Temiz enerjinin 'kirli' kullanımı: Karaburun Yarımadası deneyimi ve ÖÇKB
Bugün, sadece RES’lere ait proje sahaları, yarımadanın 415 kilometrekare olan toplam yüz ölçümünün yüzde 71’ini işgal eder hale geldi. Ildırı Körfezi'ni işgal eden balık çiftliklerindeki yem ve ilaç kullanımının yarattığı kimyasal kirlilik yüzünden sualtı yaşamının sonuna gelindi. Taş ocakları, doğal yaşam alanlarının yok oluşunu hızlandırdı.
Cem Altıparmak*
15 Mart 2019 Cuma günü İzmir’in Karaburun Yarımadası için önemli bir gün oldu. O gün Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Karaburun Yarımadası ve Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) olarak ilan edildi.
Bu kararın Karaburun Yarımadası için nasıl bir öneme sahip olduğunu izah etmeden önce, ÖÇKB’nin tanımını yapmak iyi olacak. Özel Çevre Koruma Bölgesi; ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmelerine ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi ve bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plan ve projelerin tek elden hazırlanması amacıyla ilan edilen bölgeler olarak tanımlanıyor.
Karaburun Yarımadası, zorlu coğrafi yapısı nedeniyle, Türkiye’deki pek çok kıyı yerleşiminin maruz kaldığı yoğun insan müdahalesinden daha az etkilenmiş, dolayısıyla sosyo-kültürel yaşamı, özgün ürünleri ve temiz tarım uygulamalarıyla kırsal yaşamı korunabilmiş nadir bölgelerden birisi. Karaburun’un en önemli sermayesi, özgün tarım/hayvancılık ürünleri ve korunmuş ekosistemi. Doğası, temiz denizi, geleneklerini sürdüren köyleriyle Karaburun, dünyada talebin giderek arttığı, doğayla barışık eko-turizm modelleri için de ideal özelliklere sahip.
Ne var ki Karaburun Yarımadası, neredeyse 10 yıldan bu yana, başta Rüzgar Enerji Santralleri (RES) olmak üzere, taş ocakları ve balık çiftlikleri projeleri yüzünden, ekolojik ve ekonomik kapasitesinin kaldıramayacağı ölçüde bir yağma ile karşı karşıya kaldı.
Özellikle yarımadadaki RES uygulamaları, aslında temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak desteklenmesi gereken bir enerji üretim aracının nasıl bir rant ve ekolojik kırım aracı haline geldiğinin en acımasız örneklerini sundu. Temiz enerji adı altında yarımadanın zeytinlikleri yağmalandı. Kadimden bu yana en önemli geçim kaynağı olan keçi yetiştiriciliğinin olmazsa olmazı mera alanları, RES projelerine tahsis edildi. Çevreleri dikenli tellerle çevrilerek, keçi yetiştiricilerinin bu alanlara girişleri yasaklandı. Sulama göletleri parçalandı. Bu gidişata karşı çıkanlar, idare ve şirketler tarafından “vatan haini” olarak yaftalandı. Tehlikeli bir biçimde ötekileştirildi ve hedef haline getirildi.
Yaşanan bu yağma süreçlerine tepki olarak, Karaburun Kent Konseyi öncülüğünde Karaburunlu yurttaşların yürüttüğü, benim gibi çevre ve ekoloji hareketi içinde yer alan avukatların da hukuken destek verdiği dava süreçleri başladı. 2013’ten bu yana Karaburun Yarımadası'nı ilgilendiren projelere bakanlıklar tarafından verilen ÇED izinlerinin, üretim lisanslarının, acele kamulaştırma kararlarının iptalini talep eden 20’nin üzerinde dava açıldı. Davaların neredeyse tamama yakını kazanıldı. Karaburun Yarımadası'nın birçok farklı habitat tipini ve biyoçeşitliliği bünyesinde barındıran önemli bir doğa alanı olduğu, yarımadada mevcut projeler ile yapılmak istenen projeler bir bütün olarak değerlendirilmeyip tek tek her bir projeye yeni izinler verildikçe, özgün bakir alanlar içeren ve oldukça zengin bir biyoçeşitliliği barındıran yarımadada yaşayan canlıların sığınacağı başka bir yaşam alanı kalmayacağına yönelik tespitler, bilirkişi raporlarına ve mahkeme kararlarına geçti. Ancak bu kararlara rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB), her seferinde mahkeme kararıyla iptal edilen bu izinleri, küçük değişikliklerle tekrar tekrar yenileyerek, projelere izin vermeye devam etti. Bugün, sadece RES’lere ait proje sahaları, yarımadanın 415 kilometrekare olan toplam yüz ölçümünün yüzde 71’ini işgal eder hale geldi. Ildırı Körfezi'ni işgal eden balık çiftliklerindeki yem ve ilaç kullanımının yarattığı kimyasal kirlilik yüzünden sualtı yaşamının sonuna gelindi. Taş ocakları, doğal yaşam alanlarının yok oluşunu hızlandırdı.
İptal edilen her bir iznin ardından yeni izinlerin verilmesi, aynı zamanda mahkeme kararlarının da etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğuruyordu. Öyle ki kimi davalarda, daha iptal ettirdiğimiz bir projenin mahkeme kararı elimize ulaşmadan, bakanlığın aynı proje için yeni izinler verdiğini öğrendik. Bu gibi yöntemler sonucunda Karaburunlu yurttaşların idareye ve adalete duydukları güven, ciddi olarak zedelendi. Kaldı ki bu güven sorunu, bugün sadece Karaburunluların değil, ekoloji mücadelesi içinde yer alan her bir köylünün, kentlinin, yurttaşın genel sorunu, hatta daha da geniş olarak bir ülke sorunudur.
