI
AKP iktidarı, RTÜK yaptırımlarının yanı sıra geçen yıl ekim ayında da “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” adı altında muhalif ve bağımsız medyayı, sosyal medya mecralarını baskı altına alan, hapis cezası öngören, sansür uygulamalarını artıran bir kanunu yürürlüğe koydu.
Öte yandan siyasal iktidar, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı adı altında bir kurum oluşturarak tüm medyayı kontrol altına almaya çalışıyor.
Hitler Almanya’sında da, 1933 yılından itibaren tüm basının kontrol edildiği, yoğun bir sansür uygulamasının yürürlüğe konduğu bir süreç yaşanmıştır. Bir Propaganda Bakanlığı kurularak başına Hitler’in yakın adamı Goebbels getirilmiştir.
Goebbels, 29 Mayıs 1933’te gazetelerin genel yayın yönetmenlerini toplayarak basının tam bir birlik içinde olmasını, ancak ayrıntılarda farklı görüşlerin olabileceğini ifade etmişti. Ve şunu eklemişti: "Gazeteler hükümetin dilediği gibi çalacağı bir piyano olmalıdır”.
NAZİ ALMANYASI’NDAKİ BASIN ODASI
Nazi iktidarında bir “Basın Odası” kurumu da oluşturulup gazete, radyo ve diğer basın organları devletin kontrolüne sokuldu. Alman Basın Odası, iktidarın uygulamalarına karşı çıkan gazeteleri ve yayınevlerini ya kapattı ya da satın aldı. 1939'da gazete ve dergilerin üçte ikisinden fazlası doğrudan Propaganda Bakanlığı'na aitti.
Goebbels, Almanya'daki tüm gazetelerin yalnızca rejim lehine içerik yayınlamasında ısrar etti. Propaganda Bakanlığı, her hafta hangi haberlerin yayınlanması gerektiği ve hangi açılardan yayına sokulacağı konusunda iki düzine direktif yayınladı.
Gazete okuru sayısı, kısmen içeriğin kalitesinin düşmesi ve kısmen de radyonun popülaritesinin artması nedeniyle düşüş gösterdi. Savaşın sonlarına doğru insanlar resmi kanalların dışında bilgi edinebildikleri için propaganda daha az etkili olmaya başlamıştı.
Türkiye’de de medyanın yüzde 95’i AKP iktidarının kontrolünde olmasına rağmen bağımsız medya kuruluşlarının susturulmasına çaba harcanıyor. Toplumun önemli bir kesimi, iktidar yandaşı medya organlarını değil bağımsız basın kuruluşlarını takip etmeye çalışıyor. “Yandaş medya”nın toplum nezdinde pek itibarı ve güvenirliği bulunmuyor…
Not: Bu yazıyı yazarken RTÜK, TELE-1, Halk TV ve Fox TV’ye de yine cezalar yağdırdı. TELE-1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın “18 Dakika” adlı programda söylediği “Sağ iktidarların imar afları, felakete yol açtı” sözleri ceza konusu oldu. TELE-1’e 5 kez program durdurma ve üst sınırdan para cezası verildi.