Terezin Toplama Kampı'ndan dünyaya: Renan Koen ile 'Pozitif Direnç' üzerine
'Pozitif Direnç' kitabı Gözlem Yayınevi tarafından yayımlanan Renan Koen'le Terezin’in bestecilerini konuştuk. Koen, "Holokost, unutulmaması ve unutturulmaması gereken bir vahşet" dedi.
DUVAR - Piyanist, besteci, soprano, müzik terapisti Renan Koen’in 'Pozitif Direnç' adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Gözlem Yayınevi tarafından yayımlandı. Koen’in, Auschwitz’te yaşamını kaybetmiş atalarına adadığı kitap, Theresienstadt (Terezin) Getto ve Toplama Kampı’nı odak noktasına alıyor. Bu topraklardan Avrupa’ya göç etmiş ve belgelerinde “Müslüman” yazmasına rağmen yine de Theresienstadt’a hapsedilen İstanbul ve Edirne doğumlu Yahudilerin Holokost’u yaşadıklarına dair tarihi belgeler ile, besteci ve müzik eleştirmeni Viktor Ullmann’ın Theresienstadt’ta yazdığı 20 müzik kritiği, toplu hâlde ilk defa bu kitapta yer alıyor.
Renan Koen’in bir müzik terapisti olarak tasarladığı ve hâlihazırda gençlerle sürdürdüğü “Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç” eğitimleri, gençlerin kendi yetenekleri doğrultusunda sonunda ürün verdikleri “March of the Music” öğrenci hareketi ve bireylerin kendi tınılarını ve toplumdaki tınılarını anlayıp gerçekleştirebilecekleri 'Pozitif Direnç' metodu kitabın ana eksenini oluşturuyor. Renan Koen ile Terezin’i, Terezin’in bestecilerini konuştuk.
Çekoslovakya’nın Terezin kentinde, toplama kampında tutulan bestecilerin eserlerini Türkiye’de seslendiren ilk sanatçısınız. Uzun yıllardır bu konu üstüne çalıştığınızı biliyoruz. Bu çalışmalardan yola çıkarak bir de kitap yazdınız. Sizi böyle bir kitap hazırlamaya yönelten koşullar nelerdi? Böylesine kapsamlı bir çalışmayı ne kadar sürede tamamladınız?
Öncelikle Terezin bestecilerini ve Terezin’de yapılmış müzik üretimini, konserleri, her yaştan yaşam şartlarını, çok daha geniş kapsamlı ele almak isterken, Holokost’ta yaşanmış başka bazı tanıklıklara da yer vermek istedim. Holokost’u daha iyi anlamak için, asırlar içinde Holokost’u hazırlayan nedenleri bilmek gerekiyor. Bu bakımdan, “Yahudi Karşıtlığı” ile başlayan ötekileştirmenin nasıl bir nefrete ve ardından topluca yok etme kararına ve uygulamasına kadar gittiğine yer verdim. Holokost benzersiz bir felaket şüphesiz ki ama maalesef ötekileştirme ve nefret günümüzde din, dil, ırk demeden, irili ufaklı bütün toplumların başında bir hastalık olarak devam ediyor.
Bana göre bunu aşmanın çaresi, kişinin kendi öz değerini bilmesinden geçiyor. Öz değerin bilinmesi de, kişinin kendi yeteneklerinin keşfedilmesi, yaşamdaki yaratma kabiliyetinin geliştirilmesi ve istikrarlı bir şekilde kendi yolunda giderken aslında kendisinin ve kendisi dışındaki herkesin biricik olduğunu bilmesinden geçiyor. Küçük-büyük bütün problemler bireylerin bu dünyada kapladığı alanın tam tanımlamamasından kaynaklanıyor. Bu tabii hem bireysel hem de toplumsal olarak ciddi bir acı. Kitap, çok uzun yıllar süren araştırmalarımın, konserlerimin, yine uzun yıllara yayılmış olan “survivorlar” ve aileleri ile tanışıklığımın ve müzisyenliğimin yanı sıra senelerdir sürdürdüğüm müzik terapistliğimin bir ürünüdür.