Bugün Karaburun Yarımadası ve Ildırı Körfezi'nin ÖÇKB ilan edilmesiyle birlikte yarımadanın yok oluşunun önüne geçmede önemli bir kazanım elde ettik. Oysa bu karar, bundan altı yıl önce de alınabilirdi. Gerçekten de daha 2013 yılında ÇŞB Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Karaburun Yarımadası ile ilgili ÖÇKB teklif ve ilan raporunu hazırlamış ve Karaburun Yarımadası'nı “…ekosistem ile biyolojik çeşitliliğin korunmasını ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığıyla ve gelecek nesillere aktarılabilmesi açısından mutlaka Özel Çevre Koruma Alanı olarak ilan edilmesi gereken ulusal ve uluslararası açıdan önemli bir yarımada...” olarak tanımlanmıştı. Aynı raporun “Tehditler ve Riskler” bölümünde, RES’lere de yer verilerek, “… sınırlı tarım alanlarına/sınırlı mera ve otlaklara dolayısıyla hayvancılığa endemik bitkiler, nadir bitkiler, tıbbi amaçlı bitkiler bakımından zengin bitki örtüsüne zarar vermektedir. Türbinlerin kanatları emniyet ışıkları ve yüksek gerilim hatları ada martısı, yılan kartalı, küçük kerkenez, ada doğanı gibi ulusal/uluslararası ölçekte koruma altında olan türleri de kapsayan kuş popülasyonu için yaşamsal risk oluşturmaktadır. Tüm bu gelişmeler yöre halkının yaşamını sürdürmesini ciddi tehdit altına almaktadır. Buna bağlı olarak sosyolojik ve psikolojik açıdan yaşananlar, önemli riskler arasında sayılmalıdır.” denmekte ve Karaburun Yarımadası'nın tüm karasal alanı ve çok önemli bir deniz alanının ÖÇKB ilan edilmesi teklif edilmekteydi. Teklife, ilgili tüm bakanlık ve kurumlar olumlu görüş bildirirken sadece Enerji Bakanlığı, RES projelerini gerekçe göstererek olumsuz görüş bildirmişti. Enerji Bakanlığı’nın şerhi nedeniyle ÖÇKB’nin ilanı altı yıl gecikti. Yarımada bu altı yıl boyunca, Enerji Bakanlığı’nın engellemesi nedeniyle ekolojik yağmayı yaşamaya devam etti.
Peki bundan sonra ne olacak? Tabii ki ÖÇKB’nin ilanı bir sihirli değnek değil. Ancak hızlı bir şekilde ilk sonuçlarını halen risk taşıyan ve hayata geçmemiş projeler üzerinde göstereceğini ve bakanlıkça yeniden bir değerlendirme yapılana kadar yeni projelerin uygulanmasının, bu aşamadan itibaren duracağını söyleyebiliriz. Yine ÖÇKB kararıyla birlikte, alana ilişkin planlama yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçiyor. Karaburun ÖÇKB’nin bir yönetim planı hazırlanmak zorunda. Bundan sonra ÖÇKB alanının tamamı üzerinden, yönetim planına uygun olarak, kimi izinlerin verilmesi ya da verilmemesi söz konusu olacak. Bu yönetim planı hazırlanırken tün Karaburunluların ve sivil toplum örgütlerinin söz hakkı olacak. Bu süreci iyi değerlendirmek gerekiyor. Karaburunlular, yarımadanın geleceği için oluşacak tüm izin, kontrol ve denetim mekanizmalarında aktif olarak yer almak zorundalar.
Burada, aklımıza şu sorunun gelmesi mümkün; ÖÇKB ilanının ne farkı olacak ki daha önceki süreçten? Zaten ÇED izinlerini veren de aynı bakanlık değil mi? Evet, doğru. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekiyor, Karaburun ÖÇKB sürecini yönetecek olan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, ÇŞB bünyesi içindeki evlere şenlik ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’ne kıyasen, tırnak içinde söylemek gerekir ise görece daha korumacı bir yönelimi temsil ediyor. Bu noktada TVK Genel Müdürlüğü’nün ÇED dairesinden daha objektif ve koruma yanlısı davranması beklenebilir. Ancak nihayetinde bu dairelerin tek bir bütün olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesi içinde yer aldığı ve bakanlığın da siyaseten sermaye yanlısı angajmanlara açık bir yapı olduğu gerçeğini daima aklımızda tutarak, mücadele etmeye devam edeceğiz.
Karaburun Yarımadası'nın ÖÇKB ilan edilmesi noktasına gelen bu hak arama ve yaşam savunuculuğu mücadelesinde, özellikle bir kişiyi anmadan bu yazıyı bitirmek haksızlık olacak. Bu süreçte büyük emeği olan, Karaburun Kent Konseyi Başkanı iken kaybettiğimiz sevgili İpar Buğra’yı özlemle anıyor, onun nezdinde tüm zorluklarına ve yıldırma girişimlerine rağmen hak arama mücadelesinden vazgeçmeyen tüm Karaburunlulara sevgilerimizi iletiyoruz. Bu karar onların mücadelesi sayesinde var.
Avukat, Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları