Telefonun çalmıyorsa bil ki benim

Bazı hisleri, çok değil 1990’lardan itibaren doğmuş insanlara anlatmak zor. Yaşı yetenlerin dönüp yeniden hatırlaması bile zor… Deneyeyim yine de. Şöyle ki: Evinize girmek üzeresinizdir. İçeride telefon çalar. Anahtarı hızlı hızlı çevirirsiniz; elinizdeki öte beriyi bırakıp hızla ahizeye sarılırsınız. Klik. Kapanmıştır telefon. Yetişememişsinizdir. Kim aradı? Kim aramış olabilir? En basit şey bile bilmece haline gelir. 

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

1.

Başlıktaki havalı cümleye yıllar önce Murat Menteş’in ‘Korkma Ben Varım’ isimli romanında denk gelmiştim. Geçen yıl aramızdan ayrılan Amerikan şarkıcı Jimmy Buffett’in bu isimde bir şarkısı var. Telefonun çalmıyorsa bil ki benim… Ben işte o sessizliğim, demeye getiriyor Buffett şarkısında. Biten bir aşkın küllerini karıştırırken, paylaşılan sözlerin, seslerin yerini nasıl da sessizliğin aldığını anlatıyor. Eski usul, tatlı bir şarkı… Tıpkı dizelerinin anımsattığı dönemler gibi eski usul ve tatlı.

Buffett bugün böyle bir şarkı yazamazdı. Kimse yazamaz. Bugün çalan ve çalmayan telefonlar bir gizem yaratmıyor. Ekranın üzerinden beliren isim, bize kimin aradığını ya da kimin aramadığını telefona cevap vermeye gerek kalmadan da söylüyor. Bazen telefon çalmıyor bile. Titreşiyor. Duymuyoruz onu. Bir bakıyoruz ki aranmışız. Bir arkadaşımız aramış. İşten aramışlar. Bankadan aramışlar. Dolandırıcı diye kaydettiğimiz numara aramış. Her şeyimiz kayıtlı, kontrol altında, sabit, belli…

Telefon çalsa da belli çalmasa da belli.

2. 

Buffett’in dizesi aklıma geçenlerdeki bir seyahatim sırasında düştü. Telefonumdaki sim kartı değiştirince, aramalar, “bilinmeyen bir numara arıyor” anonsuyla gelmeye başladı. Ekranda numara yazıyordu, bazen isim de yazıyordu ama operatör her ne hikmetse söz konusu aramaya “bilinmeyen numara” diye sesli bir mesaj ekliyordu. Hayatın rutinine iliştirilmiş fazladan bir gizem işte. Telefona bakınca dağılıp giden bir gizem ama olsun, bu çağda bu kadar, ne yapalım… 

Bazı hisleri, çok değil 1990’lardan itibaren doğmuş insanlara anlatmak zor. Yaşı yetenlerin dönüp yeniden hatırlaması bile zor… Deneyeyim yine de. Şöyle ki: Evinize girmek üzeresinizdir. İçeride telefon çalar. Anahtarı hızlı hızlı çevirirsiniz; elinizdeki öte beriyi bırakıp hızla ahizeye sarılırsınız. Klik. Kapanmıştır telefon. Yetişememişsinizdir. Kim aradı? Kim aramış olabilir? Belki âşıksınızdır; “o mu aradı acaba” dersiniz? Arar mı ki bir daha? İşten mi aradılar? On defadır arıyorlar belki, yoksa bu sonuncusu muydu? Offf, kim aradı… Komşunuz kapıya çıkar bazen, “çok aradılar sizi” der… İçiniz çekilir. Hayat bazen yetişilen ve yetişilemeyen telefonlardan ibarettir. 

3.

Telefonum “bilinmeyen numara arıyor” diyor ama bir dönem her arama bilinmeyen numaradan gelirdi. Nasıl anlatayım, nasıl hatırlayayım, hakikaten çok zor. Çok uzak. Işık yılları kadar uzak. Gündüz gece, beklerken beklemezken, serbestken meşgulken, her arama, aranan için sürprizlere gebeydi. Şimdi ekrana bakan, arayan kişiye göre tonunu ayarlayıp açıyor telefonu. Ya da açmıyor. Bekletiyor. Oyalıyor. Uygun zamanı bekliyor. Mesajla, emojiyle cevap veriyor. Herkesin kendine göre bir yöntemi var. Boşluk yok hayatta. Yöntem var. 