Terezin bestecileri ile karşılaşma anınızı hatırlıyor musunuz? Neler hissettiniz? Eserleri yorumlamaya hazırlanırken nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Bu karşılaşma anı benim hiç unutamadığım bir an! Çok kıymetli, çok büyük bir emaneti elimde tutuyordum. Karma karışık duygular hissettim, çok yoğun duygular… Hemen sonrasında bir hafta kadar çok hasta oldum, hatta konserim vardı, 38 derece ateşle çıktım o konsere! Ben Theresienstadt eserlerini çalışmaya başladığım zaman henüz dünyada pek çalınmış örneği yoktu. Dolayısıyla, eserler ve ben baş başa kaldık. Zaten bir klasik müzik yorumcusu olarak bestecinin yazdığından milim dışarı çıkmama yaklaşımım var elbette ki ancak bu eserlerin duygusal kısmı çok ağır olduğu için benim algıladığım gibi yorumlamaktan çok kaçındım. Bu yüzden, günlerce başka hiçbir şey yapmadan analizler yaptım. Bu analizlerin çıkarımlarını, Avrupa ve Amerika’da Theresienstadt bestecileri konusunda uzmanlaşmış müzikologlar ile gerek sunduğum bildirilerde, gerekse yaptığımız özel sohbetlerde ortaya koydum. Hem onlar hem de Theresienstadt survivorları ve çocukları çıkarımlarımı onayladılar.
Bu konuda Amerika’da yaşadığım bir anıyı paylaşmak istiyorum. 2015 yılında “Holokost’u Anma/Uykudan Önce” adı altında Theresienstadt bestecilerine yer verdiğim albümümü çıkarmamı takiben, 2016 yılında Los Angeles’ta gerçekleşen bir sempozyuma davet edildim. ‘The Ziering -Conlon Initiative for Recovered Voices’ adlı bu sempozyum, uzun seneler Terezin bestecilerini çalışmış olan Orkestra Şef Conlon’un girişimi ile, Colborn Üniversitesi’nde süregelen aynı konulu eğitime bağlı olarak yapılıyor. “Holokost’u Anma/Uykudan Önce” adlı albümümde, Theresienstadt bestecilerinin yaşam öykülerini, OREL Foundation ve başka yerlerde yayınlanmış makaleleri ile çeşitli müzikologlardan izinlerini alarak kendi dillerinde yer verip ve bir de Türkçe tercümelerini yapınca, söz konusu eğitimin yönetim kurulu beni sempozyuma, anlatımlı-konserimi vermem için davet etti. Sempozyumda, bir müzisyen olarak Gideon Klein ve Viktor Ullmann’ın eserlerinden yaptığım çıkarımlarım ile, bir müzik terapisti olarak Terezin bestecilerinin eserlerinin yanı sıra günümüze getirdikleri hediyeden bahsettim. Bu hediye benim deyimimle 'Pozitif Direnç'ti. Viktor Ullmann’ın 7 numaralı Piyano Sonatı’nın son bölümünde kullandığı unsurlardan bahsederken, bu bölümün Majör kısmında, bence besteci “Her şeyimi alabilirsiniz ama müziğimi asla, ben Pozitif olarak Direniyorum” demek istemiş, diye bildirimi sundum. Salon hınca hınç dolu, bu işi bilen tüm müzikologlar ülkenin dört bir yanından ve Avrupa’dan gelmiş. İlk defa böylesine bir ortamda bu bildirimi sunuyorum, dizlerim titriyor… Sahneden indiğimde Şef James Conlon, gözleri dolu bir şekilde beni ayakta karşılayarak, “Ne kadar doğru bir şey bulduğunu tahmin bile edemezsin. Bu bölümü bir gün orkestra ile çaldıktan sonra, bir hanımefendi yanıma yaklaştı ve ‘Annem Theresienstadt survivor’u. Besteciler, Nazi subayları anlamasın diye eserleri şifrelemek için, içlerine Çek halk şarkıları yerleştirmişler. Bu çaldığınız eserin içinde pozitif olarak direniyorum anlamına gelen Çekçe bir halk şarkısı var’ dedi” diye anlattı. Hanımefendi ertesi gün Çekçe şarkının notasını yazıp Sir Conlon’a vermiş, Conlon da ertesi gün bana o el yazısını ve Ullmann’ın el yazmasını hediye olarak getirdi. Tabii çok duygulanmış bir şekilde…
Daha önce bir halk şarkısında dillendirilse de kavram olarak 'Pozitif Direnç' size ait. Hangi unsurlardan oluşuyor?
'Pozitif Direnç' kavramı, üç ana unsurun bir araya gelmesinden oluşuyor: İlk unsur “kararlılık”, ikinci unsur “yaratıcılık”, üçüncü ana unsur ise “toplumsal görev bilinci”. Yaratıcılıklarını kararlılıkla kullanan Teresienstadt bestecileri; kendilerini tehlikeye atarak, savaşlar, toplumsal ayrımcılık, zulümler için çok ciddi hareketler yapmış olan başka niceleri gibi, 'Pozitif Direnç'lerini gerçekleştirirken, toplumsal görev bilincini de hep hatırlamışlar. Orada olanları gelecek nesillere aktarabilmek amacıyla, bestelerinin içine şifreler koymuşlar. Bu şifrelemeyi genellikle dini müzik metinleri, halk şarkıları aracılığı ve başka müzik yapıları ile yapmışlar. Üstelik bütün bunları kurban psikolojisine hiç düşmeden yapmışlar!
Pozitif Direnç Metodu ise, kapsayıcı ve kapsamlı bir metod. Bireysel ve toplumsal barış için bir öneri.
Holokost’un tekrarlanmasını, inkâr edilmesini ve unutulmasını engellemek için pek çok çalışma yapıldı. Anı kitapları, araştırmalar, romanlar yazıldı; belgeseller, filmler çekildi. Tiyatro oyunları sahnelendi, müzik eserleri bestelendi; hayatta kalanların tanıklıkları dinlendi, araştırma merkezleri, müzeler açıldı. Peki, Türkiye toplumu Holokost’a ilgi duyuyor mu? “March of the Music” çalışmanız bu sancılı geçmişle yüzleşmede bir referans noktası olarak alınabilir mi? Bu projenin kapsamı nedir?
Holokost, unutulmaması ve unutturulmaması gereken bir vahşet. Dünyada hiç kimse bir kez daha böylesine bir vahşeti yaşamamalı. Türkiye’de de bu konuda, günden güne artan çok kıymetli çalışmalar yapılıyor. “March of the Music” öğrenci hareketini 2016 yılında oluşturdum. March of the Music yurt içi ve yurt dışında “Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç” eğitimimi alan öğrencilerin katılmaya hak kazandıkları bir gezidir. Bu gezide, savaştaki ismi ile Theresienstadt, şimdiki ismi ile Terezin kentine gidiyoruz. Bu gezinin öğrencilere koyduğum tek bir şartı var, o da geziden sonra hissettikleri ve deneyimleri ile ilgili bir ürün vermeleri. Yetenekleri, aldıkları eğitim veya istekleri her ne yöndeyse bu ürünleri yaratıyorlar. Verdikleri bu ürünlerini tamamlamalarını takiben dünyada çalınmasını, yayınlanmasını, basılmasını sağlıyorum. Çünkü benim için içimizdeki üretici ve yaratıcı ruh ile tanışmak ve onu canlı tutmak, kendi özgün tınımızı bulmak, barışın başlıca şartı.
Gezi, aynı zamanda ortağı olduğum “Gustav Mahler: Everlasting Hope / Terezin Composers” Vakfı'nın düzenlediği müzik festivalinin bünyesinde gerçekleşiyor. Aynı zamanda benim de konser verdiğim bu festival, birçok müzisyen ve müzikolog ağırlıyor. Festival içinde hem konserlere hem de derslere katılıyoruz. Festival programının dışında, gençleri Terezin’de; bu şiddet dolu tarihin geçtiği yerlerde dolaştırıyorum. Getto’da kalan tutsakların kaldıkları barak’larda kalıyoruz. Orada kalmak bile başlı başına bir deneyim. Ben şahsen orada kaldığım gecelerde hiçbir zaman uyuyamıyorum. Festival komitesi ve benim tarafımdan, sadece bu gezinin gençlerine özel düzenlenen bölümü ise, Theresienstadt’tan savaş bittiği için kurtulabilen bir survivor ile tanışma toplantısıdır. Gençlerle uzun uzun aramızda tartışıp sorular hazırlıyoruz ve bu soruları, survivor’a sorma imkânı buluyorlar.