Bir de endişe var ama… 

Yıllar önce New York Times’da bir makale okumuştum. Bir konuk yazar, zaman içinde telefon çalmasından nasıl korkmaya başladığını anlatıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, kırklarında ya da ellilerinde biriydi. Analog dünyayı da bilen bir yazar… Korkusu, telefonda alacağı haberlerden kaynaklanmıyordu. Günün hayhuyu içinde, yoğunken, kendini kaptırmışken, bambaşka meselelerle ilgilenirken birdenbire telefon çalması onu ürkütüyordu; aramaya cevap vermek için güç toplayamıyordu. Kısa mesajlara, e-postalara alışmıştı; onları kendi istediği anlarda cevaplayabilmek kafasını rahatlatıyordu; habersiz gelen telefonlar özel hayatına müdahale gibi geliyordu. 

Bu makaleyi okumamın üzerinden yedi-sekiz yıl geçmiştir. O güne dek hiç düşünmediğim bir konunun bu şekilde ortaya konulması ilgimi çekmişti. Bugün böyle düşünen sayısız insan var. Telefondan korkanlar da var, durup dururken, mesaja e-postaya başvurmadan telefon edilmesini saygısız bulanlar da… 

Neredeyse, analog dönemlerdeki telefon sapıklarına kızıldığı kadar kızıyorlar, öyle damdan düşer gibi arayanlara… “İhlaldir bu” diyorlar. 

Sahi; gizem mizem bir kenara, o telefon sapıkları da hiç çekilmiyordu… Engellenemiyorlardı da. Bu çağ, hiç değilse, o meseleyi biraz olsun bitirdi. 

4. 

Yeni çağ ve yeni hayatımız, başka bazı meseleleri ise başlattı ve yaygınlaştırdı.

Son birkaç yıldır özellikle, saygın yayınlarda ‘telefon fobisi’ üzerine yazılır çizilir oldu. Britanya’da ofis çalışanları arasında yapılan bir araştırmada Y kuşağının (1980-1995 arası doğanlar) yüzde 70’inin telefon çaldığında endişeye kapıldığı saptanmış. Yalnız değiller. Baby boomer’ların (2. Dünya Savaşı sonrası on beş yıl içinde doğmuş olan kuşak) yüzde 40’ı da böyle. Apansız çalan telefonlara alışık olsalar dahi artık endişeleniyorlar. Z kuşağınınsa böyle bir derdi yok. Araştırma onların telefona pek bakmadığını söylüyor. ‘Sessize alma kuşağı’ şeklinde de isimlendirilmeleri boşuna değil. Benzer başka araştırmalar da var. ABD’de 22-37 yaş aralığında yapılan bir araştırmada örneğin, yüzde 81’lik kitlenin telefonda konuşma konusunda endişeli olduğu saptanmış. 

Bu araştırmalara yer veren BBC makalesi, uzmanların görüşüne başvurarak, bir iki sebep sıralıyor. Sebeplerden biri, sesli iletişimden uzaklaşıp yazılı iletişimde derinleştikçe, karşımızdaki sesi anlama konusunda yeteneğimizi yitirmemiz. 

Bana ilgi çekici gelen bir şey daha var. 

John Hopkins Ünivesitesi’nden klinik psikolog Alison Papadakis şöyle diyor: “Dış dünyaya kendimizi artık büyük oranda online ortamlarda gösteriyoruz ve orada da kendimizi olduğu gibi sunmak yerine bir seçki üretiyoruz. Oysa bir telefon konuşmasında kontrolü elde tutmak zor; bu da gençler için bir mesele.” 

5. 

Bu çağın çelişkisi… 

Çalan telefonlar üzerinde kontrolümüz yokken endişemiz azdı. Şimdi kimin aradığını bilsek de endişeliyiz. Havuz problemi gibi, bir musluk havuzu doldururken diğeri boşaltıyor. Havuz bizim havuzumuz. Herkesin girmesini istemiyoruz. Hep kendi başımıza durmak istiyoruz. Dışarıdaki hayat içerideki havuza sızmasın istiyoruz. 

Telefon çalmasın istiyoruz. Kimin aradığı o kadar önemli değil. Biz sizi ararız, teşekkürler…

Tamam telefon çalmasın ama…

“Telefonun çalmıyorsa bil ki benim” demenin lezzetini de bir yerlerde bulabilirsek, havuzumuzda belki rahat bile ederiz. 

Caption
Tüm yazılarını göster