Gençlerle Terezin’e yaptığınız yolculuk onları nasıl etkiledi? Gözlemlerinizi, deneyimlerinizi aktarır mısınız?
March of the Music programına bütün gençler katılabiliyor. Hangi alana yetenekliler ve hangi alanda zaten ilerlemişlerse o alanlarda ürün veriyorlar. Önümüzdeki günlerde, içinde hepsinin ürünlerinin olduğu March of the Music albümümüz Lila Müzik etiketi ile dijital raflarda yerini alacak. Bu ürünün ortaya çıkması, öğrenciler ve benim için duygusu çok yoğun bir durum.
Öğrenciler, Terezin’de çok yoğun anlar yaşıyorlar. Her ne kadar tarihi bilseler de orada olmak önce onlara bir şok yaşatıyor. Bu yoğunluklarının çözülmesi ürünleri ile birlikte oluyor, zaman içinde…Yaratımla dönüşüm bu gezi sonrasında çok önemli bir rol oynuyor. March of the Music gezimizdeki, fiziksel ve duygusal olarak yoğun programın içerisinde, ürün yaratma sürecine de hep birlikte, Terezin’de başlıyoruz. Bir kişinin yaratacağı ürünün tartışılmasına, birlikte katıldığımız Yaratım Süreci Paylaşımı toplantılarımız ile başlıyoruz. Tabii bu tartışmaların bazı kuralları var. Ancak şimdiye kadar öğrencilerle yaşadığım tecrübelerin hiçbirinde bu kuralları hatırlatma ihtiyacında olmadım. Şimdiki gençler bir harika. Onların sayesinde geleceğe, bir gün bırakacağım dünyaya çok daha umut dolu bakabiliyorum.
“March of the Music” çalışmasına katılan gençler Türkiye’nin geçmişindeki diğer zor konularla yüzleşme konusunda nasıl bir tavır sergiliyor?
Öncelikle, Holokost Gerçekliği ile Pozitif Direnç eğitimi ile başlayıp March of the Music gezi deneyimi ile ve daha sonra ürün verme aşamasında içerisinde gelişen süreçte öğrenciler iç ve dış dünyalarında bir dolu farklı yerden geçiyorlar. Özelikle kalıcı bir ürün gerçekleştirdikten sonra daha farklı bir yerden de geçmiş oldular. Görüldüklerini ve duyulduklarını hissetme, yaratıcılıkları ile birleşince gerçekten çok farklı dönüşümler yaşadılar, yaşıyorlar… Benim onlarda gözlemlediğim en çarpıcı şey ise -olumlu anlamda- yaşama daha dayanıklı olmaları.
Farklı coğrafyalarda buna benzer bir çalışma var mı? Ortak çalışmalar yapıyor musunuz?
Henüz benzer bir çalışmaya rastlamadım.
Çok yoğun çalışmanıza rağmen yeni projeler içinde yer almaktan da mutluluk duyuyorsunuz… Tasarılarınız neler?
Geçmişten getirdiğim projelerim, konserlerim hâlen sürmekte. Bunun yanı sıra, March of the Music öğrencilerini de kapsayan çok önemli bir konser için çalışmaktayım. Ayrıca, yine senelerdir üzerinde çalıştığım bir kültürel miras ortaya çıkmak üzere. “Müzik terapi” kitabım üzerinde çalışıyorum. Kontrabas sanatçısı kıymetli dostum Onur Özkaya ile yeni bir albüm üzerinde çalışıyoruz. Lodz Gettosu üzerinde çok kıymetli bir tez yazmış olan viyola sanatçısı değerli Bilgütay Kaan Öztürk ile bir konser yolculuğuna çıkma niyetimiz var. Bütün bunların dışında ben iflah olmaz bir öğrenciyim. Tarih, psikoloji, müzik terapi, müzik konularında çok farklı açılardan eğitim almaya devam ediyorum. Bu sebeple ne zaman yeni bir proje çıkacağı da hiç belli olmuyor !